Burada temsil edilen partiler ve örgütler, uluslararası komünist hareketin kurulması ya da yeniden kurulması konusunda düşünce birliğine varmaya ve birleşmeye çağrılmakta ve onlardan böyle davranmaları beklenmektedir. Bu projenin temelleri; 20 Nisan 1992 tarihli 'Pyongyang Deklarasyonu', PTB (Belçika Emek Partisi)'nin 2 Mayıs 1993 tarihli 'Uluslararası Komünist Hareketin Birliği İçin Yedi Öneri'si ve 3 Mayıs 1994 tarihli 'Uluslararası Komünist Hareketin Birliği İçin Yedi Öneri'si gibi belgelerinde ortaya konmuş bulunuyor. Değişik parti ve örgütlerin bu ve benzer belgeleri ve açıklamalarında dile getirilen görüşleri şöyle özetleyebiliriz:
1) "Sosyalizm davasını savunmak ve ilerletmek için bütün bu partiler ('Sosyalizme özlem duyan… partiler') bağımsızlıklarını kararlılıkla sürdürmeli ve kendi güçlerini pekiştirmelidirler." …"Sosyalist hareket, bağımsız bir harekettir." …"Sosyalizm davası ulusal bir dava ve aynı zamanda insanlığın ortak davasıdır." ('Pyongyang Deklarasyonu')
2) "Çağımız bağımsızlık çağıdır ve sosyalizm davası, halk kitlelerinin bağımsızlığını gerçekleştirmeyi hedefleyen kutsal bir davadır." …"Sosyalist toplum özünde, halk kitlelerinin her şeyin efendisi olduğu ve her şeyin onlara hizmet ettiği gerçek bir toplumdur." ('Pyongyang Deklarasyonu')
3) "Her parti marksist-leninist ilkeleri kendi kavrayışı temelinde bugünkü gerçekliğe uygular… Her parti kendi siyasetini tümüyle bağımsız bir tarzda belirler. Fakat bu, uluslararası komünist hareketin birliğini sürdürme göreviyle çelişmez; çünkü bu birlik de önemli bir ilke sorunudur." ('Uluslararası Komünist Hareketin Birliği İçin Öneriler')
4) "1956'dan bu yana, uluslararası komünist hareket, esas olarak Kruşçev'in revizyonist çizgisi, fakat aynı zamanda aşırı sol tutumlar nedeniyle bölünmüş ve parçalanmıştır." ('Uluslararası Komünist Hareketin Birliği İçin Öneriler')
5) "Tarihin belli bir anında meydana gelmiş olan bu bölünmelerin doğruluğu ya da gerekliliği konusunda ne düşünülürse düşünülsün, bugün bu bölünmeleri aşma ve geleneksel olarak Sovyet-yanlısı, Çin-yanlısı, Arnavutluk-yanlısı, Küba-yanlısı ve bağımsız çizgiler doğrultusunda parçalanmış olan marksist-leninist partilerin birliğini sağlama olanağı vardır." …"Bugünkü durumda marksizm-leninizmin devrimci ilkelerine bağlı kalan tüm partiler, eski bölünmelerin üstünden atlama ve birleşme gereksinimi duymaktadırlar." ('Uluslararası Komünist Hareketin Birliği İçin Öneriler')
6) "Sovyetler Birliği'nde kapitalizmin bütünüyle restore edilmesinden sonra tüm komünistler, revizyonizmin marksizm-leninizmin en tehlikeli ideolojik düşmanı olduğu noktasında anlaşabileceklerdir. Yaşam, revizyonizmin, komünist hareket içindeki burjuvazi olduğunu kanıtlamıştır." ('Uluslararası Komünist Hareketin Birliği İçin Öneriler')
7) "Komünistler, marksizm-leninizm ve proleter enternasyonalizmi temeli üzerinde birleşmelidirler. Marksizm-leninizm temeli üzerinde birliği, revizyonizme, sektarize ve dogmatizme karşı savaşım içinde pekiştirmek gerekir. Komünistler arasında önemli, hatta son derece önemli düzeylerdeki görüş ayrılıklarının uzun bir dönem boyunca süreceğini kabul etmeliyiz. Eleştiriyi ve karşı-eleştiriyi kabul etmeli ve birliği sürdürmeliyiz." ('Uluslararası Komünist Hareketin Birliği İçin Yeni Öneri')
8) "1960'lı yıllarda revizyonizm tehlikesini en iyi kavrayan Mao Zedung oldu. Enver Hoca, Ho Şi Min, Kim İl Sung ve Che Guevara da revizyonizme karşı savaşıma önemli katkılarda bulundular." ('Uluslararası Komünist Hareketin Birliği İçin Öneriler')
9) "Revizyonizme karşı ideolojik savaşım, karmaşık ve uzun erimli bir görevdir. Birçok partiyi yıkıma uğratan revizyonizm, kendiliğinden ortadan kalkmayacaktır. Tito'nun revizyonizmi, uluslararası komünist hareket tarafından ta 1948'de eleştirilmişti… Revizyonist düşünce ve tezler derinlemesine irdelenmez ve eleştirilmezlerse, varolmaya devam edecek ve tasfiyeci akım yeniden saldırabilecek ve yeni kurbanlar alabilecektir." ('Uluslararası Komünist Hareketin Birliği İçin Öneriler')
Değerli arkadaşlar,
Uluslararası komünist hareket yukarıda adı geçen tezler ve öneriler temeli üzerinde kurulamaz ya da yeniden kurulamaz. Biz burada temsil edilen parti ve grupların, en azından büyük çoğunluğunun içtenlik ve iyi niyetlerinden kuşku duymuyoruz. Fakat, atasözünde de belirtildiği gibi, cehenneme giden yol iyi niyet taşları ile döşenmiştir. Her şeyden önce biz, komünist güçlerin birliği sorunuyla, antiemperyalist ve antifaşist güçlerin birliği sorunu arasında bir ayrım yapmak zorundayız. Yukarıda adı geçen belgeler; emperyalizme, ırkçılığa, faşizme, kapitalizme vb. karşı bir savaşın gerekliliğinden söz etmekte ve daha sonra, komünist olmayan güçler de içinde olmak üzere tüm devrimci güçlerin komünizmin bayrağı altında birleştirilmesini önermektedirler. Biz, demokratik ve sosyalist görevler ve devrimci-demokratik ve komünist güçler arasında son derece kesin bir ayrım çizgisinin çekilmediği bu koşullarda, gerçek bir antiemperyalist ve demokratik cephenin de kurulamayacağına inanıyoruz. Bu soruna daha sonra değineceğiz.
