"Politikada ütopya, ne şimdi ne daha sonra, yani hiçbir zaman gerçekleşmeyecek bir istek, sosyal güçlere dayanmayan ve politik, sınıfsal güçlerin gelişmesiyle desteklenemeyen bir istek demektir. ” (Ütopik ve Bilimsel Sosyalizm VI. Lenin)
57 Mart tarihleri arasında yapılan EMEP İkinci Kongresi’nde ulusal ve uluslararası pek çok sorun ele alındı, “tartışıldı” sonuçlarıyla kamuoyuna açıklandı.
EMEP’in yasalcı, reformist doğrultudaki derinleşmesinin, kapsamlaşmasının bir aracı ve ifadesi olan İkinci Kongre; PKK’nin tasfiyeci çizgisinin Kürdistan devrimini baş aşağı götürdüğü bir sürecin sağladığı “rahatlık ortamı”nda, Kürdistan devriminin dününe ve geleceğine liberal bir görüş açısından fütursuzca saldırıldığı bir platform olmuştur.
Önceliyle birlikte, genel olarak silahlı devrim anlayışına, özel olarak da Kürdistan ulusal özgürlük mücadelesine sırtını dönen, ona hep “Kürt terör hareketi” ve “ırkçı ve milliyetçi faşizmin yükselişine bulunmaz malzeme” olarak bakan EMEP’in, PKK’nin tasfiyeci- teslimiyetçi değişimine alkış tutması ve olumlaması yasalcı, parlamenterist özüyle uyumludur. Ve EMEP, kendi cephesinden uluslararası burjuvazinin ve Türk burjuvazisinin Kürdistan devrimini tasfiye etme saldırganlığına omuz vermiştir. EMEP, uluslararası tasfiyecilik akımının bir kolu olduğunu, Kürdistan devrimi karşısındaki bu duruşuyla bir kez daha açığa vurmuştur.
EMEP İkinci Genel Kongre çalışma raporunda "Abdullah Öcalan ’ın yakalanmasıyla, Kürt sorununun Türkiye bölümü bir dönemini kapattı. ” (5 Mart 2000 Evrensel gazetesi) tespitini yapmıştır. Öcalan’ın yakalanmasıyla birlikte ulusal kurtuluşçu savaşım çizgisinin, reformcu -teslimiyetçi bir doğrultuda tasfiye edildiği ve yeni bir sürece girdiği gerçeği üzerinden yapılan bu tespit; aynı zamanda EMEP’in dün olduğu gibi bugün de, Kürt ulusal sorunu ve Kürdistan ulusal kurtuluşçu devrimi karşısındaki pozisyonunu da göstermektedir. Ufku burjuva demokratik reformlarla sınırlı olan ve Kürt sorununda da devrimci çözümü program edinmeyen EMEP, Öcalan’ın yakalanmasıyla birlikte PKK’nin giderek ulusal devrimci savaşımını sona erdirilmiş olmasını “Kürt sorunun Türkiye bölümü bir dönemini kapattı” tespitiyle göndere çekmiştir. Kürdistan ulusal kurtuluş savaşını hep “kör terör hareketi” olarak niteleyen ve yasalcı parlamenterist ve sendikalist çizgide kendini var etme ütopik istemlerine aykırı düşen, silahlı devrimci mücadeleyi, faşizmin saldırganlığıyla aynılaştıran EMEP reformculuğu, silahlı devrimin sona erdirilmesi kararını yeni bir dönemin açılması olarak selamlıyor. Öcalan’ın, "Kürt sorununun çözümünde yeni bir dönem açılmıştır” tespitiyle EMEP’in ortaklaşması, her ikisinin de silahlı devrimci savaşımın sona erdirilmesi hattında buluşmalarıyla ilgilidir. Silahlı devrimci savaşımın sona erdirilmesi hem Öcalan’ın, hem de EMEP’in ereğidir.
EMEP İkinci Kongre çalışması raporunda bu yeni dönem müjdelendikten sonra, "sorunun tortuları temizlendiğinde hem Türkiye Cumhuriyetimin hem de PKK’nin ‘Kürt sorununu, çözme’ tarzının aslında bir çözümsüzlük görüldüğü belirtilen raporda; Öcalan’ın yakalanması sonrasında nispeten silahların susmasıyla emekçiler arasındaki dayanışma için koşullar daha uygun hale gelmiştir" deniliyor.
