İşçi sınıfının canı, kanı pahasına, emeği ve büyük bedeller ödeyerek elde ettiği tarihsel kazanımlar yok ediliyor.
İşçi sınıfına 150 yıl önceki vahşi, kölece ve kuralsız çalışma koşulları dayatılıyor.
1475 Sayılı İş Kanunu Ön Yasa Tasarısı işçi sınıfının kölelik koşullarında nasıl çalıştırılacağının çok somut bir belgesidir. Bu tasarı bir saldırı yasası niteliğindedir.
Sermaye sınıfı TÜSİAD’ı, TİSK’i, TOBB’u ile birleşik olarak bir koro tutturmuş; hep birlikte şunları söylüyorlar: Üstümüzdeki yük fazla. SSK’ymiş, işsizlik primiymiş, kıdem tazminatıymış, vergiymiş, toplu iş sözleşmesiymiş, sekiz saatlik işgünüymüş işçilik maliyetlerini artıran sosyal hak ve yardımlarmış bütün bunlar kaldırılsın. Tüm bu istemlerini, özetle “yeni teknolojik gelişmelere ayak uydurma, iş yaşamını çağdaşlaştırma, çağdaş endüstriyel ilişkiler, çalışma yaşamının esnekleştirilmesi, kıdem tazminatının kaldırılması, işletmelerin rekabet edebilirlik düzeyinin artırılması, üretimin artırılması vb.” şeklinde ifade ediyorlar.
“Çağdaşlık”, temel bir etiket olarak ileri sürülüyor. Şimdiye kadar emperyalizme kölece bağlılığı, IMF ile yapılan kölelik anlaşmalarını “çağa ayak uydurma, dünya ile bütünleşme” diye adlandırmadılar mı?
“Çağdaşlık”, sihirli sözcük bu! Kapitalizmin vahşeti, kâr yasasının hayvani güdüleri bu sözcüğün altında gizleniyor.
İş KANUNU'NUN KISA TARİHÇESİ
Türkiye’de ilk İş Kanunu, 1936 yılında çıkarıldı. Bundan önce İzmir İktisat Kongresi’nde alınan bazı kararlarla durum idare edilmişti. İzmir İktisat Kongresi’nde isçi temsilcilerinin önerileri ile iş süresinin kısaltılması, maden ocaklarında kadın ve çocukların çalıştırılmaması, ara dinlenme hakkı, ücretin para ile ve düzenli ödenmesi kararlaştırılmıştır.
Burjuvazinin büyüme, daha fazla kâr etme amacı nedeniyle her türlü örgütlenme ve hak arayışı zorbalıkla bastırılıyordu. Kemalist burjuvazi ulusal kurtuluş savaşından sonra işçi ve köylülerin omuzlarına basarak büyüdü ve palazlandı. Daha fazla palazlanmak için de her türlü hak alma ve örgütlenmenin de önüne geçiyordu. Bu nedenle 13 yıl boyunca herhangi bir “iş yasası” bile çıkarılmadı.
1936 yılında çıkarılan yasa ise hiç değilse bir yasanın çıkarılmış olması bakımından ileri bir adımdı. Yasada ne sendika, ne grev hakkı vardı. Ağır koşullarda ve sigortasız çalışma resmiyet altına alınıyordu.
Kemalist burjuvazi, 1947 yılında ilk sendikalar yasasını kabul etti. 1950 yılında İş Yasası’nda özel iş mahkemelerinin kurulması, Çalışma Bakanlığı, İşçi Sigortalar Kurumu, İş Bulma Kurumu’na ilişkin düzenlemeler yapıldı. 1961 Anayasası ile gelen nispi demokratik atmosfer ve işçi sınıfı mücadelesinin grev; gösteri ve işgal eylemleri ile yaratılan baskılanmanın da etkisiyle 1967 yılında çıkarılan 931 sayılı İş Kanunu ile grev ve toplu pazarlık hakkı elde edilmiştir.
1970 yılına kadar gelişen işçi hareketi belirgin bir yaygınlık kazandı. DİSK’in kurulmasından sonra sarı sendikacılık parçalanmaya başladı. Sınıf mücadelesinin çehresinin genişlemesi karşısında dönemin Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç, “Sosyal gelişme iktisadi gelişmeyi aşmıştır” diyerek tarif etmişti. Bu yasa Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi. Bunun üzerine 1971 yılında yeni bir 1475 sayılı İş Kanunu çıkarıldı. Sendikalar yasasında yapılan değişikliğe ve DİSK’in kapatılması girişimine karşı DİSK’in çağrısıyla 15-16 Haziran’da işçi sınıfı ayağa kalktı. İşçiler haklarına uzanan elleri kırarak saldırıyı püskürttü. 1516 Haziran direnişi işçi sınıfının haklarını korumak için yürütülen direnişlerin en önemli kilometre taşıydı. 12 Mart 1971 askeri faşist cuntası İş Yasası’nda bazı rötuşlar yaptı, fakat kazanımları ortadan kaldıramadı.
1975-1980 yılları arasında gelişen işçi eylemleri, grev, direniş ve işgaller burjuvaziye korku dolu günler yaşatmıştı. 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesi ile birlikte grev hakkı, sendikalar yasası, iş yasasındaki bazı hükümler sermayenin çıkarlarına göre değişikliğe uğratıldı. Bazı işkolları grev yasağı kapsamına, bazı işkolları da sendikalaşma yasağı kapsamına alındı. Sendika yönetimine katılmak için 10 yıl aynı işkolunda fiilen çalışıyor olma şartı getirildi. Hak ve dayanışma grevleri yasaklandı, hükümete grevleri erteleme yetkisi verildi. Toplusözleşme sistemi patronların çıkarlarına göre düzenlendi. O dönemde de TİSK Başkanı olan Refik Baydur, “Şimdiye kadar onlar güldü, şimdi gülme sırası bizde” demişti. O günden bu yana “gülme sırası” hep onlarda kaldı. Çıkarılması düşünülen yeni yasa eğer kabul edilirse çok daha neşelenecekler. Çünkü tasarı baştan aşağı “sahip-köle” ilişkisi üzerine oturtulmuş.
Tasarının Genel Gerekçesi’nde bilimsel teknolojik devrimin gelişmesinin iş kanunu değiştirmeyi zorunlu kıldığı vurgulanmıştır. Genel Gerekçe’de şöyle denilmektedir. “Yeni teknoloji nedeniyle yeni çalışma türleri hızla yaygınlaşmış, işin düzenlenmesinde yepyeni model ve uygulamalar ortaya çıkmıştır: Kısmi süreli, çağrı üzerine çalışmalar, ödünç iş ilişkileri, iş paylaşımı modelleri, belirli süreli hizmet sözleşmelerinin ve alt işveren uygulamalarının yaygınlaşması bu değişimin sadece bazı örnekleridir. Bunlar gibi işsizliğin sadece gelişmekte olan ülkelerin sorunu olmaktan çıkarak evrensel bir boyut kazanması, buna karşılık ulusal ve uluslararası mevzuatın tasfiye etmeye çalıştığı özel istihdam bürolarının yasalarla düzenlenerek yeni işlevlere kavuşturulması da yaşanmakta olan değişmeler arasında belirtilebilir” denilmektedir.