Komünist güçlerin birliği konusuna girmeden önce, marksizm-leninizmden açıkça kopuşu ele veren bazı belirsiz ve oportünist formülasyonları eleştirmek istiyoruz. Bu belgelerde ne proletaryanın özel ve dünya-tarihsel rolünden, ne de proletarya diktatörlüğünün mutlak gerekliliğinden söz edilmektedir. Lenin, "Marks'ın öğretisindeki asıl şey, sosyalist toplumun kurucusu olarak proletaryanın tarihsel rolünün açığa çıkarılmasıdır." ('The Historical Destiny of the Doctrine of Karl Marks', Collected Works, cilt 18, syf. 582) demişti. Ve o, ünlü Devlet ve İhtilal adlı kitabında, "Yalnızca sınıflar savaşımını kabul eden biri, bundan ötürü marksist değildir; henüz burjuva düşüncesinin, burjuva politikasının çerçevesinden çıkmamış biri olabilir. Marksizmi sınıflar savaşımına indirgemek, onun kolunu kanadını kırpmak, bozmak, onu burjuvazi için kabul edilebilir bir şeye indirgemek demektir. Sınıflar savaşımının kabulünü, proletarya diktatorasının kabulüne dek genişleten kişi bir marksisttir ancak. Marksisti bayağı küçük (ve büyük) burjuvadan temelden ayırdeden şey, işte budur. Marksizmin gerçekten anlaşılıp kabul edildiğini, işte bu denektaşı ile sınamak gerekir. Avrupa tarihi, işçi sınıfını bu soruna pratik olarak yanaşmaya götürünce, bütün oportünist ve bütün reformistlerle birlikte, bütün "Kautskist"lerin de (yani reformizmle marksizm arasında duraksayanların da) acınası hamkafalar ve küçük-burjuva demokratlar olarak, proletarya diktatorasının yadsıyıcıları olarak ortaya çıkmaları, hiç de şaşılacak bir şey değildir." (Devlet ve İhtilal, syf. 45) diyordu. Yukarıda adı geçen belgelerin yazarları, sosyalist toplumu, "halk kitlelerinin her şeyin efendisi olduğu ve her şeyin halk kitlelerine hizmet ettiği gerçek bir toplum" ('Pyongyang Deklarasyonu') olarak tanımlarken marksizm-leninizmi yadsımaktadırlar. Ve doğallıkla onlar, komünist hareketin sonal hedefinin komünizm, sınıfsız toplum olduğu gerçeğine açık-seçik bir tarzda işaret etmedikleri için de eleştirilmelidirler. Onlar, sosyalizmin geçici niteliğini unutmuş ve onu komünist hareketin sonal hedefi gibi sunmuşlardır. Bu, marksizm-leninizmin düpedüz yadsınmasıdır. Gotha Programının Eleştirisi adlı yapıtında Marks şöyle diyordu:
"Kapitalist toplum ile komünist toplum arasında, kapitalist toplumdan komünist topluma devrimci dönüşüm dönemi yer alır. Bu döneme, devletin proletaryanın devrimci diktatorasından başka bir şey olamayacağı bir siyasal geçiş dönemi karşılık düşer. "(Marks, Engels, Marksizm, syf. 411) Burada bağımsızlığa yapılan ve milliyetçilik kokan aşırı bir vurguyla karşı karşıya bulunuyoruz. "Çağımız bir bağımsızlık çağıdır", sosyalizm "halk kitlelerinin bağımsızlığı"nın gerçekleştirilmesini hedefler, "sosyalist hareket bir bağımsızlık hareketidir" ('Pyongyang Deklarasyonu') deniyor bize. Bunlar marksist önermeler değildir. Neden? Çünkü, her şeyden önce çağımız hala "emperyalizm ve proleter devrimleri çağıdır" ve onun asıl içeriği kapitalizmden sosyalizme geçiştir. İkincisi, sosyalizmin "halk kitlelerinin bağımsızlığı"nı hedeflediğini ileri sürmek, en iyi olasılıkla, proletaryanın kafasının karışmasına ve onun yolundan saptırılmasına hizmet eden boş ve anlamsız bir gevezelik olmaktan ileriye gitmez. Üçüncüsü, "sosyalist hareket"i bir "bağımsızlık hareketi" olarak tanımlamak ve "sosyalizme özlem duyan…partiler"in "kararlı bir biçimde bağımsızlıklarını korumaları" gerektiğini ileri sürmek, sosyalist hareketi ulusal-demokratik hareket düzeyine indirmek ve işçi sınıfı hareketinin ve komünist hareketin uluslararası niteliğini yadsımak anlamına gelir. Daha 1867'de Marks şöyle diyordu:
"Şimdiye değin büyük amaca yönelik tüm çabalar, her ülkedeki işçi hareketinin değişik bölümleri arasındaki dayanışmanın eksikliği ve değişik ülkelerin işçi sınıfları arasında kardeşçe birlik bağlarının yokluğu yüzünden başarısızlığa uğramıştır.
"Emeğin kurtuluşu, ne yerel ve ne de ulusal bir sorun olmayıp, çağdaş toplumun oluşmuş olduğu bütün ülkeleri kucaklayan toplumsal bir sorun, çözümü için en ileri ülkelerin pratiksel ve teorik işbirliğine dayanan bir sorundur." ('Uluslararası İşçi Birliği'nin kuralları ve Yönetsel Yasaları', Collected Works, cilt 20, syf. 441) Ve ağustos 1920'de Lenin'in kaleme aldığı Komünist Enternasyonal'in Tüzüğü'nde şunları okuyoruz:
"Komünist Enternasyonal, zaferi yakınlaştırmak için, kapitalizmi ortadan kaldırmak ve komünizmi kurmak amacıyla savaşan bir Uluslararası İşçi Birliği'nin güçlü bir merkezselleşmiş örgüte gereksinimi olduğunu bilmektedir. Gerçekte ve eylemde Komünist Enternasyonal, değişik ülkelerdeki partilerin, bölümleri gibi davrandıkları tek bir evrensel Komünist Partisi olmalıdır. Komünist Enternasyonal'in örgütsel aygıtı, her ülkenin emekçilerinin herhangi bir zamanda diğer ülkelerin örgütlü proleterlerinden en üst düzeyde destek almalarını güvence altına alabilmelidir." (Theses, Resolutions & Manifestoes of the Fırst Four Congresses of the Third Internatıonal, syf. 124) Bu yazdıklarımızdan "bağımsızlık" sorununun marksist-leninistlerce algılanışının, yukarda adı geçen belgelerin yazarlarının algılayışından bütünüyle farklı olduğu açıkça görülmelidir. Sözkonusu yazarlar bağımsızlığı ulusal dışlayıcılık ve darkafalılığın ışığında yorumluyor ve enternasyonalizmi dayanışmaya vb. ilişkin gevezelik düzeyine indiriyorlar. Onların "enternasyonalizm"inin içeriği de budur. Marksist-leninistlere göre ise "sosyalist hareket"in, daha doğrusu komünist ve işçi sınıfı hareketinin ideolojik, siyasal ve örgütsel bakımlardan burjuvazinin, daha doğrusu mülk sahibi sınıflardan bağımsız olması gerekirken, onun, komünist ve işçi sınıfı hareketinin diğer bölüklerinden bağımsız olması, esas olarak gerekmektedir. Uluslararası komünist ve işçi sınıfı hareketinin değişik bölümleri birbirlerine olabildiğince yakın olmalıdırlar. Bu yüzdendir ki, marksist-leninistler "Bütün ülkelerin işçileri, birleşiniz" sloganından yanadırlar. Ve bu yüzdendir ki onlar, her zaman tek tek ülkelerdeki işçi sınıflarının ulusal çizgiler boyunca bölünmesine her zaman karşı çıkmışlardır. Bolşevikler işçi sınıfının ulusal kesimlere bölünmesini reddettiler ve şu görüşü ileri sürdüler.