EMEP’in burjuva bir görüş açısından diktatörlüğün ve PKK’nin "Kürt sorununu çözme tarzını" aynılaştırdığına işaret etmiştik. EMEP’e göre, her ikisi de Kürt sorununu çözmede silahlı zor yöntemine başvurduğu için “çözümsüzdür”ler. Halbuki EMEP’e göre Öcalan’ın çağrısıyla PKK cephesinden “silahların da susmasıyla” "emekçiler arasında dayanışma için koşullar daha da uygun hale gelmiştir. " Kürt halkının, Kürt yurtseverlerinin 15 yıllık devrimci savaşımına sosyal şoven politik bir perspektiften bakan EMEP’in; Kürdistan ulusal kurtuluş savaşımını küçük burjuva milliyetçi sınıf karakterine karşın, emperyalizme, Türk sömürgeciliğine ve bölge gericiliğine yönelmiş güçlü bir devrimci kalkışma olduğunu görmesini ve milyonlarca Kürt emekçisinin ulusal devrimci istemlerini anlamasını beklemek hayalperestlik olur elbette. Milyonlarca Kürt emekçisini kucaklayan, faşist diktatörlüğü bunalımdan bunalıma sokan ve belli düzeyde çözen Kürdistan devriminin sönümlenmesinden medet umanlar devrimci değil, en fazlasından işçi aristokrasisinin, sendika bürokrasisinin ve küçük burjuva aydın tabakalarının sınıfsal eğilimlerine uygun düşen reformcular ve liberaller olabilirler.
PKK’nin küçük burjuva milliyetçi çizgisi her ulustan işçi ve emekçilerin sınıfsal birliğinin gerçekleştirilmesinin önünde engel olsa da, birleşik bir devrimin zaferi uğrunda yürütülen mücadelede, Kürdistan devrimiyle Batı’daki devrimi birbirine yakınlaştırmak, işçiler, emekçiler arasında dayanışmayı yükseltmek, Kürdistan devriminin hayatiyetine kastetmekle, onu sönümlendirmekle değil, aksine Kür- distan devrimine katılarak, Türk işçi ve emekçilerini şovenizmin etkisinden kurtararak, işçi ve emekçileri devrimci bir çizgide örgütleyip savaşarak sağlanabilir.
Faşist diktatörlüğe ağır darbeler indiren Kürdistan devriminin tasfiyesi, şovenist saldırganlıkta bir tavsama, hatta konjonktürel olarak bir düşüş ortaya çıkarsa da, bu yüzbinlerce Kürt emekçisinin reformist-teslimiyetçi politikalar üzerinden burjuva sisteme tabi kılınması pahasına olduğu için ve Türk işçi ve emekçileri en büyük devrimci müttefiğinden yoksun kalacağından hiçbir aklı başında devrimcinin desteğini alamaz. Kürdistan devriminin tasfiyesinden “demokratik ve halkçı çözümün” önü açılmıştır sonucu çıkarılmaz. Bu sonucu çıkarma başarısını, ancak, EMEP gibi varlığını burjuva sisteme borçlu olanlar, burjuva demokratik çözümler peşinden koşanlar gösterebilir.
Öte yandan EMEP, "düne göre Kürt sorununda kullanılan lügatta bir değişim olmuşsa ve yeniden ‘Kürt yoktur’ ‘onlar dağ Türk’ü olan kardeşlerimizdir’ edebiyatı başlamışsa, bu hak ve özgürlüğe muhtaç olanların mücadeledeki zaaflarındandır. " (2 Mart 2000 Evrensel gazetesi) değerlendirmesini yapıyor.
