Kuzey-Güney çelişmesini, günümüzde, emperyalist sistemin temel çelişkisi olarak ele alıp, teorisini bunun üzerine kuran pek çok uluslararası ve iç akım var. Bunlar görece antiemperyalist sol aydınlardan, sınıf işbirlikçisi reformist, revizyonist, sosyal demokrat akımlar ve hatta bazı gerici akımlara kadar uzanan bir yelpazeyi oluşturuyorlar.
Geçmişte reformist burjuva aydınlar nasıl ki emperyalizm ile ezilen halklar arasındaki temel çelişkiyi, her türden sınıf işbirlikçisi tezleri benimsetmek için kullanıyorlardıysa, sonraki süreçte üç dünya teoricileri ve günümüzdeki Kuzey-Güney teoricileri de benzer şeyi daha kaba ve pervasızca yapıyorlar.
Kötü ünlü W. Brand daha 1972'deki raporunda, emperyalizmi yalnızca merkezlerdeki orta tabakalar ve işçi sınıfına değil, bağımlı ülkeler halklarına da benimsetmek için "Kuzey-Güney çelişkisi" ve farklarına dikkat çekerek, emperyalizmden "insaf dileme" ve "Kuzey-Güney diyalogu" politikasını etkili kılmaya çalışıyordu.
'80’li yıllarda ve özellikle de '90’lı yıllarda, bağımlı ülkeler ulusalcı hareketleri ve aydınları ile dünyada yaygınca kimi sosyalizm savunusu iddiasındaki aydınlar tarafından, "Kuzey-Güney" çelişkisi, dünyanın temel çelişkisi ilan edilerek çeşitli türevleriyle "Kuzey-Güney teorisi" inşa edildi. Bu devam ediyor.
İçte de, Atilla İlhan gibi Kemalistler, bazı reformcu “sosyalist”ler ve dahası sosyalizm savunusu iddiasındaki karşıdevrimci Aydınlık-İP revizyonizmi, gerici üç dünya teorisini savunurken yaptığı gibi iç bütünselliği olan bir şekle kavuşturarak Türkiye’de tüm uzlaşıcı ve sınıf işbirlikçisi kesim ve akımlara, ideolojik-politik silah haline getirmeye çalışıyor, getiriyor.
Güncel durumda, dünya işçi sınıfı hareketinin devrim ve sosyalizm mücadelelerinin düştüğü geri seviyeden henüz çıkamamış oluşu, içte sosyal-şovenizmin güçlü etkilerinin kitlelerde Türk burjuvazisi ve devletiyle uzlaşma-işbirliği eğilimini ayakta tutması, başını kaldıran geleneksel gerici ve milliyetçi ideolojilerin kitleleri Türk burjuvazisinin arabasına bağlaması, sendika bürokrasisi ve bazı ara tabakalardaki işbirlikçi politikalar geleneği ve dahası yeniden canlandırılan kemalizmin kent küçük burjuva aydın ve emekçi kitleleri burjuvaziye ve devlete bağlayıcı etkileri vs. vb.; "Kuzey-Güney teorisine elverişli zemin oluşturuyor. Marksist-leninist ve devrimci konumdan ideolojik mücadeleyi gerekli kılıyor.
Daha bütünlüklü şekle kavuşturduğu için bu gerici teoriyi Aydınlık-İP revizyonizminin şahsında eleştirmek isabetli olacaktır.
Kısaca Kuzey-Güney Teorisi
Kemalist yazar Atilla İlhan, "Ulusal solculuk” ile pantürkist kesimde oluşturulmaya çalışılan "ulusal toplumsallık”ı, kutsarken, Kuzey-Güney çelişmesini belirleyici olarak almakta, atıfta bulunarak dayanak yapmaya çalışmaktadır. (27 Aralık 1997, Cumhuriyet, Söyleşi köşesi)
Yine, ‘'sosyalist” reformcu aydınlardan Samir Amin’in düşüncesi, üç dünya gruplamasıyla iç içe Kuzey-Güney gruplamasına dayanıyor. Gerici üç dünya teorisi gibi, tüm bağımlı ülkeler burjuvazilerini (ve devletlerini) devrimin güçleri gibi göstermekte, güncelde devrimci gelişme zayıflığını da dayanak yaparak, bu gerici güçleri, efendileri emperyalistlere karşı sözde ittifak güçleri olarak ele alan tezler üretmekten geri durmuyor. Örneğin o, '901ı yılların başındaki güncel durumda, Kuzey-Güney çelişmesi olarak adlandırdığı "reel kapitalizmin karakteristik özelliği (...) çevre halklarıyla dünya ölçeğindeki kapitalist yayılma mantığı arasındaki uzlaşmaz çelişki"yi (Kaos İmparatorluğu, s. 10) temel mücadeleye çıkış noktası olarak öneriyor. Samir Amin, böylece esasen Kuzey-Güney temel çelişkisi olarak izah ettiği çelişme ve mücadeleyi, başlıca önermeleriyle, emperyalizmle uzlaşıcı bir çizgiye yönlendiriyor. Bağımlı ülkeler işçi sınıfı ve halkların önüne ABD ve "yeni dünya düzeni” saldırısı öncülüğündeki emperyalist "Kuzey”e karşı, çelişmeleri yumuşatan "yeni bir düzen” temel hedefi koyuyor. Bu hedef kaçınılmaz olarak kendi ülke burjuvazileri ve devletleriyle işbirliğine götürür. Öte yandan. S. Amin, bağımlı ülkeler egemen burjuvazilerinden "devrimcilik” beklemese de, şu önermelerinin mantığı, onların çıkarlarıyla uyumludur. Dolayısıyla sınıf işbirlikçiliği üretir:
“Bir ‘Arap birliği’ ve bir ‘Afrika birliği’ oluşumu, ‘ideal’ bir çok kutuplu modelin güney kanadı için zorunludur (...), Avrupalılar, Afrikalılar ve Araplar, ciddi olarak kastedilen ortak gelecek konusunda ilerici bir görüşle, kendi bölgesel birliklerini sağlamlaştırarak birbirlerini karşılıklı desteklemeye (...) hazır olmalılar.” (Kaos İmparatorluğu, s. 55)
Avrupa solu, "sosyal bir Avrupa” için çalışmacıdır. “Sosyalizm için en elverişli olan, Gorbaçov un önerdiği ‘ortak Avrupa evi’ perspektifidir." (Age, s. 82-83)
Bunları da, dünya sosyalizmi perspektifi doğrultusunda bir ara aşama olarak öngörüyor.
Bilindiği gibi gerici üç dünya teorisi de, yarı-sömürge, sömürge ülkeler işçi sınıfı ve halklarının önüne burjuva bağlantısızlar grubunun öngördüğü daha adaletli ekonomik yeni dünya düzeni hedefini (bu ülkeler burjuvazilerinin emperyalist sömürüden kendi lehlerine daha adaletli pay alma talebiydi esasen) koyuyordu. Bu burjuva temel hedefe uygun olarak, burjuvazileri ve devletleri ile işbirliği stratejisini birinci dünya diye adlandırdığı ABD ve SB emperyalistlerine karşı sözde ''dünya devriminin” temel stratejisi olarak ele alıyordu. Diğer bir ifadeyle bu uyduruk teorik kılıf altında, yarı-sömürge, sömürge ülkeler işçi sınıfı ve halklarını, kendi ülke burjuvazileri ve devletleriyle işbirliğine çekiyor, dünya devrimini bu yolla emperyalist sistem yararına engellemeye çalışıyordu.
Samir Amin de, aynı tonda bir gerici iş birliğiyle olmasa da, benzer bir şekilde söz konusu ülkeler işçi sınıfı ve halklarına şunu öğütlüyor: Dünya devrimi yerine, "küreselleşmeci”, yeniden "kompradorlaştırmacı”, ABD liderliğindeki emperyalizme karşı, bu saldırıyı yumuşatıcı, geriletici "yeni bir dünya düzeni için mücadele edin!” “Güney”in "Arap birliği", "Afrika birliği” gibi bölgesel "bağlantısızlar” gruplarını kurun! "Ortak Avrupa evi” sosyalizme en elverişli perspektiftir!