"…İşçi sınıfının çıkarları, belirli bir devlet içindeki işçilerin ortak proleter, siyasal, sendikal, kooperatif, eğitsel ve diğer örgütlerde bileştirilmelerini gerektirir." (Aktaran S. Sahaheen, The Commünist Theory Of Natıonal Self-Determanatıon, syf, 74)
***
Yukarıda adı geçen belgelerin yazarları, önerilerinin esasını oluşturan düşünceyi, "Marksist-leninist partiler arasındaki eski bölünmeler aşılabilir" deyişiyle özetlemişlerdir. Fakat onlar, bu savın geçerliliğini kanıtlama ve bugünkü ideolojik farklılıkları ve hatta uçurumları aşma doğrultusunda kesinlikle hiçbir çaba harcamamaktadırlar. Ve onlar, marksizm-leninizm ve revizyonizmi tanımlamaya ve ikisini birbirinden ayırdetmeye yarayacak nesnel ve bilimsel ölçütler saptama yolunda da kesinlikle hiçbir çaba harcamamaktadırlar. Bu güçlükleri sözümona aştıktan sonra bize, "eski bölünmeleri aşma ve birleşme" öğüdü vermeye girişmektedirler. Onlar ayrıca bize, -ona ne kuşku!- marksizm-leninizm ve proleter enternasyonalizmi temeli üzerinde birleşmeyi ve bunun yapılabilmesi için de sağ ve 'sol' oportünizme karşı savaşımı güçlendirmeyi öğütlemektedirler. Fakat "yüce yargıçlarımız" bize hala marksizm-leninizmle sağ ve 'sol' oportünizmi birbirinden ayırdetmemizi sağlayacak kılavuz ipini sağlamamışlardır. Ortalama zeka düzeyine sahip bir insan, bu yaklaşımın mantıksal olarak çelişmeli doğasını kolaylıkla algılayacaktır. Bir yandan, "eski bölünmelerin … aşılabileceği" ve onların bir yana atılması gerektiği söylenmekte ve öte yandan oportünizme ve revizyonizme karşı savaşımın sürdürülmesi çağrısında bulunulmaktadır. Bugün olduğu gibi, kendilerini marksist-leninist olarak adlandıran bütün eğilimler gerçekte marksist-leninist olmuş olsalardı, aşağıdaki sonuçlara varmak kaçınılmaz olacaktı:
1) Geçtiğimiz on yıllarda sürdürülen ideolojik savaşımlar aslında marksist-leninistler arasındaki ideolojik savaşımlardı.
2) Bu ideolojik savaşımların yürütülmemesi gerekirdi; bu savaşımlar boşuna yürütülmüştü.
Bu yargı, yukarıda adı geçen belgelerin yazarlarının konumlarının aşırı oportünizmini ve saçmalığını ortaya koyar; fakat bu yaklaşım kendi içinde tutarlıdır. Kendisini komünist ve sosyalist ilan eden bütün partilerin ve grupların birleşmesi çağrısında bulunanlar başka türlü davranamazlardı. Fakat onlar bir yandan da revizyonizmin, "marksizm-leninizmin en tehlikeli düşmanı" olduğunu belirtiyor ve onun "komünist hareket içindeki burjuvazi" olduğunu ileri sürüyorlar. Ve onlar hem 1956'dan önce, hem de o tarihten sonra oportünizme ve revizyonizme karşı sürdürülen ideolojik savaşımları alkışlıyorlar. Eğer onlar, revizyonizmin böylesine büyük bir tehlike oluşturduğuna gerçekten de inanıyorlarsa, neden emperyalizmin ve burjuvazinin bu acentasını tanılamaktan ve tanımlamaktan bu denli özenle kaçınıyor ve Sovyet-yanlısı, Çin-yanlısı, Arnavutluk-yanlısı, Küba-yanlısı ve bağımsız grupların birleşmesi ve bir ideolojik ateşkes ilan etmeleri için çağrı yapıyorlar? Bunun iki farklı açıklaması olabilir. Onlar ya ne dediklerinin farkında değillerdir ya da kendilerini komünist ve sosyalist ilan eden tüm parti ve grupların içinde yer alacağı revizyonist bir Enternasyonal'in kurulmasını savunmaktadırlar. Her iki durumda da onlar, işçi sınıfının ve içtenlikli devrimcilerin saflarında kafa karışıklığı yaratmak ve revizyonizmin değişik türlerinin, kendilerini marksist-leninist ve uluslararası komünist hareketin bileşenleri olarak yutturmalarına yardımcı olmak suretiyle emperyalizmin ve burjuvazinin çıkarlarına hizmet etmektedirler.