Bilimsel teknolojik devrimin üretim sürecini hızlandırdığı, değişikliğe uğrattığı doğrudur. Fakat tüm bunların daha fazla kâr elde etme dürtüsüyle yapıldığı açıktır. Ortaya çıkan sonuçların işçi sınıfının yaşamı üzerindeki olumsuz etkilerinin önlenemeyeceği, bu değişimin işçilerin hak ve çıkarlarına göre yasalar düzenlenerek, işçiler üzerindeki etkisinin yıkıcı sonuçlar yaratmasının önüne geçilemeyeceği sonucu çıkarılamaz. Bilimsel teknolojik devrim pekâlâ işçi sınıfının daha az yıpranması, daha az çalışarak daha fazla ücret alması, örgütlenmesi, sosyal ve kültürel yaşamının zenginleştirilmesi yönünde de kullanılabilir. Bunu engelleyen kapitalizmdir, kapitalist sınıfın daha fazla kâr uğruna işçi sınıfını yıkıma sürükleme çabasıdır. Dolayısıyla irade, öznel faktör burada devreye girmektedir. Patronlar bilinçli bir faaliyet olarak sömürü yöntemlerini geliştirmektedirler. Devrimci bir işçi hareketinin olmayışı, işçi sınıfının dağınık ve örgütsüz olması saldırı politikalarından kaçınılamayacağı yanılsaması yaratıyor. Örneğin, esnek çalışmanın yasalaştırılması yerine, ücretleri artırarak çalışma süresini kısaltmak, işgününü 8 saatten 5-6 saate düşürmek olanaklıdır. Bugün Avrupa ülkelerinde işçilerin ileri sürdüğü taleplerden biri budur. Bu yolla işsizlik oranı da azaltılabilir. Mevzuat işçilerin korunması üzerine şekillendirilebilir.
1475 Sayılı Ön Yasa Tasarısı işçilerin hak ve çıkarlarını korumak, sermayenin sömürüsünü dizginlemek, kapitalizmin işçi sınıfına dizginsiz saldırı ve tahribatını en aza indirmek yerine kapitalistin işçi karşısında nasıl korunup kollanacağı, kapitalistlerin çıkarlarının nasıl teminat altına alınacağı üzerine şekillendirilmiştir. Her şey kapitalistin daha fazla üretim, daha fazla kâr elde etmesine göre düzenlenmiş. Buna göre üretim ve kâr her şey, işçinin çalışma, yaşam koşulları, ailesi, geleceği hiçbir şey haline getirilmektedir. İş Kanunu işçilerin haklarını yasa ile düzenlemek yerine patronların haklarını ve çıkarlarını işçilere karşı düzenleme ve güvenceleme kanunu olarak değiştirilmek istenmektedir.
İşçi sınıfının çalışma koşullarının, hak ve çıkarlarının korunacağı, geliştirileceği toplumsal sistem sosyalizmdir. Sosyalizm, işçiyi üretim sürecinde karşılaştığı tüm olumsuz etkilere karşı korur. İş güvencesini yasa ile teminat altına alır. Üretim planlıdır, üretim kâr için değil insanların ihtiyaçlarının azami temini üzerine şekillenir. Herkese yapabileceği iş verir. Ölesiye, aç karnına çalıştırmak yoktur. İşçilerin işten atılma, işsiz kalma, geleceksizlik kaygısı yoktur. Herkesin emeğine ve yeteneğine göre iş verir. Sosyalizmde iş yasaları işçilerin kendisi tarafından ve onların çıkarlarını güvenceleme temelinde hazırlanır. Orada ne kan emici kapitalistler sınıfı ne de kâr amaçlı çalışma olmayacaktır.
Tasarı Nasıl Hazırlandı?
İşgüvencesi Yasası TİSK ve TÜSİAD’ın baskısıyla 1,5 yıl bakanların çekmecesinde bekletildi. İşgüvencesi isteyen işçi sınıfına karşı bir şantaj aracı olarak kullanıldı. İşgüvencesi Yasası’na karşılık Kıdem Tazminatı hakkının ortadan kaldırılması ve esnek çalışmanın yasalaştırılması gündeme getirildi.
Haziran 2002’de hükümet, sermaye temsilcileri ve sendika patronları arasında bir protokol imzalandı. İmzalanan protokole göre,
1475 Sayılı İş Kanunu’nu değiştirmek için bir taslak hazırlanacak. Hazırlanacak olan taslak taraflarca onaylanırsa kamuoyuna açıklanacak. Tasarı işçilerden gizlenecek. Ki uzun süre taslak işçilerden gizlendi. Sendika patronları dönemin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı faşist Yaşar Okuyan’dan tasarıyı gizledikleri için teşekkür aldılar.
Tasarı; hükümet, sermaye, Türk-lş DİSK, Hak-lş konfederasyon başkanlarının görevlendirdiği dokuz kişilik bir “Bilim Kurulu” tarafından hazırlandı. Bu kurula, “Bilim Kurulu” demek bile bilimi katletmek demektir. Tümüyle sermayenin çıkarlarına göre hazırlanan tasarı, asgari bilimsel ölçütlerden uzaktır. Bu kurulda işçi temsilcilerinin olması bileşiminin sermayenin çıkarlarını güvenceleyecek olan bir kurul olduğu gerçeğini değiştirmez. Nitekim tasarının içeriği ve ruhu bu gerçeği ele veriyor.
Tasarı işyeri tanımını değiştiriyor, esnek çalışmayı, taşeronlaştırmayı yasallaştırıyor. Kıdem tazminatı hakkını ortadan kaldırıyor. Sendikalaşma ve örgütlenme hakkını işlevsizleştiriyor. Patronlara çalışma koşullarını köleleştirme ve kuralsız çalıştırma özgürlüğü kazandırıyor.
İşgüvencesi Yasası, güdük bazı maddelerle meclisten geçirildi. Fakat çıkarılan yasa yürürlüğe konulmadı. Sermaye ile varılan anlaşma sonucu İş Kanunu Ön Yasa Tasarısı 15 Mart 2003 yılına kadar çıkarılacak. İşgüvencesi Yasası da iş kanunu değişikliklerine uyarlanacak. 15 Mart 2003’e kadar 1475 değiştirilerek yürürlüğe konulacak.
AKP hükümeti ilk iş olarak 1475 sayılı yasayı değiştirecek. Sermayenin AKP hükümetinin önüne koyduğu görev budur. AKP lideri R. Tayyip Erdoğan’ın seçimlerden sonra, “sivil toplum örgütleriyle” yaptığı ilk görüşmede patronlar 1475 Sayılı Kanun Ön Tasarısı’nın yasalaştırılmasını ve İşgüvencesi Yasası’ndaki işçi lehine maddelerin iptal edilmesi talebini dile getirdiler.
İşçi sınıfı bugününü ve geleceğini derinden etkileyecek, yaşamını temelden değiştirecek Yasa Tasarısı’nın derhal ve hemen geri çekilmesi ve iptal edilmesi talebini ileri sürmelidir. Öncelikli hedefi ne yapıp edip bu yasanın meclise gelmesini engellemek olmalıdır.
İş Yasası Neden Değiştirilmek İsteniyor?
Sermaye sınıfı elini kolunu bağlayan her türlü engelden kurtulmayı; çalışma yaşamında, işçilerin mücadele sonucu kabul ettirdiği kuralların ortadan kaldırılarak kuralsız çalışma koşullarını yerleştirmeyi amaçlıyor.