Kuzey-Güney teorisini, elbette en gerici türevlerinden, görece gerici ve Samir Amin gibi aydınlarda görüldüğü gibi kısmi antiemperyalist türevlerine değin savunan görüşler var. Fakat özsel olarak Kuzey-Güney teorisi, sözde antiemperyalizm, ABD’ci emperyalist dünya düzenine karşı mücadele adına, yarı-sömürge ülkeler burjuvazileri ve devletleriyle sınıf işbirliğinin gerici teorisidir. Gerici Kuzey-Güney teorisini en kristalize tarzda savunan da, tescilli üç dünya teoricisi Aydınlık revizyonizmidir. "Başını ABD’nin çektiği ‘kuzey’ denen ezen emperyalistler ile ‘güney’ adı verilen ezilen dünya arasındaki çelişme belirleyicidir ve günümüzde sınıf savaşının uluslararası devamıdır." (İşçi Partisi, 3. Kongre Raporu, s. 113)
Kuzey-Güney gerici teorisi, dünya kapitalist emperyalist sistemini, sınıf ölçütlerine göre değil, dünyayı coğrafyaya göre cephelere ayırıyor ve sınıfsal olmayan "ezilen güney”- "emperyalist kuzey” ayrımı altında, yarı-sömürge ülkelere, güney dediği burjuvazileri ve devletlerini -ki bunlar emperyalist sistemin temel dayanaklarıdırlar- sözde dünya devrim cephesinin temel güçleri içine katarak işbirliği öngörüyor.
Emperyalist cepheyi ise, ABD öncülüğündeki emperyalist devletler olarak öngörüyor. Ama yine de üç dünya teorisi gibi. ABD dışındakileri ikinci dereceden emperyalistler olarak görmekten geri durmuyor. Gerici Kuzey-Güney teorisi, bu ayrıma belli başlı tahlil ve tezlerle dayanaklar kurguluyor.
“1980’li yıların sonundan itibaren emperyalizm (...) yeni bir sömürgeleştirme atağı içine” girmiştir. Emperyalizm bu saldırısıyla, yeni dünya düzeniyle “ezilen dünya uluslarının devlet bağımsızlıklarını ortadan kaldırmayı amaçlıyor." (Özcan Buse, Dünyada Devrim Cephesi, Teori, sayı 68, s. 63-64)
“Ezilen dünyadaki devletler, emperyalizme rağmen, sosyalist ülkelerle ittifak içinde doğdular. Bu devletler kendi halkları üzerinde baskı ve sömürüyü örgütlemekle birlikte -dünya ölçeğinde baktığımız zaman- emperyalizmin sömürüsünü sınırlayan mevziler özelliğini de taşıdılar. (...) Çok küçük bir azınlığın çıkarlarını temsil eden yeni dünya düzeni, ulusun en geniş kesimlerine, bu arada burjuvazinin önemli bir kesimine de baskı uygulayacak zorbalık rejimleri eliyle kurulabilir.” (D. Perinçek, Teori, sayı 85, s. 7)
O halde, ABD öncülüğünde emperyalist "Kuzey”in sömürgeleştirme, "küreselleştirme'’ saldırısı stratejisine karşı, "ezilen dünya”, “Güney”in işbirlikçi tekelci burjuvazilerinin "devlet bağımsızlıklarını” korumak, sözde dünya devrim inin temel bir görevidir.
O halde, "Güney”in burjuvazilerinin geniş kesimleri, ABD ve emperyalizmin “sömürgeleştirme”, "iç pazarın yok edilmesi”, "küreselleşme” saldırısı karşısında, devrimin güçleri içindedirler. “Dünya piyasalarıyla sınırsız bütünleşme sürecinden zarar gören yurtsever güçler de demokratik halk devriminin safında yer alabilirler." (3. Kongre Raporu, s. 149)
“Bugün ezilen dünyadaki ulusal ayrılıkçılık da emperyalizmin milli boğazlaşmaları kışkırtma politikasının aleti durumuna düşmüştür." (Özcan Buse, agy, s. 67) O halde, "Güney”in içindeki ulusal kurtuluş mücadelelerine karşı çıkmak, bunları kışkırtan “emperyalist el"i görmek (Hasan Yalçın) ve emperyalizmin kışkırtma politikasına karşı, bu ülkelerin devlet bütünlüğü ve birliğini savunmak gerekir.
“İçinde bulunduğumuz evrede antiemperyalist mücadelenin en önemli halkası özelleştirmelere karşı mücadeledir." (Ö. Buse, agy, s. 67) "Özelleştirmelere karşı mücadele emperyalizme karşı bir çit olabilecek devlet bağımsızlıklarının ortadan kaldırılmasını engelleyeceği için emperyalist zincirin gücünü de zayıflatacaktır.”
Yani, emperyalist-kapitalist özelleştirmeye karşı mücadele, antiemperyalist demokratik devrime bağlanarak, sınıfın ve emekçilerin devrimci iktidarı mücadelesinde bağlanacak bir perspektifle değil, var olan burjuva devletlerin bağımsızlıklarını korumaya bağlanarak yürütülmelidir.
Sınıfsal Ayrım Yerine Coğrafi Ayrım
Kuzey-Güney teorisi, tıpkı gerici üç dünya teorisi (ÜDT) gibi, dünyayı, sınıf tahlillerine göre değil, coğrafi tanımlara göre cephelere ayırıyor.
ÜDT, ABD ve SB’yi birinci; Avrupalı, Japon ve diğer emperyalist ülkeleri ikinci; yarı sömürge ülkeleri, sosyalist, halkçı, revizyonist yönetimlere sahip ülkeleri ise üçüncü dünyaya dahil ediyordu.
Kuzey-Güney teorisi ise, kapitalist gelişmişlik, sermaye birikimi ve zenginlik vb. düzeyleri açısından gelişmiş ülkeleri zengin “Kuzey” yarı sömürge (veya yeni sömürge) ülkeleri, Küba ve Kuzey Kore gibi antiemperyalist iktidarlara sahip ülkeleri yoksul “Güney” cephesine yerleştiriyor. Bu arada Çin gibi emperyalist ülkeyi de “Güney” cephesine yerleştirmekten geri durmuyor.
Yüzyılın başında, Lenin, “ezen uluslar”, “ezilen uluslar” temel ayrımını yaparken, emperyalizm çağında işçi sınıfının sosyalist devimleriyle, ezilen ulusların antiemperyalist demokratik devrimlerinin dünya devrimi cephesinde birleştiklerini vurguluyordu. Dolayısıyla O, ezilen ülkeler işçi ve köylü kitlelerini; görünüşte bağımsız gerçekte iktisadi, mali. diplomatik bin bir bağla emperyalizme bağımlı devletlerle ve kendi ülke burjuvazileriyle birlikte ayni cepheye yerleştirmiyordu. Bu ülkelerin işbirlikçi burjuvazileri ve devletlerini “emperyalizm” cephesine, emperyalist ülkelerin proleter sınıflarını ise dünya devrim cephesine yerleştiriyordu.
Kuzey-Güney gerici teorisi ise, dünya devrimini sosyalist devrimlerle antiemperyalist devrimlerin birleştiği bir cephe olarak ele almayı tamamen yadsıyor. ÜDT'de olduğu gibi, emperyalist ülkeler proletaryasının devrimci niteliğini ve (yarı sömürge ülkelerde kesintisiz devrim yoluyla gerçekleşecek sosyalist devrimleri de yadsıyarak) dolayısıyla sosyalist devrim akımını reddediyor. (Ki Lenin, emperyalizm çağına karakteristik özelliğini veren ve bu dönemde dünya devriminin odağında bulunan şeyin proleter devrimleri olduğunu vurguluyordu.)
Yanı sıra “yoksul güney” cephesinde, söz konusu bu ülkeler işçi sınıfı, emekçi köylüler, kent emekçileri ile işbirlikçi tekelci burjuvazileri ve devletlerini topluyor, birleştiriyor, sözde “emperyalist kuzeye karşı” dünya devrim cephesinin “temel gücü” ilan ediyor.
Kuzey-Güney gerici teorisi, böylece yalnızca coğrafi ayrımı bakış açısının odağına yerleştirmekle kalmıyor, tıpkı ÜDT gibi, emperyalist yeni sömürgeciliğin ekonomik, mali ve politik bakımdan ancak “yoksul güney”in bu egemen sınıfları ve devletlerine dayanarak emperyalist egemenliği sürdürebildiği gerçeğini de gizleyerek emperyalizme hizmet ediyor.
W. Brand’ların, emperyalizm hakkında “iyi niyet besleyen” burjuva aydınlarının “kuzey güney diyaloğu ve yardımı”, “karşılıklı bağımlılık” vb. tezleri, doğrudan emperyalist sistemi aklayan emperyalist politikalar üretiyorlar. Kuzey-Güney teorisinin bu en gerici emperyalist politikaları, geri ülkeler burjuvazilerinin "paylarım artırma" çabalarını içeren işbirlikçi politikalar üretegeldi. Karşıdevrimci Aydınlık revizyonistlerinin emperyalist “Kuzey”e karşı, “Güney”in devrim cephesini kurguladıkları teorisi de emperyalizmle mücadelenin değil, emperyalizmle uzlaşmanın gerici teorisidir.