Revizyonizme karşı savaşım ve komünistlerin birliği ikili ve birbiriyle ilişkili sorunlarına marksist-leninist yaklaşım, yukarda adı geçen belgelerin yazarlarınınkiyle taban tabana karşıttır. Marksist-leninistler her zaman gerek tek tek partiler ve gerekse uluslararası komünist hareket içinde oportünizme ve revizyonizme karşı uzlaşmaz ideolojik savaşımdan yana olmuşlardır. Dahası, onlar savaşımın belirli bir aşamasında komünist örgütlerin oportünist öğelerden arındırılmasından da yana olmuşlardır. Oportünizme karşı leninist tutumu anlatırken Stalin şöyle diyordu:
"Bütün bu küçük-burjuva gruplar şu ya da bu biçimde partiye girerler; partiye kararsızlık ve oportünizm ruhunu, moral bozukluğu ve güvensizlik ruhunu getirirler. Hizipçiliğin ve geçimsizliğin başlıca kaynağı, içten baltaladıkları partide kargaşalığın başlıca kaynağı onlardır. Geride böyle "müttefikler" varken emperyalizmle savaşa tutuşmak, kendini hem önden, hem arkadan iki ateş arasında bırakmak demektir. Bu yüzden böyle unsurlara karşı amansız bir savaşım verilmesi ve bunların partiden kovulması, emperyalizme karşı savaşın başarısı için önkoşuldur." (Leninizmin İlkeleri, Syf. 112) Zimmerwald ve Kıenthal'ın merkezci oportünistlerini eleştirirken aynı yaklaşımı sergileyen Lenin şöyle diyordu:
"Oportünizme karşı savaşımla sıkı sıkıya bağlantılı değilse, emperyalizme karşı savaşım ya bir boş söz, ya da bir sahtekarlıktır. Zimmerwald ve Kıenthal'in temel bir zaafı –Üçüncü Enternasyonal'in bu embriyonlarının fiyaskoyla sonuçlanma olasılığının yüksek olmasının nedenlerinden biri– oportünizmle savaşım sorununun, oportünistlerle kesin bir kopuşmanın ilan edilmesi anlamında çözülmesi bir yana açıkça dile bile getirilmemiş olmasıydı." ('The Military Programe of the Proletarian Revolution', Collected Works, vol. 23, s.83) Yukarıda adı geçen belgelerin, marksizm-leninizm ve proleter enternasyonalizmi adına bize oportüizm ve revizyonizmle barışmamızı öğütleyen yazarlarının tersine Lenin şunları söylüyordu:
"Enternasyonalizm üzerine yemin billah edenler enternasyonalist değildirler. Kendi burjuvazilerine, kendi sosyal-şovenistlerine, kendi kautskistlerine karşı gerçekten enternasyonalist tarzda savaşanlar enternasyonalisttir ancak." ('Enternasyonal Sosyalist Komiteye ve Tüm Sosyalist Partilere Bir Çağrı İçin Tezler', Colliected Works, vol. 23, syf. 209)
'Uluslararası Komünist Hareketin Birliği İçin Öneriler' adlı belgede şu satırları okuyoruz:
"1) 1919'da kurulmasından bu yana uluslararası komünist hareket tarihi sarsmış ve dünyanın bakış açısını değiştirmiştir. Komünist Enternasyonal'in temmuz 1920'de toplanan II. Kongresi bir tüzük, giriş koşulları, manifesto ve uluslararası komünist hareketi sosyal demokrasiden ayırdeden diğer özsel kararları kabul etti. 1956'ya kadar uluslararası komünist hareket devrimci yönelimini ve birliğini sürdürdü; onun gücü ve etkisi dünya ölçeğinde artmaya devam etti.
"2) Anlamlı bir akım olarak dünya sahnesinde yeniden ortaya çıkabilmesi için uluslararası komünist hareketin bu ortak tarihe sahip çıkması gerekir. "Biz bu yaklaşıma tümüyle ve koşulsuz olarak katılıyoruz. Bu, MLKP-K'nın yaklaşımıdır ve o, bu yaklaşımı benimseyen tüm komünist parti ve örgütlerle birlikte ve uyum içinde davranmaya hazırdır. Fakat, ne yazık ki, yukarda adı geçen belgelerin yazarlarının genel us yürütme ve davranış tarzı, bu yaklaşımla uyuşmamaktadır. Dahası, onların, revizyonizme karşı savaşım ve komünistlerin birliği sorunlarına karşı gerçek tutumları, doğru tutumla taban tabana karşıtlık içindedir. Sözkonusu belge, uluslararası komünist hareketin mirasına sahip çıkmaktan söz ediyor. Fakat onun analizleri, temel yaklaşım ve önermeleri, aşırı bir oportünizmi ele vermektedir. Uluslararası komünist hareketin mirasına sahip çıkanlar, Komintern'e katılmanın 21 koşulunun ruhuna uygun olarak düşünmek ve davranmakla yükümlüdürler. Bu koşulların bazıları aşağıdaki gibiydi:
"6) Komünist Enternasyonal'e katılmayı arzulayan her parti, sadece açık sosyal-yurtseverliği değil, sosyal-pasifizmin namussuzluğunu ve ikiyüzlülüğünü de teşhir etmekle yükümlüdür: kapitalizm devrimci yoldan yıkılmadıkça ne uluslararası hakem mahkemelerinin, ne savaş silahlarının sınırlanmasına ilişkin anlaşmaların, ne de Cemiyet-i Akvam'ın 'demokratik' tarzda düzeltilmesinin hiçbir zaman yeni emperyalist savaşları önleyemeyeceğini işçilere sistemli biçimde anlatmalıdır.
"7) Komünist Enternasyonal'e katılmak isteyen partiler, reformizmden ve 'merkez'in politikasından tümüyle kopuşu onaylamak ve parti üyelerinin geniş çevrelerinde bu kopuşun propagandasını yapmakla yükümlüdürler. Bu olmadan tutarlı bir komünist politika yürütmek mümkün değildir." (III. Enternasyonal, 1919-1943, syf. 31)
Söylenenlerden, yukarıda adı geçen belgelerin yazarlarının gerçekte hiçbir zaman, Komintern de içinde olmak üzere uluslararası komünist hareketin mirasına sahip çıkmadıkları yeterince açık olmalıdır. Tersine, haklı olarak, onların, uluslararası komünist hareketin temsil ettiği her şeyin karşıt kutbunda bulunduğunu söyleyebiliriz. Onların, uluslararası komünist hareket saflarında birlik konusuna ilişkin çizgileri, II. Enternasyonal'inki kadar, hatta daha da oportünist bir nitelik taşımaktadır. Giderek derinleşen oportünizmine karşın II. Enternasyonal asla tüm 'sosyalist' eğilimleri, kendilerini marksist ya da sosyalist olarak adlandıran tüm parti ve örgütleri kucaklamıyordu. Örneğin, anarşist ve anarko-sendikalist parti ve örgütler bu platformdan dışlanmışlardı; Millerand, Bernstein vb. gibilerin daha oportünist çizgileri, II. Enternasyonal kongrelerinin kararlarında resmen kınanmıştı ve kitlesel ve siyasal çalışmasını işçi sınıfı içinde yoğunlaştıran II. Enternasyonal'e bağlı partilerin programları, esas olarak marksizmin temel ilkeleriyle uyumluydu. Fakat, kendilerini uluslararası komünist hareketi yeniden kurma yetkisiyle donatan dostlarımız bu türden sınırlamaları tanımıyorlar! Onların anlatımıyla, Sovyet-yanlısı, Küba-yanlısı, Çin-yanlısı, Arnavutluk-yanlısı, bağımsız vb. olabilirsiniz. Eğer, onların son derece hoşgörülü ve herkesi kucaklayan belgelerinin altına imzanızı atmaya hazırsanız ve marksizm-leninizmi ve proleter enternasyonalizmini savunmak ve sağ ve 'sol' oportünizme karşı savaşmak için yemin ederseniz, anında, yepyeni bir Enternasyonal'in kurucuları arasında yer alabilirsiniz! Biz onlara, Lenin'in, 'Bern' Enternasyonali'nin merkezci oportünistlerine yönelttiği acımasız eleştiriyi anımsatacağız:
"'Bern' Enternasyonali'nden kaynaklanan tehlikelerin en büyüğü, proletarya diktatörlüğünün söylem düzeyinde kabulüdür. Bu kişiler, işçi hareketinin başında kalabilmek için her şeyi göze alabilirler. Kautsky şimdi, kendisinin proletarya diktatörlüğüne karşı olmadığını söylüyor! Fransız sosyal-şovenistleri ve 'merkezcileri' proletarya diktatörlüğünden yana kararların altına imza atıyorlar!