Demek ki, Kürdistan devrimi silahlı mücadele çizgisinde yürütülürken Türk hakim sınıfları, Kürt ulusunun varlığını, söylemde de olsa kabul etme noktasına gelmiş ve hatta değişik burjuva çevreler inkar ve imha çizgisinin dışına çıkan çözüm arayışları içerisine girmişlerdir. Öcalan’ın yakalanması ve ardından devrimi teslimiyetçi bir çizgide tasfiye etme yönelimiyle birlikte, Türk egemen sınıflarının siyasal ve askeri temsilcileri ve de çanak yalayıcıları yeniden “Kürt yoktur” demagojik söylemine sarılmışlardır. şimdi burada, İmralı öncesi ve İmralı sonrası olmak üzere temelden iki farklı durumun varlığı açıkça görülmektedir. EMEP’in de doğru tespit ettiği bu durum değişikliği “hak ve özgürlüğe muhtaç olanların”, yani Kürt yurtseverlerinin Kürt halkının “mücadeledeki zayıflıklarındandır.” Kürt yurtseverleri ve yurtsever Kürt halkı, sömürgeci faşist diktatörlüğü doğrudan hedefleyen devrimci demokratik taleplerin devrimci gerçekleş me yolundan elde edilmesi mücadelesini yürüttükleri 15 yıllık dönem sonucunda, Kürt ulusunun ve Kürt sorunun varlığını Türk hakim sınıflarına ve bütün dünyaya kabullendirmişlerdir. Ama İmralı’dan sonra, eğer Kürt ulusu varlığı yeniden yok sayılıyorsa, bu, reformcu teslimiyetçi çizginin Türk işbirlikçi tekelci burjuvazisine altın tepside sunduğu bir olanaktır.
EMEP’li reformistler bir taraftan Kürdistan’da bir buçuk yıl öncesine kadar sürdürülen silahlı devrimci savaşımı lanetliyorlardı, fakat öte yandan bugün kalkmış PKK’nin mücadeleyi zaafa uğratması sonrasında, ortaya çıkan tablodan siyasi prim kapmaya çalışıyorlar. Böylelikle ne yaman bir mücadele partisi olduklarını, PKK’nin ve HADEP’in alternatifi bir güç olarak EMEP’in Kürt sorununu çözebileceği gülünç iddiasına inandırıcılık kazandırmak istiyorlar. Sen, hem Kürt halkının ulusal demokratik istemleri uğruna yürüttüğü mücadeleyi “Kürt terör hareketi” olarak niteleyeceksin, hem de kalkıp teslimiyetçi çizginin ortaya çıkardığı devrimin gerilemesini Kürdistan ulusal kurtuluş savaşının “çözümsüzlüğü”ne bağlayarak durumdan vazife çıkarıp siyasi rant elde etme peşinden koşturacaksın. Bu kadar pişkinlik ancak EMEP’in kaşarlanmış fakat inceltilmiş bir reformcu politika yapma yeteneğine de sahip önderlerine hastır.
EMEP İkinci Genel Kongresi’nde Kürt sorunu üzerine konuşan EMEP GYK üyesi ve aynı zamanda Kürt sorununda uzman kesilen Ender İmrek, EMEP’in Kürt ulusal kurtuluş savaşı ve Kürt sorunu karşısındaki tavrını en özlü ve en yalın biçimde dile getirmiş ve ifadelendirmiştir. 5 Mart tarihli Evrensel gazetesinde şöyle deniyor.
"İmrek, 15-20 yıldır silahlı mücadele veren güçlerin bugün işçilerin mücadelesine katkı sunmak yerine emperyalizmin ve gericiliğin güdümüne girdiğine işaret ederek, Kürt sorununun işçi ve emekçilerin birinci sorunu haline getirilmesi gerektiğini vurguladı. PKK’nin bugüne kadarki en hayırlı kararı alarak silah bıraktığını ifade eden İmrek, silahların susmasıyla birlikte konunun demokratik güçler tarafından daha sağlıklı ele alınma olanaklarının arttığını kaydetti. "
EMEP yöneticileri ve uyanık Evrenselciler EMEP’in düşünce ve niyetinin bu kadar açığa vurulmasının tepki toplayacağını görmüş olmalıdır ki, iki gün sonra, yani 7 Mart tarihli Evrensel gazetesinde Ender İmrek’in konuşmasında, oportünist karakterlerine uygun bir “düzeltme” yapma yoluna gittiler. Aksi halde hem EMEP tabanına bunu kabul ettirmekte zorlanabilirlerdi, hem devrimci demokratik çevrelerin tepkisini üzerlerine çekerlerdi ve daha önemlisi de, üzerlerinde hiçbir ciddi etkilerinin olmadığı Kürt halkının ve Kürt yurtseverlerinin nefretini ve patlayan öfkesini karşılarında bulabilirlerdi. Ancak her ne kadar oportünist bir tutumla söylenmişi söylenmemiş gibi göstermeye kalkışsalar da niyet ve düşüncelerini gizliyemiyorlar. Çünkü mızrak çuvala sığmıyor.