“Yoksul Güney”de Sınıf İşbirliğinin Teorisi
Kuzey-Güney teorisi, en karakteristik özelliği açısından, sözde emperyalizme karşı mücadele adına, yeni sömürge ülkelerde sınıf işbirliğinin teorisidir.
Bu ülkeler burjuvazileri ve devletlerini, işçi sınıfı ve diğer emekçilerle tek bir “ulus” olarak “Güney” cephesinde birleştirerek bunu gösterdiği gibi, diğer tezleriyle de sınıf işbirliğinin dayanaklarını inşa ediyor.
“Ezilen dünya güney”de, “devletlerin bağımsızlığını savunma” bu işbirliği çizgisinin temel tezlerinden biridir.
Karşıdevrimci Aydınlık revizyonistlerinin iddialarının tersine, “Güney”in devletlerinin geneli emperyalizme karşı mücadelenin ürünü değildirler. Ekim devrimiyle, II. emperyalist paylaşım savaşı süresince antifaşist devrimlerle, emperyalist sömürgecilik hızla çöküşe gitti. Geçmişte sosyalist Arnavutluk, antiemperyalist devrimlerin Çin'i, Küba’sı, Bulgaristan’ı, Vietnam'ı, Nikaragua’sı vb. gerçekten emperyalist sistemden devrimci kopuş yaşadılar, bağımsız devrimci devletler kurdular. Yanı sıra, Mozambik, Angola, Gine Bissau, Cezayir gibi ülkeler ulusal kurtuluşla politik açıdan bağımsız devletler kurdular. Ama bu kategori dışındaki bu ülkeler burjuva devletleri, görünüşte bağımsız ama gerçekte emperyalizme iktisadi, mali, diplomatik ve hatta pek çok siyasi ve askeri bağla bağımlı devletler olarak kuruldular.
Öte yandan, kemalist burjuvazinin, Hindistan’ın, Endonezya’nın devletleri görece kısa sürede; Cezayir’den Mozambik’e ulusal kurtuluş burjuva devletleri ise bir süre sonra emperyalist sistemin işbirlikçi devletleri halini aldılar. Bu, burjuvazinin palazlanması ve içte işçi ve emekçi devriminin gelişme tehlikesi karşısında, burjuvazinin sınıf karakterinin doğal sonucuydu.
Üstelik ‘90’lı yıllarda sosyalist Arnavutluk’un, ‘70’li yıllarda antiemperyalist devrimci Çin’in vb. yerini gerici kapitalist devletler aldı. Durumun böyle olduğu bugünün koşullarında ise, Berişa’nın, Nano’nun Arnavutluk’undan Pinochet’nin, Frei’nin Şili’sine, Mobutu’nun Zaire’sinden Kabila’nın Kongo’suna, Suharto’nun Endonezya'sından Çin’e, “ezilen dünya” güneyin burjuva devletleri, emperyalist yeni sömürgeciliğin dayanağı olan devletlerdir. Ya Çin ve Rusya örneklerindeki gibi emperyalist devletler olarak ya da diğerlerinde olduğu gibi emperyalist yeni sömürgeciliğin başlıca dayanakları olarak. Emperyalizmin yeni sömürgeci sistemi ve güncelde ABD’ci dünya düzeni, bağımlı ülkelerde hangi güç sayesinde egemenliğini sürdürebiliyor? Başlıca olarak, bu ülkeler egemen burjuvazilerinin egemenlikleri ve devlet iktidarlarına dayanarak, onlar sayesinde.
Dolayısıyla, bu devletler ABD’ci emperyalist yeni dünya düzeni saldırısı karşısında, emperyalist hegemonyayı “sınırlama”nın değil, sürdürmenin aracıdırlar. Bu devletlerin sözde bağımsızlığı, gerçekte emperyalist boyunduruğun, emperyalizme bağımlılığın sürmesidir. Yeni dünya düzeni saldırısı, ABD’nin ‘90’larda yakaladığı tek süper güç konumundan yaptığı emperyalist saldırı stratejisidir. ABD öncülüğündeki bu emperyalist saldırı stratejisi, yeni sömürge (yarı sömürge) “Güney” devletlerini ortadan kaldırmayı değil, zayıflatmayı bile değil, Aydınlık revizyonistlerinin “devletlerimiz berhava ediliyor” gerici çığlıklarının aksine, ABD hegemonyası doğrultusunda şekillendirmeyi ve tahkim etmeyi içeriyor. Örneğin ABD’nin bu stratejisi sonucu, hegemonyasını pekiştirme savaşına en çok girdiği bölgelerden biri olan Ortadoğu’da hangi ABD'ci gerici devlet “berhava” oldu? Tam tersine Suudi’lerden Mısır’a tüm ABD’ci devletler ABD emperyalistlerince ayakta tutuldular, güçlendirilmeye çalışıldılar. Irak’ın Saddam’ı, kendi yerel egemen sınıf çıkarı için küçük çaplı yayılmacılığı ile ABD hegemonyasına pürüz olduğu için ABD’nin kanlı hışmına uğradı. İran mollaları da öyle. Esat’ı bile ABD kendi işbirlikçisi konumuna çekerek Suriye burjuva devletini ayakta tutabileceğini, çatkapı Suriye ziyaretleriyle göstermiyor mu? Ekonomik, mali emperyalist rekabetin yoğunlaştığı bölgelerden Güneydoğu Asya’da ise Malezya’dan Endonezya’dan Güney Kore’ye, Filipinlerden Pakistan’a ve Hindistan’a değin, ABD ve diğer emperyalistler işbirlikçi burjuva devletleri ayakta tutmaya, onlara dayanarak emperyalist egemenliklerini sürdürmeye devam ediyorlar.
Örneğin Hindistan ve Pakistan’ın kendi içlerindeki gerici din ve mezhep çatışmalarını körükleyen yalnızca emperyalistler değil, yanı sıra ve bazen de ağırlıklı olarak iç gerici burjuva klikler ve devlet örgütlülüğüdür, ki bu sayede politik bunalımların sonuçlarından kitlelerin devrimci seçeneğinin çıkması önlenebilsin ve emperyalist ve iç gerici burjuva egemenlik ve yönetebilme koşulları sürsün.
ABD ve diğer emperyalistler, yeni sömürgeciliğin dayanağı burjuva gerici devletleri ayakta tutarlarken, kendilerine “kafa tutacak” denli güçlendirmeseler de, işçi-emekçi devrimleri ve devrim tehlikesi karşısında ve yeni sömürgeci boyunduruğu sürdürebilmeleri için güçlendirirler. ABD emperyalistlerinin “düşük yoğunluklu savaş" stratejisi bu politika üzerine oturuyor. ABD’ci gerici burjuva devlete yönelmiş devrimci tehdit ve tehlikeye karşı (zafere gidecek stratejik saldın aşamasına vb. değin); işbirlikçisi devleti devasa ölçüde silahlandırarak, eğiterek gerici savaş işini yürütme stratejisidir. Ki bu işbirlikçi devletleri, işçi-emekçi ya da ezilen ulus devrimleri karşısında güçlendirme ve tahkim etme stratejisidir.
Ama örneğin revizyonist blokun çözülmesinden ve sosyalist Arnavutluk’un tasfiyesinden sonra, bu alanlarda ABD, rakipleriyle anlaşarak veya dayatarak, “barışçıl" yolla (Çekoslovakya, Bulgaristan, Arnavutluk vb. örneklerindeki gibi) ya da (Romanya örneklerindeki gibi) darbeler, gerici milliyetçi savaş (Azeri-Ermeni, Sırp-Hırvat-Boşnak savaşları gibi) yöntemleriyle, ABD'ci ve Batılı emperyalist işbirlikçisi kliklerin ellerine devletin geçmesini gerçekleştirdi. Geçmiş revizyonist kamp içinde veya batılı emperyalist kampla revizyonist kamp arasındaki Yugoslavya’da darbe, gerici boğazlaşma ve çatışmalar çıkarması, ABD’ci dünya düzeninin, “rakip”in alanlarını veya “yeni” alanları ele geçirme stratejisidir. Ki bu klasik emperyalist stratejidir. Bunun daha küçük çaplı örneği Kongo'da (Zaire) da ABD ile Fransız emperyalistleri arasındaki, egemenlik çatışmasında yaşandı. Ama bütün bunlar (rakibin alanlarında darbeler, savaşlar ve gerektiğinde devleti “yıkıp” Afganistan örneği yeni ve kendi işbirlikçisi devlet kurmak); ABD ve Batılı emperyalistlere bağlı yeni sömürge ülkelerdeki devletleri “yıkma” veya “zayıflatma” asla değildir, olamaz da.