"Fakat bu, onların güvenilirliklerini zerrece arttırmıyor.
"Gerekli olan, söylem düzeyinde kabul değil, eylemde reformizm siyasetinden, burjuva demokrasisine ilişkin ön yargılardan tümüyle kopulması ve devrimci sınıf savaşımı yolunun gerçekten tutulmasıdır." ('The Tasks of the Third İnternational', The Comünist İnternational, s. 51)
Öte yandan, yukarıda adı geçen belgelerde, Stalin'e üstü örtülü bir saldırının yöneltildiği ve revizyonizmin maoist türünün empoze edilmeye çalışıldığı gözden kaçmamaktadır. Bu, sekter olmama, tarafsızlık, bölüşücülüğe karşı savaş ve revizyonizme karşı söylem düzeyinde savaşım görüntüsü altında yapılmaktadır. Stalin, kruşçevci revizyonizmin ortaya çıkmasına ve Sovyetler Birliği'nde kapitalizmin restorasyonunun başlamasına katkıda bulunmakla suçlanmaktadır. 'Pyongyang Deklarasyonu'nda şöyle deniliyor:
"Bazı ülkelerde sosyalizmin başarısız bir tarzda inşasının nedenlerinden biri, bu ülkelerin halk kitlelerinin temel gereksinimlerini karşılama yeteneğine sahip bir toplumsal yapı oluşturmayı ve sosyalizmi, bilimsel sosyalizmin teorisiyle uyumlu bir tarzda kurmayı başaramamış olmalarıdır." Ve 'Uluslararası Komünist Hareketin Birliği İçin Öneriler' adlı belgede ise şu satırları okuyoruz:
"12) Stalin dönemi SBKP'nin deneyimine ilişkin tartışma, uluslararası komünist hareket içinde yeniden açılmalıdır. Anti-Stalinizm, anti-komünizmin, uluslararası komünist hareket içine sokulmuş Truva atı olmuştur."
"13) Stalin yoldaşın yapıtının değerlendirilmesi konusundaki görüş ayrılıkları belirli bir süre varlığını sürdürecektir. Bu görüş ayrılıkları, bilimsel bir tarzda ve sınıfsal konumlardan hareketle ele alınmalıdır." Bu noktada şunu sormamız gerekiyor: Kim kimi yargılıyor? 'Pyongyang Deklarasyonu' ve konuya ilişkin diğer belgeler bazı komünist ve devrimci gruplarca desteklenmektedir. Fakat, 'kendi' egemen sınıflarıyla iyi ilişkileri olan sözde komünist ve sosyalist parti ve gruplar da bu belgelere destek vermişlerdir. Biz, Türkiye'den İşçi Partisi (eski adı Sosyalist Parti) gibi parti ve grupların Stalin'e ilişkin herhangi bir eleştirel yorum yapmaya hakları olmaması gerektiği kanısındayız. Stalin'e yönelik haksız saldırının, O'nu kararlılıkla savunması gereken gerçek devrimci parti ve grupların işbirliği ya da en azından üstü örtülü onayıyla sürdürülmesi, bu durumun kabul edilmezliğini daha da artırmaktadır.
'Uluslararası Komünist Hareketin Birliği İçin Öneriler' adlı belgenin yazarları Stalin'e saldırır ve onu dolaylı bir tarzda suçlarken, komünist ve devrimci parti ve gruplara, Mao Zedung'un sözümona büyüklüğünü ve doğruluğunu kabul ettirmeye çalışmaktadır. Bu belgede bize şunlar söyleniyor:
"Sovyetler Birliği'nin yozlaşmasının ışığında Mao Zedung yoldaşın yapıtının yeniden değerlendirilmesi gerekiyor. Büyük bir üçüncü dünya ülkesinde ulusal-demokratik devrime önderlik etmek ve bu devrimi sosyalist devrime dönüştürmek suretiyle o, dünya ölçeğinde önem taşıyan bir katkıda bulunmuştur. Mao Zedung, Kruşçev'e ve daha sonra Brejnev'in revizyonizmine karşı koymuştur. O, tarihte ilk kez kitleleri parti içindeki yozlaşma eğilimlerine karşı savaşa çekme yolunda girişimde bulundu."
Biz, bu koşullarda uluslararası komünist hareketin herhangi bir birliğinin sağlanabileceğini düşünmüyoruz. Bu birlik, asla diplomatik pazarlık ve değişik eğilimler arasında karşılıklı ideolojik ödünler verilmesi yoluyla sağlanamaz. Lenin, Alman Sosyal-Demokrat İşçi Partisi önderlerinin Lassalle'in Alman İşçileri Ulusal Birliği'yle birleşme konusunda eleştiren Marks'a göndermede bulunurken şöyle diyordu:
"Eğer birleşmek zorundaysanız, diye yazıyordu parti liderlerine Marks, hareketin pratik amaçlarını karşılayacak anlaşmalara girin, ama ilkeler konusunda herhangi bir pazarlığa izin vermeyin, teorik 'ödünler' vermeyin." (Ne Yapmalı?, syf. 34) Dolayısıyla, yukarıda adı geçen belgelerin yazarlarına bir kez daha sormak istiyoruz: Uluslararası komünist hareketi kurmak ya da yeniden kurmak için kimlerle birleşeceksiniz?