Evrensel gazetesindeki “düzeltme”de şunlar söyleniyor; "E. imrek’in ‘15-20 yıldır silahlı mücadele veren güçlerin bugün işçilerin mücadelesine katkı sunmak yerine emperyalizm ve gericiliğin güdümüne girdiği... ’ şeklinde çıkan beyanı ‘onbeş-yirmi yıldır silahlı mücadele veren güçlerin bugün işçilerin mücadesine katkı sunma yerine emperyalizm ve gericiliğin gündemine ayak uydurduğu... ’ olacaktır. Yine aynı haberde Imrek’in ‘PKK’nin bugüne kadarki en hayırlı kararı alarak silah bıraktığı.... ’ şeklindeki cümlesi ise ‘PKK’nin silah bırakma kararı emekçilerin taleplerinin üzerini örten çatışmaların son bulması, hiç değilse emekçilerin önümüzdeki süreçte talepleri ekseninde bir mücadele yürütmelerinin yolunu açması bakımından hayırlı olmuştur’ olacaktır. Düzeltir, özür dileriz" (7 Mart 2000 Evrensel gazetesi)
Her neyse, onlar oportünistçe parende atmaya devam ededursunlar, biz Ender İmrek’in “sosyalist perspektifi”nden çıkan teslimiyetçi politikalara dönelim. Ender İmrek, '‘PKK’nin silah bırakma kararını emekçilerin taleplerinin üzerini örten, çatışmaların son bulması " şeklinde bir değerlendirmeyle yanıtlıyor. Başta Kürt işçi ve emekçileri gelmek üzere ulusal sorunun, genel anlamda işçi ve emekçilerin kendi sınıfsal istemleri etrafında bir mücadeleyi geliştirmelerinin üzerini örtücü bir etkide bulunduğu doğrudur. Fakat, bundan ulusal istemleri etrafında gelişen Kürdistan devriminin, işçi ve emekçilerin mücadelesinin önünde engel oluşturduğu, bu nedenle Kürt yurtseverlerinin sömürgeci diktatörlüğe karşı yürüttüğü silahlı devrimci savaşıma son vermeleri gerektiği, bu olmadan Kürt işçi ve emekçileriyle, Türk işçi ve emekçileri arasında dayanışmanın ve mücadele birliğinin örülemeyeceğini söylemek EMEP’in, Kürt devrimi karşısında şimdiye değin izlediği siyasal çizgiyi ve pratik eylem hattını gösterdiği gibi, Kürt sorununun devrimimizin temel bir sorunu olduğu ve Kürt ulusal kurtuluş savaşının birleşik devrimimizin başlıca unsurlarından birini oluşturduğunu görmezlikten gelmenin itirafıdır. İmrek’in “çatışma” dediği şeyin bir yanında, diktatörlüğün inkar ve imha çizgisi ve sömürgeci egemenlik ilişkileri ve diğer yanında sömürgeci boyunduruğa ve ulusal zulme karşı kendi kaderini tayin için bütün varlığıyla savaşan Kürt halkı ve Kürt yurtsever devrimcileri vardı. İmrek “çatışmalar” derken savaşan tarafların niteliğini gizlediği gibi, bu “çatışmaların” işçi ve emekçilerin aleyhine gelişen bir yapıda olduğunu gösterme çabası içindedir. Bu “çatışmalar” devrimle karşıdevrim arasında sürüp gelen çatışmalardır. Ve EMEP gibi reformcu yasal partiler varlığını biraz da Kürt ulusal savaşımının ortaya çıkardığı devrimci olanaklara borçludur. Burjuvazi, işçi ve emekçilerin devrimci çizgideki gelişim doğrultularını saptırmak hedefiyle EMEP gibi yasal partilerin ögütlenmesine kanallar açtı ve yığınları bu reformculuk kulvarına çekerek devrim tehditlini savuşturmanın taktik manevrasını yaptı.
Ender İmrek, ilk yaptığı değerlendirmede "PKK’nin bugüne kadar ki en hayırlı kararı alarak silah bıraktığı"nı söyleme pervasızlığını göstererek Kürdistan devriminin PKK eliyle tasfiyesini alkışlıyor ve başta Kürdistan’da olmak üzere kendi reformist gelişiminin kanallarının açıldığına inanarak sevinç çığlıkları atıyor.