ABD emperyalistlerinin “berhava” etmeye, yıkmaya çalıştığı devletler, Küba, ‘90 öncesi Nikaragua, Kuzey Kore gibi antiemperyalist devletlerdir. Savaştığı Irak devletini bile yıkmak değil ABD’ci bir kliğin yönetimine geçirerek Kürdistan bölgesinde “yıkmak” politikası izlemiştir.
ABD’ci dünya düzeni iktisadi alanda “küreselleşme”, politik alanda milliyetçi ve dinci akımları kışkırtma politikası, yeni sömürge devletlerin varlık nedenini asla ortadan kaldırmıyor. "Küreselleşme”nin yaratacağı “iç piyasa”ya daha çok emperyalist tekellerin egemenliği; işbirlikçi devletin varlığının gerekliliğini ortadan kaldırmaz, tersine gerektirir de. Bu yalnızca, en ABD’ci ya da emperyalist uşağı iç gerici burjuva kliklerin ABD’ce desteklenmesi anlamında değil. Hatta görece daha az ABD’ci kliklerin yönetimindekiler de dahi, işbirlikçi devletleri bizzat “küreselleşme” politikalarının diğer yönü olarak kuruyor ve ayakta tutuyor. Örneğin Arjantin’de, Meksika’da “iç piyasa”yı tekellerin egemenliği altına daha çok almayı sağlayan "küreselleşme" politikaları oralardaki işbirlikçi burjuva devletleri “berhava” etmediği gibi, varlıklarının gerekliliğini de (çünkü emperyalist egemenliğin sürmesinin politik-askeri güvenceleridirler) ortadan kaldırmıyor.
ABD’ci yeni dünya düzeninin günümüzdeki saldırı stratejisinin yeniden “kompradorlaşma” yarattığı tezi, bir taşla iki kuş vuruyor. Birincisi işbirlikçi burjuvazileri olduklarından “güçsüz” “zavallı” ve emperyalizme karşı birlikte hareket edilebilecek güçler olarak gösteriyor. İkincisi, bu kompradorlaşmaya burjuvazinin küçük bir kesimi uyum gösterirken özellikle iç pazara yönelik sınai, tarımsal üretim yapan kesimlerinin, antiemperyalist, anti-kompradorlaşma yolunu izleyecekleri, dolayısıyla işçi sınıfı ve emekçilerin bunlarla ve devletiyle uzlaşıp-işbirliğine girmeleri gerektiği fikrine dayanak yaratmış oluyor.
MHP Tırmanıyorsa Görev, Devrimi Hazırlamak Yerine, İşbirlikçi Devleti Ve Kemalist Kazanımları Korumak Mı?
Karşıdevrimci Aydınlık revizyonizmi işbirlikçi tekelci burjuva devleti korumak ve işbirliği çizgisine; Türkiye özgülünde iki revizyonist tezi daha dayanak yapıyor: "Faşizm tırmanıyor” tezi ile "Cumhuriyet devriminin kazanımlarını korumak” gerektiği tezi!
Perinçek'in '94'te işlediği "faşizm tırmanıyor” tezine göre "MHP devlet içinde ve toplum içinde güçleniyor.” (Perinçek, Faşizm Tırmanıyor, Teori, sayı 58, s. 4)
MHP'nin '94-’95 sürecinde, hem kille dayanakları hem de devlet içinde mevziler elde etmesi bakımlarından güçlendiği yanlış bir tespit değil. Hatta '95 erken seçimi eşiğinde Çiller MHP'yle ittifak içinde azınlık hükümeti kurmaya bile girişti. Ama faşizmin MHP'den ibaret olmadığı gerçeği, DYP-SHP (CHP) hükümeti döneminin en kanlı faşizm dönemlerinden olduğu bir gerçek ve Perinçek "MHP'nin güçlendiği” gerçeğiyle tam da bu gerçeği gizlemeyi hedefliyor.
Yanı sıra, yeni dünya düzeninin “'Türkiye’deki ifadesi, Cumhuriyet devrimiyle gerçekleştirilen kurum ve ilişkilerin adım adım yıkıma uğratılması ve ikinci cumhuriyet adı verilen kompradorların kontrgerilla cumhuriyetinin tezgahlanmasıdır” (Perinçek, agy, s. 5) görüşüyle, hem var olan kontrgerilla cumhuriyetini aklamış oluyor, hem de kemalist kazanımları koruma çabasıyla devletle işbirliği öğütlüyor. Çünkü '94'ten 3 yıl sonra, '97‘de görüldü ki, Aydınlık revizyonizmi, "Devrimci Cumhuriyet İçin Güç Birliği İktidarı” gerici stratejisini işçi sınıfı ve halk hareketine öğütlüyor. "İrtica”yı ve MHP faşist kliğini "baş tehlike” almakla yetinerek, ordunun devrimci bir nitelik ve stratejiye kavuştuğunu ilan ederek, "Cumhuriyetin devrimci kazanımlarını” korumaya dayanarak, MGK’yla, CHP, DSP’yle ortak iktidar stratejisini öneriyor.
"Dünyanın ezilen kutbunda faşizm, emperyalizmle en sıkı bütünleşmiş güçlerin, emekçi halk yanında sermayenin geniş kesimlerini de baskı altına alan dikta rejimidir" (Teori, sayı 58, s. 3) diyen Perinçek, bu burjuva liberal görüşüyle de, Türk burjuvazisinin ve politik-askeri temsilcilerinin geniş kesimleriyle işbirliğinin diğer bir mantıksal temelini kuruyordu.
Böylece, Kuzey-Güney gerici teorisi, yarı sömürge ülkeler burjuvazileri ve devletleriyle işbirliğinin teorik dayanağını oluşturuyorken, "dünyanın ezilen kutbunda faşizm” tahlili de bunu tamamlayan diğer bir mantıksal dayanak oluşturuyor.
Karşıdevrimci Aydınlık revizyonizmi, faşizmi MHP'yle sınırlayarak, şeriatçı gericilik tehlikesiyle birlikte, burjuva restorasyon konumundan temel hedef olarak, "Cumhuriyetin kazanımlarını koruma" kemalist çizgisiyle de karıştırarak, MGK'yla işbirliği gerici stratejisi geliştirmekten geri durmadı. Diğer bir ifadeyle, "Devrimci Cumhuriyet İçin Güçbirliği İktidarı” gerici stratejisi, birbirini tamamlayan iki teorik dayanak üzerine oturuyor. Kuzey-Güney teorisi ve "faşizm tırmanıyor" liberal burjuva teorisi.
Böylece, karşıdevrimci Aydınlık revizyonizmi, Kuzey-Güney teorisini Türkiye’ye uyarlayarak, MGK kuyrukçusu gerici bir çizgi inşa etmiş oluyor. Yani kitle hareketini faşist diktatörlük ve İslami gericilikle önemli mücadeleler içine sokup sonuçta burjuva demokrasisini elde etmek temel hedefini güden küçük burjuva reformcu bir çizginin bile sağma düşüyor. Faşist diktatörlüğün güncel koşullarda restorasyon çalışmasının kille kazanma kaldıracı işlevini üstlenen gerici bir çizgi üretiyor.
Kuzey-Güney Teorisi Şovenizmin Teorisi
Yukarıda bu gerici teoriyi özetlerken vurguladığımız noktalardan biri de onun "bugün ezilen dünyadaki ulusal ayrılıkçılık da emperyalizmin milliyetçi boğazlaşmaları kışkırtma politikasının aleti durumuna düşmüştür” gerici, şovenist teziydi.
Bugün, Türkiye’den Hindistan ve Sri Lanka’ya, Cezayir'den İran'a değin "çok uluslu” yarı sömürge ülkelerde, ezilen, ilhak altındaki veya sömürge ulusların ulusal kurtuluş sorunu var. Ve bu, o ülkelerdeki demokratik devrimlerin temel sorunlarından biri durumunda.