Ardından, egemen sınıfların onbinlerce komünist, devrimci ve demokratı öldürdüğü 1976 askeri-faşist darbesini desteklemiş olan Arjantin Komünist Partisi ile mi?
Kamboçya'nın 1975'de ABD emperyalizminin pençelerinden kurtulmasından sonra bir terör yönetimi kuran, milyonlarca insanı zorla kırsal bölgelere yollayan ve en azından bir milyon işçi, köylü ve aydını katleden Kızıl Kımerlerle mi?
Doğu Alman işçileri ve emekçilerini Rus ve Doğu Alman bürokratik burjuvazisi adına sömüren, Sovyet sosyal-emperyalistleri ve Küba revizyonistleriyle birlikte Etiyopya ve Eritre halklarının kanını döken, Kruşçev ve Brejnev kliklerini destekleyen ve Stalin'e saldıran Alman Demokratik Cumhuriyeti'nin yöneticisi SED (Sosyalist Birlik Partisi)'in doğrudan ardılı PDS (Demokratik Sosyalizm Partisi) ile mi?
1962'de Hindistan ile Çin arasındaki sınır çatışmasında açıkça Hint büyük burjuvazisi ve toprak ağalarından yana çıkan, Sovyet modern revizyonizmini destekleyen ve iktidara geldiği eyaletlerde egemen sınıfların ajanı rolünü oynayan Hindistan Komünist Partisi ile mi?
ANC (Afrika Ulusal Kongresi) ile el ele Güney-Afrika halklarına ihanet eden, emperyalizme ve beyaz burjuvaziye teslim olan, Kruşçev, Brejnev ve Gorbaçov'u destekleyen ve Stalin'e saldıran Güney Afrika Komünist Partisi ile mi?
Küba ekonomisini Sovyetler Birliği ekonomisinin bir eklentisi durumuna getiren, Çekoslavakya, Afganistan ve Etiyopya'ya yönelik Rus saldırısını destekleyen, Etiyopya ve Eritre halklarına karşı savaşan, Kruşçev, Brejnev ve Gorbaçov kliklerini destekleyen ve Stalin'e saldıran Küba Komünist Partisi ile mi?
1980 askeri-faşist darbesinden önce, devrimci harekete karşı saldırısında açıkça büyük burjuvazi ve toprak ağalarıyla birlikte saf tutan, legal günlük gazetesinde devrimci militanların adlarını, adreslerini ve bulundukları yerleri açıklayan, Eylül 1980 askeri-faşist darbesini destekleyen ve halihazırda Türk ordusunun Kuzey Irak'ı işgalini açıkça savunan Türkiye'deki İşçi Partisi (eskiden Sosyalist Parti) ile mi?
Görkemli ulusal kurtuluş savaşında kazanılan zaferden sonra Sovyet modern revizyonizminin izinden giden, Sovyet sosyal-emperyalistlerinin kışkırtmasıyla 1979'da Kamboçya'yı işgal eden ve orada kukla Heng Samrın rejimini kuran ve revizyonist blokun çöküşünden sonra 'özgür' girişimin 'erdemleri'ni keşfeden ve uluslararası finans kapitale ve IMF'ye teslim olan Vietnam İşçi Partisi ile mi?
Bu konuyu gerçekten iyi düşünmelidirler.
***
Belirli koşullar altında bu platform, anti-emperyalist ve antifaşist bir forum işlevi görebilir. Fakat bunu yapabilmesi için bu forumun, bazı durumlarda, tüm devrimci güçlere karşı burjuvazi, gericilik ve emperyalizmle açık işbirliğine girecek kadar yozlaşan revizyonizme karşı çetin bir ideolojik savaşım sürecinden geçmesi gerekir. Böylesi parti ve gruplar bu platformdan dışlanmalı ve bu ve benzer platformlara kabul edilmemelidirler. Bu noktada, bütün komünistlere ve içtenlikli devrimcilere, yukarıda adı geçen belgelerin yazarlarının ima ettiğinin tersine, Sovyet modern revizyonizminin sonunun hiçbir biçimde tüm revizyonizmin sonu anlamına gelmediğini anımsatmak isteriz. Doğallıkla biz, Sovyet blokunun, sonuçlarından biri revizyonizmin en etkili kaynaklarından birinin yıkımı olan, çöküşünün ve sosyal-emperyalist Sovyet imparatorluğunun dağılmasının -olumlu ve olumsuz- etkilerini küçümsemiyoruz. Fakat sorun, yazarlarımızın, revizyonizmin kaynağı ve doğasını ve onun, kapitalizmin yapısı içinde sahip olduğu derin kökleri kavrayamamasında yatmaktadır. Tersine onlar revizyonizmi, değişik komünist parti ve örgütlere dışarıdan, bu durumda Sovyet revizyonist kliği tarafından empoze edilmiş dışsal bir olgu olarak algılamışlardır. Onları, Sovyet modern revizyonizminin çöküşünün, bütün komünist ve devrimci parti ve grupların birleştirilmesi için son derece elverişli bir fırsat sunduğunu düşünmeye iten boş beklentinin asıl nedeni budur. Toplumsal bir boşlukta varolmaktan uzak olan proletarya, diğer sınıflarla yanyana yaşamaktadır. Finans kapital, burjuvazi ve küçük burjuvazi varolduğu, sınıflar ve sınıf savaşımı varolduğu sürece, proletarya, işçi sınıfı hareketi ve komünist hareket, şu ya da bu ölçüde, bu proleter-olmayan sınıfların ideolojik etki ve nüfuzuna açık olacaktır. Bu, bireylerin, grupların ve partilerin iradesinden bağımsız nesnel bir olgudur. Dolayısıyla, işçi sınıfının öncü birlikleri olan komünist partiler, oportünizm ve revizyonizmin tüm varyantlarına karşı savaşı sürdürmekle yükümlüdürler ve onlar bu savaşımın çok karmaşık, uzun süreli ve kritik bir savaşım, komünizme değin sürecek bir savaşım olduğunu bir an bile unutamazlar.
Fidel Castro şöyle demişti:
"Gorbaçov'un amacının sosyalizmi geliştirmek olduğundan herhangi bir kuşkum olmadığı için, onun, Sovyetler Birliği'nin yıkımında bilinçli bir rol oynadığını söyleyemem." (F. Castro, 'Guardian', 30 Mayıs 1992, syf. 25) Öte yandan o, Stalin'e şu sözlerle gözü dönmüşcesine saldırıyordu:
"Stalin, iktidarını büyük ölçüde kötüye kullandı. Bana öyle geliyor ki, toprağı çok küçük bir tarihsel dönem içinde şiddet yoluyla toplumsallaştırma girişimi, ekonomik ve insansal açıdan çok pahalıya mal olmuştur…
O, ünlü Molotov-Ribbentrop Paktı'nı imzaladı. Ben aynı zamanda, kesinlikle savaşın patlak vermesine yol açtığı için saldırmazlık paktının ona zaman kazandırmaktan çok, onun zamanını azalttığını düşünüyorum.