İlkin, emperyalist küreselleşmenin giderek yaygınlaşması, özelleştirme, taşeronlaştırma, esnek üretim, esnek çalışma, part-time çalıştırma koşullarının gelişmesi ile birlikte iş yasalarını da emperyalist küreselleşmenin ihtiyaçlarına göre düzenlenmesi ve uyumlu hale getirilmesi isteniyor.
İkincisi, işbirlikçi tekelci burjuvazinin rekabet edebilirlik düzeyini yükseltme isteğidir. Rekabetin temel kuralı işletmenin teknolojik yenilenmesi ve daha fazla artıdeğer üretmesidir. Bu da işçinin daha fazla sömürülmesi ve daha fazla süreyle çalıştırılması demektir. Buna halk dilinde, “deliyi bağlarlar, köpeği salarlar” da denilmektedir.
Tasarı, ekonomik olduğu kadar ideolojik ve politik bir saldırıdır. İşçiyi bireyselleştiren, onun toplumsal varlık olarak yaşamasını ortadan kaldıran düzenlemeler içermektedir. İşçi sınıfı ile sermaye sınıfı arasında toplumsal mukavele, toplu pazarlık düzenini yok etmeyi amaçlamaktadır. Küreselleşmenin bireyselleştirme ideolojisi sırıtmaktadır. Emekle sermaye, patronla işçi arasındaki ilişki bireysel bir ilişki düzeyine indirilmektedir. Tasarı işçi sınıfına karşı ideolojik içerikte bir saldırıdır. İşçi sınıfını karakterize eden sınıf dayanışması, toplumsal dayanışma yok edilmek isteniyor. Bireysel iş hukuku il geliştirilen iş türleri (kısmi çalışma, çağrı üzerine çalışma, part-time çalışma) hukuksal bir temele oturtulacak. Tasarı bu nedenle işçi sınıfına karşı tarihsel, ideolojik, siyasal bir saldırıdır.
Tasarının bir diğer amacı örgütsüzleştirmektir. İşçi sınıfının 150 yıl önce mücadele ile elde ettiği, kazandığı sendikalar yok edilmek isteniyor. En fazlasıyla bu yasa ile sendikalara biçilen rol esnek çalışmanın düzenlenmesi, işçinin üretim sürecine etkin katılımının sağlaması, kısacası işin ve işçilerin patronların ihtiyaçlarına göre düzenlenmesidir. Sendikalarda örgütlenmek neredeyse imkansızlaştırılıyor. Bireysel iş hukukunun geliştirilmesi ile toplusözleşme sistemi ortadan kaldırılmış olacak.
Tasarı, sermayenin kuralsız çalıştırma koşullarının program düzeyine çıkarılmasıdır. İşçi sınıfının örgütsüzleştirilerek kapitalist çarkın dişlileri arasında parçalanması, ezilmesi ve kanının emilmesidir. Neoliberal saldırıların yasa katına çıkarılarak işçi sınıfının köleleşti- rilmesi, kölelik zincirlerinin artırılmasıdır. Saldırı sermayenin işçi sınıfına karşı geliştirdiği uluslararası saldırıların bir parçasıdır.
Tasarı, AB’ye uyum yasaları kapsamı nedeniyle de getirilmek isteniyor. Avrupa tekelleri sömürüyü artırmak, işçi sınıfını örgütsüzleştirmek için bir dizi saldırı planları oluşturdu. Sözde dokuz kişilik “Bilim Kurulu”nun hazırladığı Yasa tasarısının bir benzeri İtalya’da yasallaştırmak istendi. İtalyan proletaryası işçilerin mahkeme kararıyla işten atılmasını kolaylaştıran tasarıya şiddetle karşı çıktı. Ayağa kalkan İtalyan proletaryası saldırıyı püskürttü. Fakat AB tekelleri emellerinden vazgeçmiş değil. İtalya hükümeti işçi atmayı kolaylaştıran hükümler koyarak yapmak istediği değişikliğin aynısına Türkiye’de sendika patronları destek veriyor.
Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) normları ve yasaları da emperyalizmin saldırı planlarının bir parçasını oluşturuyor. Bugün Türk-İş, DİSK ve Hak-İş’in ILO normlarına uyulsun, yasalar buna göre düzenlensin talebi doğrudan AB tekellerinin saldırı planlarına uyumu savunmaktır. Sermayeye teslimiyettir. ILO taleplerine uyulmasını ileri süren sendika ağaları tam da bu noktada işçi sınıfı düşmanı bir rol oynamaktadırlar.
Tasarı Ne Getiriyor?
Tasarının kısa bir özeti sermayenin amacını ele veriyor. Tasarı, esnek çalışmayı yasa haline getirirken, kıdem tazminatı hakkını ortadan kaldırıyor. Başlıca olarak;
* İşyeri tanımı değiştiriliyor. Halen yürürlükte olan 1475 sayılı İş Kanunu’nda işyeri, “işin yapıldığı yere işyeri denir” şeklinde tarif edilirken, hazırlanan taslakta 1. madde b bendi “işveren tarafından mal ve hizmet üretmek amacıyla maddi olan ve olmayan unsurlar ile işçinin birlikte örgütlendiği birime işyeri denir. İşverenin işyerinde ürettiği mal veya hizmet ile nitelik yönünde bağlılığı bulunan veya aynı yöntem altında örgütlenen yerler (işyerine bağlı yerler) ile dinlenme... gibi diğer eklentiler işyerinden sayılır” şeklinde tanımlanıyor. Bu, evde çalışmanın, parçabaşı işin yasalaştırılması anlamına geliyor. İşçinin bir işyerine bağlı olmadan çalıştığı şirketin bir süre bir işyerinde, bir başka gün aynı şirkete ait başka bir işyerinde çalıştırılmasına olanak veriyor. Eğer bir şirket ülke çapında faaliyet yürütüyorsa burada çalışan bir işçi, işyerinin bulunduğu değişik illerde çalıştırılabilecek. İşçinin kendi yaşamını düzenlemesi hakkı sınırlanacak. Bundan da önemlisi işçi sınıfının sendikal örgütlülüğü bu maddeye dayanarak dağıtılabilecek. Örneğin, İstanbul’da sendikal çalışma yürüten ve işyerinde sendikalaşan bir işçi, Tekirdağ’a, Çerkezköy’e gönderilerek sendikal çalışma yürütmesi engellenecek. Bu madde işçiler arasında bir çeşit “sürgün” cezasının yaygınlaştırılmasını kolaylaştıracak. Şimdiye kadar emekçi memurlar için geçerli olan sürgün cezası işçiler içinde gündeme getirilecek.
Taşerona Sınırsız Olanak
* 1. maddenin ç bendinde “asıl işveren- alt işveren” tanımı yapılıyor, Burada alt işveren (taşeron) ayrı bir işveren olduğu kabul edilmekte ve asıl işverenle birlikte olan sorumluluğu ortadan kaldırılmaktadır. Taşeron işçilerinin yıllardır elde ettikleri hukuksal hakları ortadan kaldırılıyor. Taşeron sistemi yerleştiriliyor. Böylece işçilerin bölünüp parçalanması kolaylaştırılıyor ve işçiler arasındaki rekabetin koşulları güçlendiriliyor. Sendikal örgütlenme ortamının gelişmesi ortadan kaldırılıyor.