Ekim devrimiyle hızlanan, emperyalizme karşı ulusal kurtuluş hareketlerine ilişkin Lenin ve Stalin şu ölçüte göre davranıyorlardı: emperyalizme darbe vuruyor ve işçi sınıfı ve halk devrimini geliştiriyorsa o ulusal kurtuluş hareketleri ilerici ve devrimcidir ve proletarya tarafından desteklenmelidirler. Nitekim bu yüzyıl boyunca, ulusal kurtuluş hareketleri, ezici çoğunluğuyla emperyalizme karşı, devrimci, ilerici rol oynayarak bu Leninist görüşü doğruladılar. Bu aynı süreçte, Balkanlardaki "çok uluslu” yarı sömürge ülkelerdeki ezilen ulusların hareketleri de devrimci potansiyel taşıdıklarını gösterdiler. Ki bu devrimci potansiyele dikkat çeken Komintern Balkan komünistlerini şovenist “sınırları koruma” fikrini bir kenara atmaları konusunda şöyle uyarıyordu:
"Orta Avrupa ve Balkanlar’daki komünist partileri, ezilen halkların ulusal devrimci hareketini tüm araçlarla desteklemek göreviyle karşı karşıdadırlar.
‘Ayrılıp ayrı devlet kurmak dahil, her halkın kendi kaderini tayin hakkı’ şiarı, içinde bulunulan devrim öncesi dönemde, yeni ortaya çıkan emperyalist devletlerde ifadesini ‘ezilen halkların Polonya, Romanya, Çekoslovakya, Yugoslavya, Yunanistan’ın devlet birliklerinden devlet olarak ayrılması’ şiarında bulmalıdır.
Kongre, tek tek bazı partilerde, tek tek yoldaşların ve grupların kendi ülkelerindeki ulusal-devrimci hareketleri karşısındaki tavırlarını, Saint-Germen vb. anlaşmalarında yaratılan devlet formasyonu temeli üzerinde hazırlama şeklinde dile gelen bir sapma olduğunu tespit eder.
Bu yoldaşların ve grupların ulusal-devrimci harekete ilişkin şiarları, ulusal baskı üzerine kurulu ve proleter devrimine karşı yönelen bu devletleri hedef almıyor, bilakis bu devletlerin kısmen reforme edilmesini hedefliyor ve ezilen halkların bu emperyalist devletleri çerçevesi içinde özerkliği şiarını ortaya atıyor.
Kongre, sosyal demokrasi yönündeki bu büyük devlet sapmasını (...) kararlılıkla mahkum eder.” (Komünist Enternasyonal V. Kongresinin Orta Avrupa'da ve Balkanlar’da Ulusal Sorun Üzerine Kararı, Aktaran: Leninizm 6. Defter, s. 182)
Komünistler ve devrimciler; bugün de Komintern’in bu ilkeli devrimci politikasını izlemeli, "çok uluslu " yarı sömürge ülkelerdeki ezilen -ilhak altındaki- sömürge ulusların kurtuluş hareketinin devrimci potansiyelini seferber etmelidirler. O ülke devrimlerinin ilk adımlarının temel sorunlarından biri olarak bu soruna da "sınırları koruma” şovenizmine düşmeden bağımsız devlet kurma özgürlüğünü programatik görüş olarak benimsemelidirler.
Kuzey-Güney gerici teorisinin bir parçası olarak Aydınlık revizyonizmi son derece bilinçli olarak bu hareketleri "gerici milliyetçi bağnazlaşmalar” dalgasının bir parçası gibi gösteriyor.
Oysa gerici milliyetçi boğazlaşma ye çatışmalar ayrı, "çok uluslu” yarı-sömürgelerdeki ezilen ulusların ulusal kurtuluş hareketleri ayrı şeylerdir. Bir Ermeni-Azeri, İran-Irak, Yugoslavya'daki uluslar arasında. Afrika'daki, Ruanda-Burundi. Pakistan-Hindistan, Ekvador-Peru vb. çatışmaları bunlar gibi olası çatışma ve savaşlar, gerici "ulusal düşmanlıklar", "ulusal boğazlaşmalar” ve savaşlardır.
Ama Çeçenistan (gericilerin önderliğinde olsa da), Abhaz, Tamil, Kürt, Filistin, Güney Afrika siyah halkı, Bask, Eritre vb. hareketleri, ulusal kurtuluş mücadeleleridirler. Çeçenistan örneğindeki gibi gericiler önderliği ele geçirmiş olsa da ve ABD ile Türk burjuvazisince kışkırtılsa da; bu, orada bağımsız devlet kurma özgürlüğünü savunmamız gerektiğini ortadan kaldırmaz. Rus emperyalizmine karşı Çeçen halkının bağımsız ulusal devlet kurma hakkını savunmak (dolayısıyla Rusya'nın bütünlüğünü savunmamakla), gerici önderliğe destek vermemeyi ve ABD ile Türkiye’nin yayılmacı, gerici amaç ve politikalarını tecridi birleştirmeyi gerektirir.
Örneğin, Yugoslavya’daki milliyetçi gerici savaş ve boğazlaşmayı ve ABD, Avrupalı emperyalistlerin gerici savaşı kışkırtan emperyalist politikalarını protesto etmek, karşı çıkmak gerekir. Ama antifaşist devrimin sağladığı federatif ve özerk bölgeler biçimindeki ulusal özgürlüğün, Sırp (ya da bir başka güçlü ulus) burjuvazisi tarafından gasp edilerek, egemen burjuva boyunduruğu altına alınmasına da karşı çıkmak gerekir. Örneğin Kosova sorununda, emperyalistler kışkırtıyor diye, Kosova Arnavutlarının federal cumhuriyet hakkı savunulmamalı mı?
Kürt, Tamil, Filistin, Eritre, Güney Afrika siyah halkının ulusal kurtuluş mücadeleleri ise, "gericilerin önderliğinde" bile olmayan, "gerici çatışmalar dalgasının" bir parçası asla olmayan, haklı, ilerici, antiemperyalist mücadelelerdir. Nitekim bunlardan Filistin, Güney Afrika ve Güney Kürdistan ulusal mücadeleleri reformist önderliklerce ABD ve emperyalistlerle uzlaşmayla karşıdevrime dönüştürüldüler. Eritre "ayrılıkçılığını” sürdürdü, "ayrı devlet" kurdu. Kuzey Kürdistan ve Tamil ulusal kurtuluş mücadeleleri, antiemperyalist mücadeleler olarak sürüyor. Bunlar ve bunlar gibi ezilen -ilhak altındaki- sömürge ulusların kurtuluş hareketleri devrimci ömürlerini henüz doldurmamış ve devrimci potansiyel taşıyorlar. Ezilen dünyanın "çok uluslu" ülkelerinde devrimci bakımdan ömürlerini doldurmamış bu hareketleri desteklemek, onları proletaryanın devrimci önderliği altında, gericiliğe ve emperyalizme karşı seferber etmek, komünist ve devrimci hareketin görevidir.
Bu, şovenist Aydınlık revizyonizminin iddia ettiği gibi emperyalizmi değil, işçi sınıfı ve halkların devrimini güçlendirir. Çünkü, “ezilen dünya”nın bu "çok uluslu” devletleri; "ezilen dünya”ya ait değildirler, ezen emperyalist dünya zincirinin halkalarıdırlar. Ve bu devletler, ezdikleri uluslar üzerindeki ilhaklarını, emperyalist sisteme yaslanarak onun birer halkası olmaları sayesinde sürdürebiliyorlar. Bu yönde emperyalizmin işbirlikçisi bu devletlere yönelmiş ezilen ulusal hareketleri, aynı zamanda emperyalizme yönelmiş devrimci, ilerici bir rol oynar, oynuyorlar. Dünya komünist hareketinin zayıflığının bu ulusal hareketlerde gerici öğelerin öne çıkma olasılıklarını artıran güncel somut bir durum olması, bu gerçeği yine de değiştirmiyor.
Aydınlık revizyonizmi, Kuzey-Güney teorisiyle, gerici milliyetçi boğazlaşmalar ve savaşlar dalgasıyla, “çok uluslu’’ yarı-sömürgelerin içteki “ayrılıkçı" ulusal kurtuluş hareketlerini kasıtlı biçimde bir tutarak, İkincileri de gericilikle, emperyalizme alet olmakla suçlayıp, böylece “Güney”de egemen burjuvazileri ve devletleriyle işbirliği gerici çizgisini bu bakımdan da işlevli kılmaya, etkili kılmaya çalışıyor. Bunda özgül olarak, Aydınlık revizyonizminin öteden beri sınıf işbirlikçisi karşıdevrimci niteliği, kemalizm kuyrukçu geleneğinin şovenizm üretmesinin de rolü var.
Aydınlık revizyonizminin, gerici Kuzey-Güney teorisinden ve kemalizm kuyrukçuluğundan kaynaklanan. Türkiye ve bölge özgülündeki şovenist bir görüşü de, “Kürt sorununu bölge devletleri ve Kürt örgütleri birlikte çözsün” görüşüdür. Bu aynı görüşle bağlantılı olarak, Kürt sorununun ’91’den itibaren uluslararasılaştığı ve sözde emperyalizmin aleti konumuna düştüğü, bu nedenle, artık ulusal özgürlük niteliğinde olmadığı görüşüdür.