Ve orada bence bir başka önemli hata işlendi. Polonya saldırıya uğradığında, o, nüfusu biliyorum Rus mu, Ukraynalı mı olduğu için tartışmalı olan toprakları işgal etmek için askeri birlikler yolladı.
Ben, Finlandiya'ya karşı savaşın, hem ilkeler açısından, hem de uluslararası hukuk açısından bir başka devasa hata olduğunu düşünüyorum…
Son olarak, Stalin'in karakteri, onun her şeye karşı duyduğu korkunç güvensizlik, onun daha başka ağır hatalar işlemesine yol açtı: Bunlardan biri… savaşın öngününde silahlı kuvvetleri korkunç ve kanlı bir biçimde arındırmaya girişmesi ve Sovyet ordusunu fiilen sakat bırakmasıydı." (F. Castro, aynı yerde, syf. 25)
-
Brüksel Toplantısından Izlenimler
- Brüksel'e gelenler arasında, tersi yöndeki savlarına karşın, esas olarak ya da bütünüyle mülteci konumunda bulunduğu izlenimini veren bir grup vardı: PADS (Cezayir Demokrasi ve Sosyalizm Partisi). Bu örgütün temsilcisi, 1 Mayıs günü, Cezayir'de süren iç savaşı konu alan bir seminer verdi. Semineri izleyen MLKP-K temsilcileri, konuşmacının, Cezayir'de hükümete ve orduya karşı siyasal ve askeri savaşım yürüten İslamcı örgütlere kıyasıya saldırırken, eli halkın kanına bulanmış askeri cuntaya karşı tek bir söz bile etmemesinden kuşkulanmışlardı. Konuşması boyunca İslam fundamentalizminin ne denli "tehlikeli" olduğundan dem vurarak Batı Avrupalı izleyicilerinin geri bilincine ve emperyalist ön yargılarına seslenen PADS temsilcisi, askeri cuntayı destekleyen emperyalist devletleri ve özellikle Fransız emperyalizmini de suçlamamaya özen göstermişti. Bu sahtekar daha sonra, sözümona kendi partisinin işçi sınıfının başında İslam fundamentalizmine karşı sürdürdüğü demokrasi ve sosyalizm savaşımına ilişkin –doğruluğu son derece kuşkulu– veriler sundu. Seminerden sonra bu örgüt taslağının orada dağıtılmakta olan –Fransa'da basılmış– dergilerini inceleyen komünistler, 4 Mayıs günü tartışma aralarında verilen molalardan birinde PADS temsilcisini sıkıştırdılar. MLKP-K'lıların eleştirileri karşısında kemküm eden ve kendisini savunamayan Cezayirli sahtekara, başkalarının izlediği tartışma sırasında devrimcilerin İslam fundamentalizmine karşı olmakla yetinmeyeceği, Cezayir halkının kanını oluk oluk akıtan askeri cuntaya ve onu destekleyen emperyalizme karşı cepheden savaşım verilmeden, değil komünist, demokrat bile olunamayacağı anlatıldı. Cezayir'de FİS'in (İslami Selamet Cephesi) ve daha radikal islami örgütlerin iktidara gelmesini engellemeye çalışan Fransız burjuvazisinin aynı zamanda, Fransa'da yaşayan milyonlarca Cezayirli arasında radikal İslam'ın gelişmesini engellemek için de yoğun çaba harcadığı biliniyor. Bu bakımdan, en azından nesnel olarak Fransız emperyalizmiyle ve Cezayir'deki askeri cuntayla birlikte saf tutan ve üstelik bunu işçi sınıfı devrimciliğini savunmayla gerekçelendirmeye kalkışan devrim kalpazanlarının maskelerinin indirilmesi büyük önem taşıyordu. Bu grupla ve onun tezleriyle ilk kez karşılaşmış olmalarına karşın onun niteliğini kavramaları ve onu sergilemek için minimum düzeyde bir ideolojik savaşım yürütebilmeleri, MLKP-K temsilcilerinin teorik olgunluk ve siyasal uyanıklık düzeylerinin açık bir göstergesiydi.
- 1 Mayıs günü PTB'nin düzenlediği fest sırasında, değişik devrimci grupları tanımak ve onların dergilerini ve belgelerini toplamak için dolaşan MLKP-K'lılar, bir ara üzerinde Mouvement Comuniste de Belgique (Belçika Komünist hareketi) yazılı bir stand gördüler. Onlar daha önce böyle bir grubun adını duymamış oldukları için standda duran yaşlı kadına, kendilerinin PTB'nin bir yan kuruluşu olup olmadıklarını sordular. Karşıdan şu sevindirici yanıt geldi: "Biz maoist değil, komünistiz". Konuşmanın devamında bu grubun Mao Zedung'a ve Çin revizyonizmine karşı görece erken tavır aldığı ve 1970'li ve 1980'li yıllarda AEP'e yakın bir ideolojik konuma sahip olduğu öğrenildi. MLKP-K temsilcileri, halihazırda pek aktif olmayan ve daha çok bir çevre görünümünde olan Belçika Komünist Hareketi ile daha sonra bir görüşme yapacaklar ve 1 Mayıs günü standda karşılaştıkları yaşlı bayanın, ünlü Belçikalı devrimci Jacques Grippa'nın eşi olduğunu da bu görüşmede öğreneceklerdi.