* Tasarının “İşyerinin Veya Bir Bölümünün Devri” başlıklı 6. maddesi, işyeri ile birlikte işçinin de yeni işverene devredilmesine olanak veriyor. İşçinin daha önce imzaladığı toplu sözleşme en fazla bir yıl süreyle geçerli oluyor. Eğer bir işveren örgütlülükten ve TİS’ten kurtulmak istiyorsa, işyerinin veya bir bölümünün devri yolunu izleyebilecek. Keza, işçi basit bir makina parçası, bir meta gibi alınıp satılabilecek. İşçinin üretim içindeki yeri böylece değişikliğe uğratılıyor; üretim sürecinde söz sahibi olmasının önü kapatılıyor.
Esnek Çalışma Yasallaştırılıyor
- madde işyeri ile birlikte işçinin devredileceği hükmü getiriyor. Buna göre:
* “Ödünç İş İlişkisi” başlıklı 8. madde bir işverenin başka bir işverene çalıştırdığı işçiyi ödünç olarak verebilmesine olanak sağlıyor. Bunun ne anlama geldiği açık: İşveren çalıştırdığı işçinin sadece işgücünü değil kendisini de alıp satılabilecek, yani, onu bir köle gibi kullanabilecek. Açıkça ücretli çağdaş köle ticareti yasallaştırılıyor. Böylece patronlar biriken stokları eriyene kadar işçiyi başka bir patrona satabilecek, keyfi olarak en ağır en kötü koşullarda çalıştırabilecek. İşçi adeta bir meta, hammadde gibi başka bir patrona ödünç olarak verilebilecek. Böylece seyyar işçiler bölüğü yaratılacak. İşverenler arasında ödünç işçi alınıp satılmasını kolaylaştıran “özel istihdam büroları” yaygınlaştırılacak. İşçi bir sektörden başka bir sektöre kaydırılabilecek. Ödünç verilen işçinin sendikal örgütlenmesi böylelikle imkansızlaşacak.
* 9. 10. 11. maddeler iş sözleşmelerinin düzenlenmesine ayrılmış, “esnek iş sözleşmesi türlerine ilişkin hükümler getirilmiştir”. İşverene, 10. madde ile iş sözleşmesinin türünü belirleme serbestisi verilerek iş sözleşmeleri, “belirli veya belirsiz süreli, tam süreli yahut deneme süreli ya da diğer türlerde oluşturulabilir” deniliyor. İş süreci ve sözleşmeleri esnekleştirilerek kuralsız hale getiriliyor.
İş sözleşmelerinin türünü belirleme inisiyatifi patrona veriliyor. Bireysel iş sözleşmeleri özendirildiği için patron istediği sürede, türde veya koşullarda bir iş sözleşmesini işçinin önüne koyabiliyor. Bireysel sözleşme yoluyla bir sendikada örgütlenmesi imkansız hal alıyor. Bugün bunun pekçok örneği yaşanmaktadır. İş sözleşmesi patronun ve işyerinin ihtiyacına göre düzenlenebiliyor.
“Tasarının Madde Gerekçeleri” başlıklı bölümünde, “ülkemizde sayılan gittikçe artan kısmi süreli çalışmaları teşvik etmek üzere bu tür iş sözleşmesinin tanımı yapılmış. Avrupa Birliği’nde konsey tarafından 97/ 81 sayılı yönergeler yürürlüğe konulan sosyal tarafların meydana getirdikleri ‘Kısmi Süreli Çalışma Hakkında Çerçeve Anlaşması’nda belirtildiği üzere bu çalışmanın amacı bir yandan kısmi süreli çalışan işçilere yönelik ayrımcılığı ortadan kaldırmak diğer yandan kısmi zamanlı çalışmanın gelişmesine serbest irade temelinde teşvik etmek ve işverenle işçilerin ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde çalışma sürelerinin esnek bir organizasyon çerçevisinde düzenlenmesine katkıda bulunmaktır.
(...)
Kısmi süreli çalışanlara yönelik ayrımcılık kaldırılmak hedef alınırken, tüm çalışma şartlarından yararlanmada tam süreli çalışanlarla eşit duruma getirilmeleri de düşünülemez, aksi halde tam bir eşitsizlik ortaya çıkar. Bu açıdan ayrımı haklı kılan nedenlerin bulunması durumunda, her iki türde sözleşmelerle çalışanlar arasında farklılıklar olması doğal karşılanacaktır. Kısmi süreli iş sözleşmesine göre çalıştırılan bir işçi işyerinde haftanın iki iş günü iş görmeyi üstlendiğinde bu çalışma düzeni itibariyle hafta tatili ücretine hak kazanamayacağı gibi öğleden sonra çalışmaya başlayan işçinin işverenin sabahtan işe başlamak üzere tahsis ettiği servis aracından veya öğle yemeğinden yararlanması da mümkün değildir, bu durum bir ayrım yapıldığı anlamını da taşımaz. Kısmi süreli iş sözleşmelerine göre çalışan işçi bölünebilir haklardan, örneğin her yıl verilen yakacak yardımından çalıştığı süreye orantılı olarak yararlanacaktır. Örneğin işyerinde haftalık çalışma süresi 45 saat olan tam süreli çalışan işçi 60 milyon yakacak yardımı alıyorsa haftada 15 saat çalışan kısmi süreli çalışan işçiye aynı yardım 20 milyon olarak ödenecektir.” (Madde Gerekçeleri Bölümü)
Böylece tam süreli iş türü ve sözleşmeleri istisnai bir durum haline getirilmek isteniyor. İşçilerin kazanılmış hakları bu yolla aşamalı olarak ortadan kaldırılacak, işçiler arasında eşitsizlik teşvik edilecektir. İşçiyi tam süreli çalıştırıp yedi işgünü üzerinden ücret ve sosyal hak ödemek isteyen patron gösterebilir misiniz? Haftada iki gün, üç işçi çalıştırarak da aynı ücreti verebilir. Böylece Cumartesi- Pazar günü de işçi çalıştırabilir. Sosyal haklardan yararlanmasının önüne geçebilir. Asgari ücretle işçi çalıştırmak bu yolla yaygın hale getirilebilir. Ayrıca bugün tam süreli çalışan milyonlarca işçinin kısmi süreli çalışmaya geçişi kolaylaştırılmış olacak.
“İşyerinde çalışan işçilerin, niteliklerine uygun açık yer bulunduğunda kısmi süreliden tam süreliye tam süreliden kısmi süreliye geçilme istekleri işverence dikkate alınır ve boş yerler zamanında doldurulur” deniliyor. Bu durum, işvereninin istediği türde işçi çalıştırmasını teşvik ediyor.
* Tasarının “çağrı üzerine çalışma” başlıklı 15. maddesi, “sözleşmeyle, işçinin üstlendiği işin çıkması halinde iş görme ediminin yerine getirilebileceğinin kararlaştırıldığı iş ilişkisi çağrı üzerine çalışmaya dayalı kısmi süreli bir iş sözleşmesidir” denilerek part-time (kısmi) çalışma, yasalaştırılıyor. Böylece işçi bireysel iş sözleşmelerine de dayanılarak sendikasız, sigortasız, düşük ücretle çağrı üzerine çalıştırılabilecek. Bu maddede esnek çalışmayı yasallaştırmaya yönelik.