PKK’nin silah bırakma kararına en çok sevinenlerin ve doğrudan ya da dolaylı destek verenlerin Türk burjuvazisi ve emperyalist merkezler olduğu hatırlanacak olursa, EMEP ve benzeri reformist odakların PKK’nin teslimiyetçi ve tasfiyeci silahı bırakma kararını “PKK’nin bugüne kadarki en hayırlı kararı” olarak değerlendirmesiyle kime ve neye hizmet ettiği daha iyi görülecektir. Sömürgeci faşist diktatörlüğe karşı yürütülen silahlı devrimci savaşıma son verilmesi, belki EMEP gibi yasalcılığı temel almış, parlamenterist sendikalist çizgide mücadele yürüten ve düzen içi çözüm arayışlarına kilitlenmiş partilere bir nebze nefes aldırıp, alan açsa da, bunun ne denli yanıltıcı bir durum olduğu ve faşizmin düne kadar ensesinde soluğunu hissettiği Kürdistan devriminin somut tehdidinden kurtulmuş olarak işçi ve emekçilere, onların kazanılmış haklarına, mevzilerine ve örgütlülüklerine azgınca saldıracağı son ayların verileri tarafından kanıtlanmıştır. Küçük burjuva reformist yasalcı partiler ve bilumum liberal dönekler, silahlı devrimci savaşıma ağız birliği etmişçesine saldırırken barışçıl ve burjuva demokratik çözüm tarzını devrimin yerine geçirtmektedirler.
Ender İmrek’in “PKK’nin bugüne kadarki en hayırlı kararı” şeklinde değerlendirmesi üzerine yapılan “düzeltme”de de, laf kalabalığı içeresine sıkıştırılmış da olsa, silah bırakma kararının hayırlı bir karar olduğu söylenmekten kaçınılmamıştır. “Düzeltme”de, "PKK’nin silah bırakma kararı emekçilerin taleplerinin üzerini örten çatışmaların son bulması, hiç değilse emekçilerin önümüzdeki süreçte talepleri ekseninde bir mücadele yürütmelerinin yolunu açması bakımından hayırlı olmuştur" denilmiştir. Yani her halükarda silah bırakma kararı hayırlı bir karar olarak görülmekte ve destek çıkılmaktadır. EMEP kendi reformist yasalcı kulvarında yürümeyen, örgütlenmeyen ve mücadele etmeyen bütün devrimci akım ve partilerin varlığından korkuya kapılmakta, devrimci savaşım ve örgütlenme çizgisine karşı sosyal reformist bir duruşla ve inceltilmiş bir sosyalist lafazanlığı kendine siper ederek düşmanlığı körüklemektedir. Ama öte yandan devletin, halkın demokratik taleplerine yanıt vermek zorunda kalacağı bir döneme girildiğini söyleyerek, işçi ve emekçileri devlete dönük beklentilere yatırmaktadır.
EMEP İkinci Genel Kongre çalışma raporunda, "Mevcut görünür olanla dipteki gerçekleri bütünleştirdiğimizde, ortaya çıkan politik sonuç şudur; Kürt sorununda ağırlaşmış ve devleti halkın demokratik taleplerine yanıt vermek zorunda bırakacak bir döneme giriyoruz. " (2 Mart 2000 Evrensel gazetesi) deniyor.
Bir yandan PKK’nin silah bırakma kararına alkış tut, öte yandan Kürt sorununun ağırlaştığından ve devletin, halkın demokratik taleplerine yanıt vermek zorunda kalacağı bir döneme girildiğini vaaz et. Faşist devletin, halkın demokratik taleplerine yanıt vereceği iddiası yalnızca devletin niteliği hakkında yanılsamalı bir düşünce yaymakla sınırlı bir şey olduğunu düşünmek yanlış olur. Bugün devletin faşist-militarist karakteri pekişmekle kalmamış, sistemi yeniden yapılandırma stratejisine uygun olarak bütün muhalif kesimlere dönük saldırganlığı da ayyuka çıkmıştır. Emperyalizmle de ekonomik, siyasi, askeri ve diplomatik bağların ve bağımlılık ilişkilerinin derinleştiği ve kapsamlaştığı bu süreçte eksen ülkelerden biri olarak Türk devleti; ABD emperyalizminin bölgesel çıkarları için içte işçi ve emekçilere ve Kürt ulusuna, dışta da bölge devletlerine ve halklarına karşı tepeden tırnağa faşist zor, militarizm ve şovenizmle kuşanmıştır. Faşist devletten halkın demokratik istemlerine yanıt vereceğini öngörmek, işçi ve emekçilerin demokratik talepleri uğruna devrimi he defleyen bir savaşım çizgisinde örgütlenmelerini ve mücadele etmelerini yadsımaktan başka bir şey değildir. Kürt sorunu dahil işçi ve emekçilerin demokratik istemlerinin devlet tarafından yanıtlanacağını, karşılanacağını öngördükten sonra, demokratik talepleri için ge niş yığınların devrime seferber edilmesini düşünebilir misiniz? Artık burada devrimci iktidar perspektifinin varlığından söz edebilinir mi? Kimi kandırıyorsunuz. Gerçi hakkınızı yememek gerekir, artık devrim sözcüğünü de siyasal literatürünüzden çıkarmaya başladınız. Her yana çekilir nitelikte olan “halkçı ve demokratik çözüm” reçeteniz var.