Ayrıca, Aydınlık revizyonizminin doğrudan kemalizm kuyrukçuluğu niteliğinden kaynaklanan diğer şovenist görüşü de Amasya Tamimi’nde kemalistlerin öngördüğü çözümdür.
Bu şovenist görüşler, başlıca olarak bir yanıyla Kuzey-Güney gerici teorisinin öngördüğü milliyetçi işbirliği stratejisinden kaynaklanıyor. Diğer yanıyla da kemalizm kuyrukçuluğundan. İki etken birleşerek, "milli birlikçi”, “devlet sınırlarını” ve ilhakçılık savunuculuğuna yol açıyor.
Oysa bilindiği gibi emperyalizm ve proleter devrimleri çağında her başlıca ulusal ya da toplumsal sorun esasen uluslararası bir boyuta da sahiptir. Ve Kürt ulusu üzerindeki, Türkiye, İran, Irak, Suriye egemen burjuvazilerinin ilhakçılığı da; emperyalist yeni sömürgecilik sisteminin ilişkilerinin bir parçası ve devamıdır. Bu ilhakçı sömürgeci burjuvaziler, emperyalizmin yeni sömürgeci sistemine dayanarak, ilhakçı boyunduruğu sürdürebiliyorlar. Kürdistan’ı boyunduruk altında tutabiliyorlar. Yani, bu ülkeler egemen burjuvalarının özgül ilhakçı çıkarları, dayanak oldukları emperyalist devletler tarafından korunuyor. Örneğin çıkar dalaşına düşünceye değin Saddam iktidarını ve Güney Kürdistan üzerindeki ilhakını ABD ve diğer emperyalistler desteklediler. ABD'nin Ortadoğu hegemonyasını pekiştirme önünde pürüz olduktan sonra Güney Kürdistan’da özerkliği destekleme taktiğine geçtiler.
Şimdi, sanki bölge devletleri (Aydnlık’ın diğer ifadesiyle “ezilen dünya güney’in devletleri), ezilen sömürge Kürt ulusunun özgürlüğü doğrultusunda ve antiemperyalist çözümler getirebilirmiş diye çözüm önermek, her şeyden önce bölge gericilerinin ilhakçılığına iyimser yaklaşmak demektir. Dahası Kürdistan ilhakçısı bölge devletlerini, “antiemperyalist” davranabilirler yanılgısını yayarak, gerçekte ilhakçılıklarını sürdürmeye destek olmak demektir. Kürtleri ezen ulusların işçi sınıfı ve halklarım, egemen burjuvazileri ve devletlerinin ilhaklarını korumalarına destek vermeye çağırmak demektir. Kürt emekçilerini ve halkını da cellatlarından medet ummaya çağırmak demektir. Kürt ulusal, özgürlük mücadelesi, antiemperyalist devrimci ömrünü henüz tamamlamamıştır. Acı deneylerle görüldüğü gibi, Güney’de bile ancak devrimci bir çizgide yürünürse bağımsız devlet kurulabilir, ulusal özgürlüğüne kavuşabilir.
Kemalist çözüme gelince: Aydınlık revizyonizminin tescilli sınıf işbirlikçisi şefi Perinçek M. Kemal'in 1920-21 yıllarında öngördüğü çözümü savunarak şöyle özetliyor:
“Türkiye Türklerin ve Kültlerin ortak vatanıdır.
“M. Kemal, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını kabul etmiştir. Kürtlerin 'reylerini açıkladıkları zaman kendi mukadderatlarına zaten sahip olduklarını, TBMM idaresinde yaşamaya talip olduklarını ilan etmelerini’ ister.
“M. Kemal: ‘ayrı hudut çekmeye çalışmak doğru olmaz.’ Çünkü Türklerle Kültlerin ortak menfaatleri vardır.
“1921 Anayasası, yerel yönetimlere geniş yetki öngörmüştür. Özerk iller önermiştir."
Kısaca bu kemalist lafızları, Aydınlık revizyonizmi, kemalist iktidarın 1923‘ten sonra terk ettiğini söyleyip sitem ediyor. Yanlış yaptı demeye getiriyor ve şimdi yeniden öneriyor.
Perinçek, sözde antiemperyalist devrimci çözüm diye sıkılmadan lanse ederek, bu kemalist çözümü önerirken esasen ana amacını da zikrediyor:
“Türkiye halkını (siz burjuvaziyle birlikte bütün ulusu anlayın -PD) kurtuluş savaşında olduğu gibi birleştirmek ve emperyalizme karşı seferber etmek yeniden gündeme gelmiştir. Birlik, yeniden tarihsel ve büyük bir ihtiyaçtır." (Aydınlık, sayı 395, 14 Ocak 1995)
Türk burjuvazisini, bu en zor zamanında, büyüyen çok yönlü bunalım koşullarında desteklemek için, işçi sınıfı ve emekçilerin yanı sıra Kürt ulusunu da işbirliğine ve uzlaşmaya çekmek için Perinçek revizyonistinin öne sürdüğü çözüm önerileri bunlar. Ve karşıdevrimci Perinçek revizyonisti, devrimci dediği bu burjuva çözüm önerilerinin nasıl olup da 1923den sonra terkedildiğini sözüm ona anlayamıyor, bugün yeniden gönderme yaparak, “milli birliği” koruyucu çözüm paketi olarak öneriyor.
Her şeyden önce, M. Kemal, Türk burjuvazisinin temsilcisi olarak, işgale karşı Kürt halkı ve feodal güçlerini arkasına almak için, yanıltıcı öneriler olarak ileri sürüyor. Yine Osmanlı’dan kalan bölgeler içinde Türkiye ve Kuzey-Güney Kürdistan'ı elde tutabilmek için, ezilen ulusların (Kürtler ve Ermeniler) varlığını da kullanmaya çalışan emperyalistlere karşı, "Kürtler tercihini Türk burjuvazisinden yana yapıyor" görüşünü egemen kılmak için öne sürüyor.
Önerilerin özü de şu; Kürtler vardır, çoğunlukta oldukları illere ulusal yerel özerklik. Yani BASK türü çözümden de daha geri bir burjuva çözüm.
Bu burjuva çözüm bile kağıt üzerinde kalacaktı. Çünkü kemalist burjuvazi yukarıda belirttiğimiz iki nedenle sözde Kürt sorununda burjuva reformcu çözümler öneriyordu. Nitekim daha bu çözüm önerilerinin yapıldığı yılların içindeyken, 1921'de Koçgiri halkı "silahsızlandırılmak” için cezalandırıldı, direnip ayaklandığı için de katledildi.
Kemalistlerin, burjuva reformcu çözüm önerileri söyleyip de uygulamaması, kuzey üzerinde ilhakçı boyunduruğu sürdürmede çıkarı nedeniyle doğal. Doğal olmayan ve yanılgıya yol açan, revizyonistlerin, burjuvazinin ikiyüzlülüğünün karakteristik niteliği olduğunu bilip de, bu konudaki ikiyüzlülüklerini anlamak istememeleridir.
Şimdi, kemalistlerin burjuva reformcu çözümün lafzını edip asla uygulamadıkları hatta ilk bir iki yıldan sonra lafzını dahi tasfiye ettikleri açıkken kemalistlere göndermeyi vurgulayarak yeniden önermenin gerçekte hiç bir devrimci yanı yoktur. Tek amaç MGK'yı ve kemalistlerin etkisindeki kitleyi ikna etmek faydacılığıdır.
Oysa, Kürt ulusal sorununda "reformcu çözüm"ün egemenliği değil, reformlar bile ancak ulusal devrim ve sınıfsal mücadelenin yükselişinin yan ürünü olarak elde edilebilirler. Bu konuda generalleri ikna etmek çizgisi onlarla şovenist işbirliği çizgisidir. Türk ulusundan işçi-emekçi kitleler ise, kemalistlere gönderme yapılmasından ve bu tavırdan şovenist etkiyi atma yönünde değil, şovenizmi en çok kışkırtan kemalistler olduklarına göre demek ki terk etmemek gerekir fikrini çıkarırlar.