* 16. madde ile deneme süresi arttırılıyor. Mevcut yasada bir ay olan deneme süresi taslakta iki aya çıkarılıyor. Bu süre “toplu iş sözleşmeleri”yle dört aya kadar uzatılabiliyor. Patrona deneme süreçli işçi çalıştırma adına sigortasız, düşük ücretli, geçici işçi çalıştırma olanağı veriyor. Taşeronların asgari ücretin altında şimdiye kadar uyguladığı yöntemler yasalaştırılıyor.
* 18-19-20-21-22-23. maddeler işçinin iş güvencesini ortadan kaldırıyor. 15 Mart 2003 tarihinde yürürlüğe girecek olan “İş Güvencesi Yasası”nda yapılan değişiklikler tasarıya eklenmiş. Buna göre çalıştırılan işçi sayısına göre toplu işten atma oranı arttırılıyor. İşten atılan işçiyi mahkemenin işe iade kararına rağmen işveren işçiyi işe almaz ise, ödenecek tazminat miktarının kararda yer alması öngörülecek. İşverenin işe geri alma zorunluluğu kaldırıldı. Bunun yerine işveren. tazminat tutarını ödeyerek işçiyi işe tekrar almayabilecek.
* “Feshin geçerli sebebe dayandırılması” başlığı altındaki 19. madde ile “10 veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde en az 6 aylık kıdemli olan ve işletmenin bir bütününü sevk ve idare eden işveren vekili niteliğinde olmayan bir işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesini fesh eden işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin işyerinin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zorundadır” deniliyor. Burada “geçerli sebebe dayandırma” patronlar için zor olmasa gerek. Her patron yasada belirtilen kapsamda kendisine tanınmış “geçerli sebep”lerden birini kendisine dayanak yapabilir. Her yere çekilebilen ucu açık “geçerli neden” kavramı ile işçinin iş akdini feshetme yetkisinin alanı genişletilmiştir.
Burada önemli noktalardan biri İş Güvencesi Yasası’ndan 10 veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerindeki işçilerin yasa maddeleri kapsamına alınmış olmasıdır. Bu 10’dan az işçi çalıştıran işyerlerinde milyonlarca işçinin iş güvencenin ortadan kaldırılmasıdır. Özellikle küçük işletmelerde, sanayi sitelerinde, sigortasız, asgari ücretle günde10-12 saat çalıştırılan işçiler kölece koşullarda hiçbir yasal güvenceye ve hakka sahip olmadan çalıştırılacak. Küçük işletmelerin yasadışı, kuralsız çalışma koşulları ile yüz yüze kalan işçileri bekleyen cehennemsi koşulların işçi sınıfının geleceğini tehdit etmesi yasallaştırılmış olacaktır.
Kıdem Tazminatı Hakkı Gasp Ediliyor
* Kıdem tazminatı başlıklı 24 madde ile işçi sınıfının mücadele sonucu elde ettiği kıdem tazminatı hakkı ortadan kaldırılıyor. İşçinin, çalıştığı süre içinde yıpranmasının karşılığı olarak elde ettiği bu hak gasp ediliyor. Patronlar her dönem bu hakkın ortadan kaldırılmasını ileri sürmüş “ işverenlerin üzerindeki yükü ağırlaştırdığını gerekçe göstermiştir. Oysa işçi çalışırken “yıpranma payı” için de çalışmaktadır. Yani işçinin kıdem tazminatı iş gücünün ücretinin içinde saklıdır. Ücretinin ödenmeyen kısmıdır.
Son yıllarda patronlar kıdem tazminatı hakkını geçersiz kılmak için bin bir türlü hileye başvurmuştur. İşçinin dava açmasına yol açmış, işçi yıllar sonra hak ettiği tazminatı ya eksik almış ya da bir kaç yıl sonra yüksek enflasyon nedeniyle gerçek değerinin altında almak zorunda bırakılmıştır. Çoğu işletme kıdem tazminatı hakkını vermemek için paravan şirketler kurmuş veya işletmeyi, içindeki makinaları başkalarına devretmek, iflas göstermek suretiyle kaçmıştır. Böylece işçiler, mahkemeyi kazanmış olsalar bile ortada ne işyeri ne de makina olmaması nedeni ile kıdem tazminatını alamamışlardır.
Tasarıda 24. maddede “Bu kanun yürürlüğe girdiği tarihten sonra ilk defa veya yeniden iş sözleşmesi yapılarak işe alınan işçiler ile, birinci fıkraya göre işyerinde çalıştırılanların yürürlük tarihinden sonraki hizmet süreleri hakkında yaşlılık (emeklilik), malullük, ölüm ve toptan ödeme halleri ile adına 15 yıllık prim ödenen işçinin isteği haline mahsus olmak üzere ödenecek kıdem tazminatı için bir ‘kadem tazminatı fonu kurulur’” deniliyor.
İlkin, işçinin kıdem tazminatını güvence altına almak adına bu fon kuruluyor gibi görünüyor. Oluşturulacak fon, SSK fonu gibi düşünülmektedir. Fakat gerekçeli kararda açıklandığı üzere fonun denetiminde işveren veya vekilleri çoğunluktadır. Madde gerekçelerinde (4. madde) fonun yapısı ve işleyişi anlatılmaktadır. “Dört kişiden oluşan yönetim kurulunda en fazla temsil gücüne sahip işveren konfederasyonunun iki, en fazla temsil gücüne sahip işçi konfederasyonunun bir ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı’nın önerisi üzerine müşterek kararname ile atanacak bir temsilcinin yer alması uygun görülmüştür” deniliyor. Görüldüğü gibi geleceğini yakından ilgilendiren bu fonda işçiler sadece bir kişi ile temsil ediliyor. Bunun daha baştan eşitsiz koşullar taşıdığı açıktır. Bu fonun SSK fonlarının akıbetine uğramayacağının garantisi yoktur. Primleri SSK toplayacak. Patronların SSK primlerini ödemediği, fona para aktarmadığı biliniyor. Kıdem tazminatı fonuna ödeme yapmayan işverene hangi yaptırımların getirileceği belli değil. Fonun teminatı yoktur. Bu fonun kapitaliste geri dönecek bir kredi kaynağı haline getirilmemesinin de garantisi yoktur. Diğer bir sorun kıdem tazminatına hak kazanabilmek için işçi 15 yıl süreyi beklemek zorunda. Buna göre 14 yıl 6 ay çalışan bir işçi malulen emekli olsa bile fondan kıdem tazminatı alamayacak.
Tıpkı emeklilik yasası ile nasıl işçinin emekli olma hayali çalındıysa, şimdi de işçinin gelecek düşleri ve hayalleri çalınıyor. Kıdem tazminatı ile yaşamını bir parça idame ettiren işçilerin bu hakkı gaspediliyor. Bugün işsizliğin büyüdüğü, yılda bir kaç ay çalışmanın bile lüks sayıldığı koşullarda hangi işçi 15 yıl süreyle tazminat almaya hak kazanabilir. İşçi öldükten veya emekli olduktan sonra tazminat alabilecek. Bunun anlamı tazminatı unutun demektir. İşçinin sigortalı olup olmadığını, ne zaman ne kadar sigorta priminin yatırıldığını öğrenemediği koşullarda, kıdem tazminatı fonunun ne zaman yatırıldığını öğrenmesi hayaldir. Bu kez karşımıza SSK prim kaçkını patronlar gibi, kıdem tazminatı kaçkını patronlar listesi çıkacaktır. Fona devlet bütçesinden aktarma yapılamayacağı daha baştan hükme bağlanıyor.