Devletin demokratik taleplere yanıt vermek zorunda kalacağı bir döneme giriyoruz diyen EMEP’in şarlatanları, yığınların içinde bulunduğu nesnel durumu da tersyüz ederek, söylediklerine haklılık ve inandırıcılık kazandırmak gayretkeşliği içindedir.
"Tarihin hiçbir döneminde halk bu denli ortak talepler etrafında mücadele etmek gerektiği bilincine varmamıştır. Devletin PKK’nin duruşundan dolayı avantaj olarak değerlendirdiği durum, her an emekçiler lehine değişmeye müsaittir. " (2 Mart 2000 Evrensel gazetesi)
Bu söylenenleri Türkiye’de, K. Kürdistan’da değil de başka bir kara parçasındaki birileri okumuş olsa belki inanılır ama, eğer yazılıp çizilen satırlar bu coğrafyadaki insanlara hitaben yazılmışsa -ki öyledir- o zaman bunlar EMEP’in nasıl bir sübjektivizm içinde olduğunun göstergesi olarak işe yarar, hepsi o kadar.
Halk gerçekliğini hiçbir dönem nesnel ölçütlere bağlı kalarak değerlendirme yeteneği göstermeyen EMEP’in önderleri, Kürdistan devriminin PKK eliyle tasfiyesinin ne denli yararlı bir iş gördüğüne yığınları inandırmak için tarihi ve somut gerçekleri çarpıtmaktan kaçınmıyorlar.
Geniş halk yığınları, sömürüye ve zulme karşı büyük bir tepki ve öfke beslemekle birlikte ortak örgütlenmelerden de yoksun oldukları için, her toplumsal kesim, en fazlasından, o da ağırlıklı olarak ekonomik istemleri etrafında ve birbirinden yalıtık bir mücadele hat tında duruyor. Geniş halk yığınları, özellikle de ortak siyasal talepler etrafında bir mücadele yürütmenin gerektiğinin bilincinden yoksundur. Yalnızca veya esas olarak Kürt halkı, siyasal içerikli (o da ulusal taleplerle sınırlı) mücadele yürütmenin kapsamlı bilincine kavuşmuştur. Bu ulusal devrimci bilinci de PKK tasfiyeciliğin ve reformculuğu şimdiden iğdiş etmeye başlamıştır.
Aslında EMEP’in ortak taleplerden anladığı da ekonomik taleplerden başka bir şey değildir. Yoksa EMEP ortak taleplerden söz ederken ortak devrimci siyasal talepleri anlamıyor. O, reformist, ekonomist, sendikalist çizgisine uygun olarak ortak talepleri formüle ederken, ağırlıklı olarak ekonomik istemleri dillendirmektedir. En fazlasından reformist içerikli siyasal istemleri de bunların yanına kat maktadır. Devrimci bir programa, devrimci bir iktidar stratejisine sahip olmayan küçük burjuva reformist partilerin ortak talepler formülasyonu, onların reformcu programlarının özünü teşkil etmektedir. Doğaldır ki bu reformcu program hedefleri, kendi niteliğine uygun gelen bir mücadele ve örgütlenme çizgisini ortaya çıkarmıştır. Yasallığı ve düzen içiliği her şey haline getiren, parlamenterist ve sendikalist bir temelde örgütlenen, barışçıl ve yasal eylem çizgisinin dışına taşmayan EMEP ve benzeri partilerin, geniş halk yığınlarının ortak devrimci talepleri etrafında, devrimci iktidarı hedefleyen bir çizgide mücadele yürütmeleri de beklenemez zaten.