Sonuç olarak, Aydınlık revizyonistleri; faşist, İslamcı gerici, gerici sosyal demokrat burjuva klikleriyle benzer şekilde onların ikiz kardeşleri gibi, Kürt sorununun emperyalistler tarafından kışkırtıldığı demagojisini yayıyorlar:
“Cumhurbaşkanı Demirel, İşçi Partisi Genel Başkanı’na 1994 Aralık ayında, ‘Batı Türkiye’yi böldü’ dedikten sonra, 'Bak haritasını da yapmışlar’ diyerek...” (Perinçek, Teori, s. 93, DCİSGB)
“Amerika’nın PKK’yi Türkiye’yi hizaya getirmek ve kendi politikalarına razı etmek için kullandığını görüyoruz.” (Perinçek, 3. Kongre Açış Konuşması, Teori, sayı 59, s. 11)
“Fakat bugün Türkiye emekçisine öncelikle anlatılacak olan, Kürt meselesine uzatılan emperyalist eldir.” (Haşan Yalçın, Teori, s. 59, Kasım 94)
Aydınlık revizyonizmi, devrimci çözüm adına kemalistlerin ikiyüzlü burjuva çözümünü yeniden ısıtıp piyasaya sürüyor. Türk ve Kürt işçi ve emekçisinin gerçekten gönüllü devrimci birliğini gerçekleştirecek olan bağımsız devlet kurma özgürlüğü ve işçi emekçi sovyet cumhuriyetleri federatif birliğine cepheden karşı koyuyor. Şovenist sınıf işbirliği çizgisini bu anlamda daha kaba sergiliyor. Doğal olarak bu şovenizmi de, bir yanıyla Kuzey-Güney teorisinin bağımlı ülkeler devletleriyle sınıf işbirliği stratejisi, diğer yanıyla kemalist kuyrukçuluk geleneği üretiyor.
Üç Dünya Teorisinin Yeni Biçimi
'70’li yıllar boyunca, Çinli revizyonistler tarafından piyasaya sürülen gerici üç dünya teorisi (ÜDT) ile yeni sömürge ülkeler aydınlarının üçüncü dünyacılık akımı, yaygın bir etki sağlamışlardı.
Gerici ÜDT, dünyayı sınıfsal ölçütlere göre değil, ülkelerin gelişmişlik, sermaye birikimi, siyasi-askeri güçlere göre kategorilere ayırıyordu. Birinci dünyaya iki süper emperyalist devleti, ABD ve SB'yi; ikinci dünyaya Avrupalı, Japon ve diğer emperyalistleri; üçüncü dünyaya ise tüm yeni sömürge ülkeler ile revizyonist antiemperyalist ve sosyalist ülkeleri yerleştiriyordu.
Sözde ABD ve Sovyet emperyalistlerine karşı, “üçüncü dünya”yı, devrimin temel gücü, “ikinci dünya”yı ise ittifak kurulacak dolaylı yedek güç olarak gösteriyordu. Dahası "baş tehlike sovyet emperyalistleri 'ne karşı, süper emperyalist devlet ABD dahil bütün gericilerle birlik öneriyordu, işçi sınıfı ve halklara.
Gerici ÜDT. “devletler bağımsızlık, uluslar kurtuluş, halklar devrim istiyor” görüşüyle, son ikisi birincisiyle antagonist çelişki içinde olan görüşü öğütlüyordu. Daha doğrusu, temel görüş olarak “devletler bağımsızlık istiyor” tezini savunuyor ve sözde emperyalizme karşı bütün "üçüncü dünya” halkları ve işçi sınıflarını. "devletleriyle birleşmeye”, Avrupalı emperyalistlerle uzlaşmaya çağırıyor, "halklar devrim, uluslar kurtuluş istiyor” tezlerini de bu sınıf işbirlikçisi temel görüşü benimsetmenin kılıfı olarak kullanıyordu.
Çinli hain revizyonistler, Mao'nun 1972’de Nixon’la el sıkışmasından hemen sonra 1973’te kapitalizm yolcusu kötü ünlü revizyonist Deng’e formüle ettirdikleri ÜDT ile iki şey amaçladılar: İşçi sınıfı ve halkları, özellikle o dönemlerde devrim rüzgarının estiği bağımlı ülkelerde işçi sınıfı ve emekçi halkları “kendi” burjuvazi ve devletleriyle işbirliğine götürerek emperyalizm yararına devrim dalgasını söndürmek ve Çin’in sosyal emperyalist gelişmesinin ihtiyacı olan emperyalist ve gerici ittifakları oluşturmak!
Gerici ÜDT, pek çok devrimci, antifaşist parti ve örgütü, emperyalist sistemin ve gericiliğin işbirlikçileri haline dönüştürdü. Hatta, gerici sınıf işbirlikçisi üç dünyacı uluslararası akım yaratarak, işçi sınıfı ve halkların devrim ve sosyalizm mücadelelerine sürekli darbeler indirme rolü oynadı. Yanı sıra aynı yıllarda pek çok devrimci hareketi bu gerici teorinin etkisi ve tartışmalarıyla uğraştırarak öncü devrimci misyonlarını oynamalarını engelledi.
Gerici ÜDT’nin Türkiye'deki şampiyonu Perinçek ve Aydınlık revizyonizmiydi. Gerici bölge ülkelerini örneğin İran Şahlığı’nı desteklemekten, içte Demirel, Erbakan ve 12 Eylül generallerini desteklemeye değin uzanan gerici bir çizgi izledi.
Gerici ÜDT’nin ve akımının en yakın yol arkadaşı, revizyonist Titoculuğun başını çektiği “Bağlantısızlar Hareketi” ve üç dünya savunucusu konumundaki sol aydınlar oldular.
Şimdi yine eski üç dünyacı akımlar (Türkiye’de Aydınlık revizyonizmi) ve yol arkadaşı olarak bazı sol aydınlar, yeni üç dünya teoriciliğini bu kez Kuzey-Güney teorisi olarak canlandırıyorlar. Kuzey-Güney teorisi, ÜDT’nin güncel koşullardaki yeni biçimidir!
Yazımızın hemen bütün bölümlerinde gönderme yaptığımız gibi bu iki gerici teorinin başlıca tezleri de birbirlerinin kopyası. Kuzey-Güney teorisi, üç yerine iki dünya ayırımı koysa da, gerçekte emperyalist "Kuzey" dünyası içinde, ABD’yi birincil derecede hedef, diğerlerini de ABD öncülüğünde yani ikincil derecede hedef olarak konumlandırıyor.
ÜDT'den bu bakımdan tek farkı, ikincil derecede hedef ilan ettiği emperyalistlerle ittifakı Kuzey-Güney teorisinin öngörmemesidir. Ki bu da gerici teoriyi, antiemperyalist gösterebilmenin kılıfından başka bir şey olmayan önemsiz bir farktır. "Kuzey içinde en önemli mücadele ABD'nin öncülüğünü diğer merkezlere dayatma çabası ile ortaya çıkıyor. ABD’nin öngördüğü modelde, Kuzey Güney’i ezerken diğer emperyalistler ikinci derecede kalmayı kabul ederek onun öncülüğünü kabulleniyor.” (Ö. Buse, Teori, sayı 63, s. 68)
Aydınlık revizyonistlerinin kendileri de, Kuzey-Güney teorisinin esasen üç dünya teorisi olduğunu böbürlenerek söylemekten de geri durmuyorlar:
"Mao tarafından geliştirilen üç dünya teorisinin güncelliği ayrıntılar düzeyinde azalmış olsa bile, temel çizgileri itibariyle geçerliliğinden hiçbir şey kaybetmemiştir.” (Ö. Büze, Teori, sayı 68, s. 62)
Üç dünya teorisi, şimdi Kuzey-Güney teorisinin yapmaya çalıştığı temel tez ve stratejisi bakımından “üç dünya”nın burjuvazileri, egemen sınıfları ve devletlerini, ABD ve AB’ye sözde karşı çıkarmak adına destekliyordu. İşçi sınıfı ve halklara “egemen sınıflarını” ve egemen sınıf devletlerini desteklemeyi ve işbirliğini öğütlüyordu. Sınıf işbirlikçisi bir çizgiyi izlemelerini öneriyordu.
Üç dünyacı Aydınlık revizyonizmi, Demirel'in AP’si ve Erbakan'ın MSP'siyle “milli birlik” hükümeti ve cephesine değin uzanan bir cepheyi öngörüyor ve öneriyordu. Yalnızca MHP'nin dışlandığı ama diğer bütün burjuva partiler ile devlet kurumlarıyla (örneğin temel kurum orduyla) işbirliği yapıldığı bir çizgi öneriyor ve uyguluyordu. Nitekim “4. Ordu Rusya sınırına" diyerek, sosyal emperyalist SB'ye karşı ABD'ci-NATO’cu ordunun kucağına oturuyordu.