Bugün bir yıl çalışan işçi kıdem tazminatını alabilmektedir. Oysa tasarı ile işçi bir yıl sonra işten atılması durumunda kıdem tazminatından mahrum kalmaktadır.
Tasarıyı hazırlayan sözde “Bilim Kurulunun yukarıdaki ileri sürdüğü madde kabul görmezse alternatif öneri de hazırlanmış. Bu öneriye göre, fon oluşturulmaması durumunda bir yıllık çalışmaya karşılık verilen 30 günlük ücret tutarında tazminat yerine 15 günlük ücret tutarında tazminat verilecektir. Böylece, yılda bir aylık tutarındaki kıdem tazminatı 15 günlük ücret tutarında kıdem tazminatına indiriliyor.
Ayrıca işçinin kıdem tazminatı hakkı kazanması için 50 yaşını doldurması ve 10 yıllık kıdemini tamamlaması gerekiyor. Nereden bakılırsa bakılsın sermaye sınıfı kıdem tazminatı hakkını gasp ediyor.
* Taslakta “özürlü ve eski hükümlü çalıştırma zorunluluğu” başlığı altında mevcut yasada yüzde 3 olan sakat ve eski hükümlü çalıştırma zorunluluğu yüzde 2’ye düşürülmektedir.
* Tasarı, ücret esnekliği getirmektedir. “Ücret” başlığı altında üçüncü bölüm, esnek çalışma ile ilgili düzenlemelerle ücret esnekliğini uyumlu hale getirmeyi amaçlıyor. 40. maddede, “ücret kesme cezası” işçinin aleyhine olan durumu sürdürüyor. Bu kesintiler “bir ayda 3 gündelikten veya parça başına yahut yapılan iş miktarına göre verilen ücretlerde üç günlük kazancı” tutarında cezayı öngörüyor.
8 Saatlik İşgünü Ortadan Kaldırılıyor
* Tasarının 43. maddesinde “Fazla Çalışma Ücreti” başlığı altında yapılan düzenlemede, fazla çalışma “Haftalık 45 saati aşan çalışmalardır” deniliyor. Buna göre günlük 8 saati aşan çalışma fazla çalışma olarak değerlendirilmiyor. İşveren işçiyi istediği gün ve saatlerde çalıştırabilecek. Eğer işçi, haftanın belli günlerinde 10 saat çalıştırılırsa bunu diğer günlerde daha az süreyle çalıştırarak telafi edebilecek. Patron işçiye 8 saati aşan süreler için mesai ücreti ödemeyecek. Bunun yerine “serbest zaman” uygulaması getiriliyor. 43/e bendinde “fazla çalışma veya fazla sürelerle yapılan çalışma yapan işçi isterse, bu çalışmalar karşılığı zamlı ücret yerine, fazla çalıştığı her saat karşılığında 1 saat 30 dakikayı, fazla sürelerle çalıştığı her saat karşılığında 1 saat 15 dakikayı serbest zaman olarak kullanabilecek”. İşçi hak ettiği serbest zamanı 6 ay zarfında kullanabilecek. Böylece 45 saatlik haftalık çalışma süresi, günlük çalışma süresi 7.5 saatten 12 saate çıkarılarak esneklik sağlanmıştır.
* 45. Maddede, “Olağanüstü hallerde fazla çalışma” Bakanlar Kurulu kararı ile en fazla süreye çekilebilecek.
* 48. Maddede hafta sonu tatili ücreti başlığı altında, hafta sonu tatili günü patronun iş durumuna ve isteğine göre değiştirilmektedir. İşçi hafta sonu tatilini cumartesi- pazar günü değil de herhangi bir günde kullanabilecek; pazar günü yerine salı, çarşamba veya işgünleri içinde bir başka günü hafta sonu tatili olarak değerlendirebilecek. İşçinin hafta sonu olan Pazar gününü ailesi ile geçirme hakkı işverenin tasarrufuna bırakılıyor.
* İşin düzenlenmesi bölümünde “çalışma süresi” başlığı altında 65. maddede çalışma süreleri esnekleştiriliyor. “Haftalık çalışma süresi, işyerlerinde haftanın çalışılan günlerine, günde 12 saati aşmamak koşulu ile farklı şekilde dağıtılabilir. Bu halde, bir aylık süre içinde işçinin haftalık ortalama çalışma süresi normal haftalık çalışma süresini aşamaz. Bir aylık denkleştirme süresi toplu iş sözleşmeleri ile üç aya kadar artırılabilir” deniliyor. Böylece “denkleştirme esası” getirilerek patronlar, fazla mesai ücreti ödemekten kaçınacakları haftalık çalışma süreleri böylece esnekleştiriliyor. Tasarının gerekçesi de ilgili maddede açıklanmaya çalışılmış. Şöyle ki, “Gerekçeli Karar”ın 65. maddesi: “Maddede genel bakımdan çalışma süresi haftada en çok 45 saat olarak muhafaza edilmiştir. Ancak Türk iş hukuku öğretisinde en çok eleştirilen ve uygulamada da -yasaya aykırı olmasına rağmen- farklı düzenlemelerin getirildiği bilinen, haftalık çalışma süresinin iş günlerine eşit ölçüde bölünmesi kuralına esneklik getirilerek, sözleşmelerle haftalık normal çalışma süresinin işyerinde haftanın çalışılan günlerine farklı bir şekilde dağıtılabileceği kabul edilmiştir. Bu halde, işçilerin sağlıklarını korumak amacıyla, Avrupa Birliği’nin değişik 23 Kasım 1993 tarih ve 93/104 sayılı direktifine uygun olarak, 24 saat içinde işçiyi kesintisiz 12 saatlik bir dinlenme olanağı sağlayacak şekilde günlük çalışma süresinin bir işçi için en fazla 12 saat olması (bent a, f.3) ve ortalama haftalık çalışma süresinin de, fazla çalışmalar dahil olmak üzere, 48 saati aşamayacağı hükmü getirilmiştir (f.4).
“Haftalık çalışma süresinin haftanın çalışılan günlerine farklı şekilde dağıtılması durumunda, o işyerinde haftada 6 gün çalışılıyorsa bir işçi haftada en çok (12x6=) 72 saat, 5 gün çalışılıyorsa en çok (12x5=) 60 saat çalıştırılabilecektir. Böylece, çeşitli nedenlerle işyerlerinde ‘yoğunlaştırılmış iş haftası’ uygulanabilecektir. Bu tür çalışmalarda işverene bir aylık bir denkleştirme süresi tanınmıştır. Bu süre toplu iş sözleşmeleri ile üç aya kadar artırılabilir. Bu şekilde, yoğunlaştırılmış iş haftasından sonraki haftalarda işveren işçiyi daha az sürelerle çalıştırması durumunda, işçiye fazla çalışma ücreti ödemek zorunda kalmayacaktır. Buna göre, örneğin haftanın 5 günü çalışılan bir işyşerinde işçi bir hafta toplam 60 saat çalışmışsa, daha sonraki üç hafta boyunca haftada 40 saat çalıştırılmak suretiyle, haftalık ortalama çalışma süresi olan 45 saat aşılmamış olacaktır.”