Kürt sorununda EMEP adına konuşan ve yazan EMEP GYK üyesi Ender İmrek, Newroz üzerine 19 Mart tarihli Evrensel gazetesinde yayınlanan yazısında, "Yıllardır bölgede devam eden çatışma ortamının son bulması, baskıların kalkması, hayatın normalleşmesi Türk ve Kürt emekçilerinin ortak özlemidir," dedikten sonra "savaş son bulmalı, OHAL kaldırılmalıdır. Baskılar son bulmalı, Newroz bayram olarak kabul edilmelidir. Toplantı ve gösteri ve örgütlenme hakkı önündeki tüm engeller kaldırılmalı, bölgede yaşam normalleşmelidir. Kürt kültürü ve dili üzerindeki baskılar son bulmalı, ana dilde eğitim hakkı sağlanmalıdır. Bölgeye sokulmayan Y. Evrensel ve Özgür Bakış gazeteleri serbest dağıtılmalıdır. Kürt sorununu, çözecek araçlar olarak silah, zor kullanma, asimilasyon terk edilmeli, kardeş iki halkın eşit ve özgürce yaşadığı demokratik Türkiye için adım atılmalıdır" gibi istemleri sıralıyor.
15 yıllık Kürdistan ulusal özgürlük savaşı süresinde faşist diktatörlük tarafından binlerce gerilla ve yurtsever katledilirken, Kürt halkının yaşamı çekilmez hale getirilirken ve Kürt halkı şoven faşist güruhlar tarafından linç edilirken ölü taklidi yapan EMEP yöneticileri, PKK’nin silah bırakma kararının üzerine olanca pervasızlığıyla atladılar. Ve burada reformist gelişimler için elverişli atmosferin oluştuğunu düşünerek atağa geçme kararını aldılar.
Ender İmrek, kendi reformist istek ve özlemlerini Türk ve Kürt halkının ortak özlemleri olarak sunmuştur. EMEP’in en büyük arzusu “çatışmaların son bulması” ve “hayatın normalleşmesidir”. Onlar biliyor ki “hayat normalleşme”den kendileri gibi tatlı su devrimcilerine hayat yoktur. “Hayatın normalleşmesi” özlemi, 15 yıldır kan can bedeli bir mücadele yürüten Kürt halkının ve yurtseverlerinin bütün devrimci kazanımlarının bir yana bırakılması, devrimci savaşım çizgisinin terk edilmesi ve yeniden Türk sömürgeciliğinin boyun duruğunu kabullenmekten başka bir şey ifade etmiyor. Faşist sömürgeci devletin Kürt ulusunun varlığını dahi kabullenmediği, Kürdistan üzerindeki sömürgeci egemenliğinden asla vazgeçmediği ve bunun temelini oluşturan ekonomik siyasi ilhakın hüküm sürdüğü, egemenliğinden asla vazgeçmediği koşullarda “hayatın normalleşmesi” düşünülebilir mi? Kürdistan’da (sizin diliniz bunu söylemeye varmıyor ‘bölge’ demeye devam edin) “çatışma ortamının” son bulması nasıl mümkün olacak? Bu iki biçimde ancak gerçekleşebilir: Ya; Kürt ulusunun devrimci yoldan özgürlüğüne kavuşmasıyla; ya da Kürdistan devriminin teslimiyetçi yoldan tasfiyesi ile olanaklıdır. EMEP “çatışma ortamının son bulmasını”, Kürdistan devriminin zaferi yolundan öngörüp savunmadığına göre, geriye Kürt halkına teslimiyeti ve ihaneti salık vermesi kalıyor. Ender İmrek’in EMEP adına ileri sürdüğü talepler, en ilerisinden bazı reformlar istemlerden başka bir şey değildir. Ama çaktırmadan bunların arasına “savaş son bulmalı” talebini de sokuşturmuş. Hangi savaş, kimin kime karşı savaşı son bulmalı? Sömürgeci kirli savaşın son bulmasını istemek başka bir şey -ki bu demokratik bir istemdir- genel olarak Kürdistan’da “çatışmaların”, “savaşın son bulmasını” istemek bambaşka şeydir. İmrek, burada, sömürgeci kirli savaşın yanı sıra ulusal devrimci savaşımın da sona erdirilmesini istemekte ve devrimi yadsıma çizgisinde ne denli derinleştiklerini ortaya koymaktadır.