Aydınlık’ın reviyonist şefleri, sınıf işbirliğini doğru göstermek için basit demagojilere de başvuruyorlar: Devrimci hareket emperyalist devletler ile ezilen “Güney”in devletlerini eşit derecede düşman görüyormuş, “devlet düşmanlığı fetişizmi" yanlışını yapıyormuş!
Elbette dünya devrimi karşısında büyük emperyalist devletlerle bağımlı ülkelerdeki “küçük" işbirlikçi devletler aynı derecede tehlikeli değildirler. Birinciler asıl büyük düşman ve tehlikedirler. Ama bu durum, emperyalist devletleri hedef alırken, küçük devletleri müttefik almayı gerektirmez. Bu, işçi sınıfı ve emekçi halka, bağımsız devrimci yolu değil, “kendi" ülke burjuvazileri ve devletleriyle sınıf işbirliği yolunu izlemelerini öğütlemek olur. Milliyetçi sınıf işbirliği çizgisi olur. Yanı sıra bu, emperyalist sistemi kavramamak, emperyalist ve işbirlikçi gerici devletleri birbirinden tecrit edilmiş olgular olarak ele almak demektir.
Oysa işbirlikçi gerici devletler, emperyalist sistemin içinde, onun politik kuvvetleri zincirinin halkalarıdırlar. Emperyalist burjuvaziler ve devletleri, bağımlı ülkelerdeki egemenliklerini (ekonomik, mali, politik ve askeri) ülkelerdeki işbirlikçi devletlere dayanarak sürdürebiliyorlar. Dolayısıyla dünya devrimi, eğer bu ülkelerdeki devletleri ve işbirlikçi egemen sınıfları da temel hedef olarak alırsa başarılı olabilir, emperyalist zincirin halkalarını koparabilir. "Eşit derecede düşman alınamaz" bahanesi altında, işbirlikçi egemen sınıf devletleriyle, emperyalizmin bu dayanaklarıyla sınıf işbirliğini benimsetmeye çalışmak, yalnızca gerici olmakla kalmaz, emperyalizmle uzlaşmak demektir.
Konuya ilişkin emperyalist Körfez savaşından verdikleri örnek de Aydınlık revizyonistlerini kurtarmaya yetmez. Çünkü ABD emperyalistlerinin işgaline ve saldırısına karşı çıkmak, ne Saddam'ı ve Irak gerici devletini desteklemeyi gerektirir. Ne de gerici Saddam ve Irak egemen sınıfları desteklenmiyor diye, bu, onların ABD'yle eşit derecede düşman görüldüğü anlamına gelir.
Esasen “eşit derecede düşman görmemek” gerektiği demagojisi emperyalist "Kuzey" devletlerine "karşı", ezilen “Güney'hn "küçük", “zavallı" devletlerini desteklemek gerektiği milliyetçi işbirliği stratejisini benimsetmenin aracından başka bir şey değildir.
“Devlet düşmanlığı fetişizmi" saldırısı -ki devrimci hareket açısından onur vericidir- da aynı çabanın ifadesidir. Komünistler, birincisi amaç olarak devlete tümden karşı olsalar da, demokratik ve sosyalist devrimlerin zaferi, sosyalizm inşası dönemi boyunca, işçi ve emekçilerin demokratik diktatörlüğü ile proletarya diktatörlüğünün aracı olan devletleri savunur ve kurarlar. Ama tüm bunlar, emperyalist sistemin temel direkleri olan devletlere de, bağımlı ülkelerde temel dayanakları olan işbirlikçi gerici devletlere de, en amansız düşmanlığı, uzlaşmaz bir mücadeleyi zorunlu kılar. Yani, işbirlikçi “devletlere düşmanlık fetişizmini zorunlu kılar. Ayrıca, her devrimin temel sorunu iktidar sorunudur. Emperyalizmin bağımlı ülkelerdeki devrimlerde faşist, gerici işbirlikçi iktidarlar (devletler) üzerinde devrimin kesin zaferini kazanmayı hedeflemeyen hiçbir devrim, devrimci sonuca varmış olamaz. Faşist gerici devletleri parçalamayan ve işçi-emekçi devleti kurmayı gerçekleştirmeyen hiçbir devrim kesin zafer kazanmış olmaz. Bu ise emperyalist devletlere de, işbirlikçi devletlere de amansız ve uzlaşmaz bir düşmanlığı, "devlet düşmanlığı fetişizmini" zorunlu kılar, devrimci olan yalnızca budur!
Sonuç Yerine
Sonuç olarak, karşıdevrimci Aydınlık revizyonizmi, ‘90’lı yıllarda eski kötü ünlü gerici üç dünya teorisinin yerine özsel olarak aynı olan gerici Kuzey-Güney teorisini benimsedi, devam ettiriyor.
Basın alanında propaganda yoluyla Kürt ulusal hareketine verdiği desteği, Aydınlık revizyonizmi yine bu yıllarda "91’dcn itibaren sona erdirdi. Kürt ulusal özgürlüğüne koyu bir düşmanlık ve bağnaz bir Misak-ı Millicilik, sömürgeci devlet savunuculuğu yaptı, devam ediyor.
'95 sonlarından itibaren ise, kemalistlerle (sosyal demokrat, militarist, reformcu sol kemalistlerle vb.) sözde sosyalistlerin temel ittifakına dayanan, Devrimci Cumhuriyet İçin Sol Güçbirliği İktidarı stratejisini oluşturdu. Ki bu, işçi sınıfı ve halklara MGK önderliğinde ve sosyal demokratlarla İP'in hükümet olduğu bir rejimi içeren gerici bir stratejidir. Ordu devrimci niteliğe ve stratejiye kavuşmuştur, kemalist cumhuriyetin kazanmalarını İslami gericiliğe ve sözde ABD’ye karşı korumak gerekir vb. tezlerle de temellendirilen bu gerici strateji, esasen generallerin, MGK'nın işbirlikçi burjuva devleti ve faşist rejimi restore çabasına "soldan” kitle dayanakları yaratmanın kaldıracı işlevini oynamaya çalışıyor.
Aydınlık revizyonizmi, bütün bu gerici, karşıdevrimci zırvalarını, elbette ''devrimcilik", “sosyalistlik”, "antiemperyalizm” kılıflarıyla gizlemekten de geri durmuyor. Tabi ki başlıca bu üç biçimde geliştirdiği gerici görüşler birbiriyle bağlantılıdırlar. Aydınlık revizyonizmini bağnaz ordu ve devlet savunuculuğuna, milliyetçi bir sınıf işbirlikçiliğine batırıyorlar. Ama Kuzey-Güney teorisi, Kürt ulusunun özgürlük istemine düşmanlık ve MGK'yla işbirliği stratejisi nedeniyle benimsediği ve gerici yönde kendisini daha da geliştiren adımlar oldular. Aydınlık revizyonizmi böylece, her zaman bir sınıf işbirliği "teorisi”, “stratejisi" bulmakta ve üretmekte zorlanmadı. 1960’lı yılların sonu ve ‘701i yılların başında "milli güçbirliği'’, "sol” cunta kuyrukçuluğu üretti. '70'li yıllarda gerici üç dünya teorisini buldu. Demirel, Erbakan, Evren kuyrukçuluğuna değin battı. 12 Eylül askeri faşist diktatörlüğünü sosyal demokratların “solunda" destekleyen TKP ile birlikte yalnızca Aydınlık revizyonizmi oldu. '90'larda yenilenmiş ÜDT olan Kuzey-Güney gerici teorisini, gerici-faşist orduyu destekleme stratejisini, Kürt ulusuna düşmanlığı buldu ve üretti.
İşte gerici Kuzey-Güney teorisi, Aydınlık revizyonizminin birbirini tamamlayan burjuva milliyetçi sınıf işbirlikçisi çizgisinin temellerinden biri, kemalistlerin hemen her türevine (generallerden İlhan Selçuk'lara), devletle uzlaşan-işbirliği yapan burjuva Alevi çevrelerine, sendika bürokratlarına, şovenizmin etkisindeki eğitimli kent küçük burjuva kesimlere vb. teorik ve politik silahlar hazırlıyor. Generaller en önde olmak üzere, bu faşist, gerici burjuva klikleri ve devletine, kitleleri bağlamanın ideolojik-politik silahlarını hazırlıyor.
Komünist ve devrimci konumdan işçi sınıfı ve halk hareketine önderlik etmeye çalışırken, söz konusu bu gerici ideolojik silahlara karşı, devrimci bir işlev görmesi için Kuzey-Güney teorisini eleştirdik. Aydınlık revizyonizmi, ipliği pazara çıksa da, söyledikleri etkisiz kalmayacağına göre, devrimci eleştiriciliğin uzlaşmaz hücumu altında tutulmaya devam edilmelidir.