Böylece işçi sınıfının yüzyıl önce mücadele ile elde ettiği ve 1 Mayıs mücadelesine kaynaklık eden 8 saatlik işgünü ortadan kaldırılarak yerine 12 saatlik işgünü getiriliyor. Bugün fiilen özellikle tekstil, metal işkollarında fazla mesai ücreti ödenmeden uygulanan işgünü uygulamaları yasallaştırılıyor. Böylece daha fazla çalışma ve sömürü koşulları kural haline getiriliyor.
* “Telafi çalışması” başlığı altında 66. madde ile patronlara yeni bir hak daha getiriliyor. “zorunlu nedenlerle işin durması, ulusal bayram ve genel tatillerden önce veya sonra işyerinin tatil edilmesi veya benzer nedenlerle işyerlerinde normal çalışma sürelerinin önemli ölçüde altında çalışması veya tamamen tatil edilmesi ya da işçinin talebi ile kendisine izin verilmesi hallerinde, işveren iki ay içinde çalışılmayan süreler için telafi çalışması yaptırabilir. Bu çalışmalar fazla çalışma veya fazla sürelerle çalışma sayılmaz” deniliyor.
* 67. maddede “kısa çalışma ve kısa çalışma ödeneği” başlığı altında
a) “Genel ekonomik kriz veya zorlayıcı sebeplerle işyerindeki haftalık çalışma sürelerini geçici olarak önemli ölçüde azaltmak veya işyerinde faaliyeti tamamen veya kısmen geçici olarak durduran işveren, durumu derhal gerekçeleri ile birlikte, Türkiye İş Kurumuna, işçi temsilcilerine ve varsa iş sözleşmesi tarafı sendikaya bir yazı ile bildirir.
“b) Yukarda belirtilen nedenlerle işyerinde geçici olarak en az dört hafta işin durması veya kısa çalışma sonucu işçilere çalıştırılmadıkları süre için işsizlik sigortasından kısa çalışma ödeneği ödenir.”
“İşçinin kısa çalışma ödeneğine hak kazanabilmesi için, çalışma süreleri ve işsizlik sigortası primi ödeme gün sayısı bakımından işsizlik ödeneğine hak kazanma şartlarını yerine getirmesi gerekir” deniliyor. Buna göre kriz gerekçesiyle ücretsiz izine çıkarma uygulaması yasalaştırılacak. Kriz dönemlerinde “işçilerin geçici ücretsiz izne çıkarılması”, “geçici işsizlik” olarak nitelenerek, işçilere işsizlik sigortasından “kısa çalışma ödeneği” verilecek. Bu da kriz dönemlerinde işverenlerin işçiye ücret ödeme yükümlülüğünün ortadan kaldırılması demek. Böylece patronlar stokları eritinceye kadar işçiye ücret ödemekten de kurtulacak. İşçi çok az bir ücretle bu süreyi yaşayacak. Patronların krizin etkilerinden kurtarılması ve krizin yükünün işçilere yüklenmesi yasal olarak kolaylaştırılıyor. Kriz dönemlerinde başta Türk Metal’in örgütlü olduğu işyerlerinde olduğu gibi fiili uygulamalar yasa kapsamına alınıyor.
* Tasarının 92. maddesinde “özel istihdam bürolarının kurulması” öngörülüyor. Yürürlükte olan 1475 Sayılı İş Kanunu’nda devlet tarafından yürütülen uygulama terk edilerek, özel istihdam bürolarının kurulması ve geliştirilmesi öngörülüyor. Özel istihdam büroları yasadışı olarak faaliyet yürüten işçi simsarlığım yasalaştırıyor.
Ödünç iş ilişkisi mesleki faaliyet olarak düzenleniyor. Taslağın 93. maddesinde;
“a) Başkasına (ödünç alan) işçisini ödünç vermek suretiyle gelir getirici mesleki faaliyet gösterilmesi Türkiye İş Kurumu’nun iznine bağlıdır” deniliyor. İşçiler belirli koşullarda ve belirli süreler için patronlara kiraya verilecektir. Ödünç işçi ilişkisi ile işçinin kiraya verilmesinden kâr eden, işçiyi bir meta, bir köle gibi alıp satan bürolar kurulacak. Köle pazarları böylece özel şirketler eliyle oluşturulacak.
* Tasarının sekizinci bölümü “ceza hükümleri” ne ayrılmış. Hem mevcut yürürlükte olan yasada hem de İş Kanunu Ön Tasarısı’nda cezalar caydırıcı olmaktan uzak ve göstermeliktir. Birkaç örnek bunu doğrular niteliktedir.
Tasarının 109. maddesinde işçi sağlığı ve iş güvenliği ile ilgili hükümlere uymayan işverenlere elli milyon ceza getiriliyor.
Ağır ve tehlikeli işlerde 6 yaşından küçük işçi çalıştıranlara verilen ceza en fazla bir milyar para cezası öngörülüyor.
İşe alınan işçilere doktor raporu alınmamışsa “her işçi için yüz milyon lira” işe alınan çocuk ve genç işçilere doktor raporu alınmamışsa iki yüz milyon lira para cezası getiriliyor.
Mevcut koşullarda iş kanununun bazı hükümlerine uymayan işverenlere verilecek en üst ceza bir milyar lira.
İşçinin hayatını ve geleceğini doğrudan etkileyen işçi sağlığı ve işgüvenliği maddelerine aykırı davranan işverenler hakkındaki cezalar patronların yasaya aykırı davranmasına engel olacak nitelikten uzaktır. İşçinin hayatı en az elli milyon lira en fazla bir milyar liradan ibarettir. Kapitalizmin insana verdiği değer budur.
Tasarıya Karşı Birleşik Mücadeleyi Yükseltelim
Görüldüğü gibi Tasarı işçi sınıfına esnek çalışmayı dayatıyor. Kıdem tazminatı hakkını gasp ediyor ve işçi sınıfı aleyhine birçok yeni madde içeriyor. Mevcut yasadaki kağıt üzerindeki haklar tümüyle ortadan kaldırılıyor.
Yasa tasarısı işçi sınıfına saldırı yasasıdır. İdeolojik ve politik bir saldırıdır. Bu saldırılar uluslararası tekelci burjuvazinin son on yıllarda geliştirdiği neoliberal saldırılardan bağımsız değildir. Bu düzenlemeler aynı zamanda uluslararası sermayenin coğrafyamızda sömürme ve köleleştirme, ucuz işgücü kaynağı yaratma özgürlüğünün alanını genişletmektedir. Tasarının gerekçelerinde iki şey dikkat çekicidir: 1- Uluslararası çalışma örgütünün ortaya koyduğu norm ve yasalara uygun düzenlemeler yapmak. 2- Yasaları AB’ne uyum yasaları ile örtüştürmek, Genel Gerekçede bu açıkça belirtilmiştir. “Yukarıda değinilen çalışma hayatını yakından etkileyen ekonomik, sosyal ve siyasal koşullar, esnekleşme gereksinimi, Avrupa Birliği ve Uluslararası Çalışma Örgütü normlarına uyum sağlama zorunluluğu mevcut iş kanununda bazı değişiklikler yapılması yerine yeni bir iş yasasının hazırlanmasını zorunlu kılmıştır” denilerek bunu doğrulamaktadır. Tasarının yapısal bir nitelik taşıdığının altı çizilmektedir. İş yaşamına emperyalist müdahale bazı rotüşlerin ötesinde temelden bir değişikliğe uğratılmaktadır. Tümüyle kapitalist tekellerin ihtiyaçları doğrultusunda hazırlanmıştır. Keza eşitsiz koşullar altında sermaye sınıfı, değişikliği bir saldırı biçimine dönüştürmektedir. İşçi sınıfının tarihsel kazanımları uluslararası haydutlar tarafından bir bir gasp edilmektedir.