Ender İmrek, bazı reform talepleri sıralarken esasında Kürt ulusunun ayrılıp ayrı devlet kurma hakkını, özgürlüğünü yadsımaktadır. Ulusal sorunun çözümündeki bu temel halkayı kavramayanların, Kürt sorununun devrimci çözümünü hedefleyen bir mücadele içinde olmaları da düşünülmez. İmrek, bazı reformcu taleplerin gerçekleşmesine bağlı olarak “demokratik Türkiye için adım atılmalıdır” diyerek burjuva egemenlik ilişkileri koşullarında “demokratik Türkiye” isteminin gerçekleşebilir bir şey olduğunu ve bu uğurda mücadele edilmesi gerektiğini ısrarla vurguluyor. A. Öcalan’ın Kürt sorununun çözüm programı olarak sunduğu “demokratik cumhuriyet” projesiyle, EMEP’in program edindiği “demokratik Türkiye” hedefi nasıl da örtüşüyor. Öcalan, özellikle emperyalist merkezlerden ve Türk burjuvazisinden medet beklerken, EMEP yasal çerçeveye hapsolmuş “demokratik güçlerin” mücadelesiyle bunun elde edilebileceğine halk yığınlarını ve devrimcileri inandırmaya çalışıyor.
15 yıldır süren ulusal devrimci savaşımın uzağında duran ve özellikle de onunla ilişkilenmemek için sosyal şoven bir seyir izleyen EMEP, ulusal devrimci savaşım karşısında hiçbir devrimci coşku ve heyecan duymazken, Kürdistan devriminin tasfiyesi ile yüz yüze kaldığımız günümüzde büyük bir heyecanla Kürtlere ve “bölge”ye yüzünü çevirmiş, utanmazca onları devrimci etkinin dışma çekerek kendi etkisi altına almanın hesaplarını yapmıştır. EMEP Kongresi’nde Kürt sorununa verilen önem buradan ileri gelmektedir. Devrimci mücadele koşullarında Kürt halkının haklı kavgasının yanında aktif olarak yer almayan ve Kürt halkı içinde ciddi bir gelişme olanağı bulmayan EMEP, “çatışmaların son bulduğu”, “hayatın normalleştiği” günümüzde düzen içi gelişme kanallarının açılacağına inanarak, Kürt halkının güncel demokratik talepleri üzerinden politika yapmaya soyunmuştur.
Lenin yoldaş liberal ütopyacıların tavrını şöyle tanımlıyordu;
"Liberal ütopya kimsenin duyguların incitmeden, Purişkeviçleri (Kralcılar Ligası’nın kurucusu, imparator Dumasında Karayüzler’in en azılı temsilcisi, bütün Rus olmayanlara karşı savaşan Rus şoveni-SP) ortadan kaldırmadan, sonuna dek götürülen amansız bir sınıf savaşmı vermeden de Rusya 'da birçok reformlar yapılabileceğini, politik özgürlüğün sağlanabileceğini, emekçi halkın durumunun barışçı ve uyumlu bir biçimde iyileştirilebileceğini savunur. Bu özgür bir Rusya ile, Purişkeviçler arasında barış ütopyasıdır. " (Ütopik ve Bilimsel Sosyalizm -Lenin)
EMEP ve önderleri, tam da Lenin yoldaşın tanımladığına uygun bir politik hat ve politik duruş sergilemektedirler. Kimsenin duygularını incitmeden, egemen sınıfları ortadan kaldırmadan, sonuna kadar götürülecek bir devrimci sınıf savaşımı vermeden de Türkiye’de birçok reformlar yapılabileceğini, politik özgürlüklerin sağlanabileceğini, emekçi halkın ve Kürt ulusunun durumunun barışçı ve uyumlu bir biçimde iyileştirilebileceğini savunuyor.
"Bir ülkede ne kadar az özgürlük varsa, açık sınıf savaşımının belirtileri ne kadar azsa ve yığınların eğitim düzeyi ne kadar düşükse, politik ütopyalar o kadar kolay ortaya çıkar ve o kadar uzun sürer. " (Ütopik ve Bilimsel Sosyalizm Lenin)