Uluslararası burjuvazinin bu genel eğilimine karşılık tek tek ülkelerde karşı koyuşlar yaşanmaktadır. İtalya, Yunanistan örnekleri gösteriyor ki, saldırıyı püskürtmek güçlü kitlesel ve birlikte mücadele ile olanaklı olmaktadır.
Coğrafyamızda ancak 600 bin civarında işçi sendikalarda örgütlüdür. Bunun dışında kalan milyonlarca işçi sendikasız ve örgütsüzdür. Bu durum işbirlikçi tekelci burjuvazinin işini kolaylaştırmaktadır. Yasa, sadece sendikalı işçileri değil sendikasız işçileri de kapsamaktadır. Dolaysıyla milyonlarca işçinin kıdem tazminat hakkı gasp edilecektir. Bu hakkın korunması üzerinden işçi sınıfı ile sermaye arasında sert çarpışma çıkabilir. Sermaye, mezarda emeklilik yasasında olduğu gibi bugün işçi sınıfına taviz siyaseti, yatıştırma siyaseti güderek gelecek kuşakların haklarını ortadan kaldırabilir.
İş Kanunu bu nedenle salt sendikal bir sorun, sendikalı işçileri ilgilendiren bir sorun değildir. Doğrudan ve tamamen iş yasası değişikliği tüm işçileri, emekçileri ilgilendiren politik bir sorundur. İşçi sınıfı, eğer bu yasa çıkarsa bugününü ve geleceğini kaybedecektir. İşçi sınıfı, bu kanun karşısında kayıtsız kalamaz.
İş kanunu Tasarısı politik bir saldırıysa buna karşı mücadele de politik içerikte olmak zorunda. İşçi sınıfı arasında politik etkiyi yükseltecek bir çalışma esas alınırsa mücadele büyütülebilir. İşçi sınıfını politik faaliyetin gücü ile örgütlemek, işçiler arasında sınıf bilincini geliştirmek ve mücadeleyi de yeniden yapılandırmak gerekir.
Mücadele; sendikalı-sendikasız, sigortalı-sigortasız, işçi-işsiz tüm işçi ve emekçileri kapsayacak şekilde yeniden yapılandırılmalı. Bu nedenle ülke çapında bölgesel-iller düzeyinde geniş işçi-emekçi toplantılarının düzenlenmesi, bu toplantılara katılan işçilerle birlikte ortak kararların alınması ve hayata geçirilmesi şarttır. Yasanın getirdiği değişikliklerin işçilerle birlikte tartışılması, geniş çaplı aydınlatma faaliyetinin yürütülmesi zorunludur. Aydınlatma faaliyeti; paneller, toplantılar, bildiriler, broşürler, yoluyla en geniş işçi kitlesi sürece katılarak yürütülebilir. Birleşik hareket ve karşı koyuş yaratmak yasaya karşı mücadelenin temel konusu olmalıdır. Birleşik bir mücadelenin yaratılmasını beklemek de gerekmiyor. Bir bölgede, fabrikada, havzada şimdiden geliştirilecek küçük çaplı örneklerin çoğaltılması birleşik mücadelenin önünü açabilir.
İşçiler arasında yürütülecek ajitasyonun bir parçası işçi sınıfının geleceğinin gasp edildiği üzerine olmalıdır. Her işçi, çocuklarına onurlu bir gelecek bırakmak, gelecek kuşaklara üzerinden yürüyecekleri bir gelenek bırakmak zorundadır. İşçi sınıfı geleceğinin ipotek altına alınmasına seyirci kalamaz.
Ama mesele bundan ibaret değil. Bu yasa geçerse işçinin bugünü de yüzyıllık kazanımların gerisine düşecek.
İş Kanunu Ön Yasa Tasarısı’nın mimarlarının arasında sendika patronları da bulunuyor. 9 kişilik “Bilim Kurulu”na temsilcileri arasında her üç konfederasyondan yollanmış uzmanlar var. Sendika bürokratları sermayenin saldırısının suç ortağıdır. Fakat onlar mezarda emeklilik yasasına karşı mücadele sürecinde olduğu gibi, tabandan gelişecek tepki ve işçi sınıfı arasındaki geniş çaplı kaynaşma sonucu harekete geçiyorlar. Daha çok da hareketi denetim altına almak ve başarısızlığa uğratmak için. Fakat sendikaların harekete geçirilmesi, zorlanması ve mücadeleye sevk edilmesi muhakkak sağlanmalıdır. Sendikaların bir güç olabilmesi için tabanda bir güç oluşturmak önemlidir. Sendika yöneticilerinin ihanetini etkisiz kılacak en temel mekanizma taban örgütlülüğüdür. Tabanda kaynaşmanın örgütlenmesi yoluyla ihanete engel olunabilir. İşçi sınıfı sermayeye karşı pazarlık gücünü artırmak için ortaya çıkan tabandaki kaynaşmayı birleştirmek zorunda. Kaynaşmanın boğulmaması için temel koşul iyi bir hazırlık ve örgütlenmedir.
İşçi sınıfı, “Bu yasa geçmeyecek” demek için kararlı, bilinçli ve mücadeleci bir hat üzerinden yürümelidir. Her fabrikada, her işçi havzasında, sanayi sitelerinde 1475 Sayılı Yasa Tasarısı’na karşı mücadele komiteleri kurulmalıdır. Her yerde “İş Kanunu Tasarısı çöpe” diye haykırılmalıdır. İşçiler, tıpkı 15-16 Haziran direnişindeki gibi; panzerlere, tanklara ve tüfeğe karşı bedenleri siper eden, ileri atılan mücadeleci işçiler gibi olmak zorunda. Aksi halde bu yasa geçer.
Sınıf bilinçli işçiler, işçi sınıfı tabanındaki kaynaşmayı kucaklamak için birleşik bir hareketin temellerini güçlendirmelidir.
Birleşik mücadelenin bir parçası olarak tüm çalışanlar için grevli toplu sözleşmeli ortak çalışanlar yasasının çıkarılması talep edilmelidir. Tüm işçi-emekçilerin parçalanmışlığına, dağınıklığına son verecek olan da bu- dur. Ortak çalışanlar yasasının talep edilmesi İş Kanunu saldırısına kaşı ortak örgütlenme, ortak mücadele, ortak hak alma ve sermayenin saldırılarına karşı işçi ve emekçilerin ortak duruşunu sağlayabilir. İşçileri kapitalist tekellerin saldırısının olumsuz etkisinden koruyabilir.
Temel şiar “İş Kanunu Ön Tasarısı geri çekilsin, kıdem tazminatı hakkına uzanan elleri kıracağız” olmalıdır. Bu hat üzerinden yürünerek saldırı püskürtülebilir. 15 Mart 2003’ün gelmesini beklemek ölümdür. Daha şimdiden işçi sınıfının aydınlatılması ve mücadeleye hazırlanması gündemimizi işgal etmelidir. Öyleyse ileri!