- 30 Nisan akşamı PTB'nin Brüksel'deki merkezinde delegasyonların tanışması için düzenlenen toplantıda MLKP-K temsilcileri Bulgaristan KP temsilcileriyle, bir tartışma yürüttüler. 1989-1990 dönemecinden sonra, o zamana değin iktidarda bulunan Bulgaristan KP adını Bulgaristan Sosyalist Partisi olarak değiştirmişti. Brüksel'de geçen yıl da bulunan Bulgaristan KP, bu partiden ayrılan ve rejime karşı muhalefet yürüten revizyonist bir parti. Bu partinin temsilcileri yalnızca Rusça konuşabildiklerinden komünistler onlarla tartışmalarını PTB'nin bir çevirmeni aracılığıyla yürütebildiler. Tartışmanın en ilginç bölümü, Bulgaristan'da sosyalizme barışçı yoldan geçilmesinin olanaklı olup olmadığı üzerinde yoğunlaştı. Bulgarların parlamenter savaşımı temel aldıkları ve devrimin barışçı yoldan –yani kitlelerin silahlı bir ayaklanması olmaksızın– gerçekleşmesini olanaklı gördükleri anlaşılınca, MLKP-K temsilcileri karşı görüş bildirdiler. Onlar, leninist devlet ve devrim teorisinin bu ülkede de geçerli olduğunu, Bulgaristan'da burjuvazinin devlet aygıtı zor yoluyla yıkılmadan devrimin gerçekleşemeyeceği ve proletarya diktatörlüğünün kurulamayacağı görüşünü savundular. Buna karşılık, Bulgaristan KP temsilcisi Bulgaristan'ın özgün konumunun, yani sözümona ordu ve polis aygıtının burjuvazi tarafından henüz tümüyle depolitize edilememiş ve "komünistlerin" bu aygıtlar içindeki güçlü etkisinin kırılamamış olduğu olgusunun üzerinde durdu. Ona göre, Bulgaristan KP'nin parlamento seçimlerinden zaferle çıkması halinde kamuoyunun ve devlet aygıtı içindeki "komünist" güçlerin baskısıyla iktidarın barışçı yoldan kendilerine geçebilmesi pekala olanaklıydı. Buna karşılık, MLKP-K temsilcileri, Bulgaristan'ın özgün durumunun, iktidardaki burjuvazinin devrim barışçı yoldan gelişmesine izin vermesini olanaklı kılamayacağını, Rusya'da yaşanan Ekim 1993 olaylarının –Yeltsin kliğine bağlı askeri birliklerin Rutskoy-Hasbulatov kliğinin denetimindeki parlamentoyu bombalamaları ve çıkan çatışmalarda halktan ve devrimci güçlerden yüzlerce kişiyi öldürmeleri– Bulgaristan için de bir örnek oluşturması gerektiğini belirttiler. Ayrıca onlar, kendilerini bu ülkede en önemli muhalefet partisi olarak tanıtan Bulgaristan KP'nin parlamenter savaşım alanında da fazla bir gücü olmadığının dikkate alınmasını, dolayısıyla parlamenter savaşımın esas alınmasını ve örgütün bütünüyle legal bir biçimde çalışmasını yanlış gördüklerini, oportünizm olarak değerlendirdiklerini de belirttiler. (Bulgarların verdiği bilgiye göre bu parti son genel seçimlerde yalnızca 78 bin oy alarak parlamentoya üç temsilci sokabilmiş bulunuyor.) Ancak MLKP-K temsilcileri Bulgaristan KP temsilcilerine, aralarındaki derin görüş ayrılıklarına karşın onlarla bağlarını sürdürmek ve daha kapsamlı tartışmalarda bulunmak istediklerini ilettiler. Bulgaristan KP temsilcileri bu isteği olumlu karşıladılar ve MLKP-K temsilcileriyle istedikleri zaman Sofya'da görüşmeye hazır olduklarını söylediler ve MLKP-K'yı mayıs ayının ilk haftasında Sofya'da Bulgaristan KP'nin gençlik örgütünce düzenlenecek bir toplantıya çağırdılar. (MLKP-K Balkanlar Temsilciliği' nin daha sonra yaptığı açıklamadan bu örgütün temsilcilerinin söz konusu gençlik toplantısına katıldıkları öğrenildi.) Bu arada Bulgaristan KP temsilcileri kendi gazetelerinde Türkiye'de komünistlerin birleşmesi konusunda çıkan bir haberden söz ettiler ve bu konuda MLKP-K temsilcilerinden bilgi istediler. PTB'li çevirmenin yardımıyla özetlenen haberin TKİH-TKP/ML Hareketi Birlik Kongresi'nin çağrısının ta kendisi olduğunun öğrenilmesi tatlı bir sürpriz oldu. Bunun üzerine komünistler Türkiye'de sürdürülen birlik çalışmaları ve MLKP-K'nın oluşum süreci konusunda Bulgarları kısaca bilgilendirdiler. Ciddi ve uzlaşmaz görüş ayrılıklarına karşın görüşme olumlu ve yer yer sıcak bir havada sürdürüldü ve bağların sürmesi dileğiyle sona erdirildi.
- 30 Nisan akşamı PTB'nin verdiği yemekte MLKP-K temsilcilerinin tanışmalarından ve niteliklerini kavramalarından sonra hemen tutum aldıkları ve masalarından kalktıkları Afganistan Vatan Partisi'nin takım giysilerini ve kravatlarını üzerlerinden eksik etmeyen iki temsilcisi, 1 Mayıs'tan sonra ortalıkta gözükmediler. Bunda, MLKP-K'lıların, başta PTB olmak üzere çeşitli örgütler katında Afganistan Vatan Partisi, İşçi Partisi gibi grupların Brüksel'e çağrılmalarını eleştirmelerinin ve protesto etmelerinin belirleyici bir rolü olmuş olduğunu söylemek hiç de abartma olmayacaktır.
- PTB'lilerin çeşitli eleştirileri dikkate alarak hazırladıkları ikinci deklarasyon taslağında öncelikle bir isim değişikliği dikkati çekiyordu. 4 mayıs günü delegasyonların imzasına sunulan metnin, "Uluslararası Komünist Hareketin Birliği İçin Öneri" olan başlığı, "Uluslararası Komünist Hareketin Birleştirilmesi İçin Öneriler" olarak değiştirilmişti. Ama daha da önemlisi, "Türk yoldaşların" (yani MLKP-K'nın) sözlü ve yazılı ideolojik savaşımının sonucunda PTB'lilerin Enver Hoca'nın revizyonizme karşı savaşımda tuttuğu yeri yükseltmek zorunda kalmalarıydı. İlk metindeki,
"1960'lı yıllarda revizyonizm tehlikesini en iyi kavrayan Mao Zedung'du. Enver Hoca, Ho Şi Min, Kim İl Sung ve Che Guevara revizyonizme karşı savaşıma önemli katkılarda bulundular" anlatımının yerine böylece,
"1960'lı yıllarda revizyonizm tehlikesini en iyi görenler Mao Zedung ve Enver Hoca'ydı. Ho Şi Min, Kim İl Sung, Che Guevara ve diğer komünist önderler revizyonizme karşı savaşıma önemli katkılarda buldular" anlatımı geçirilmiş oldu. MLKP-K'lılar elbette "hiç uzlaşma olmayacak" anlayışına sahip değildiler. Ancak, PTB'lilerin deklarasyon taslağında yaptıkları değişiklikler öze ilişkin olmadığı ve Brüksel'deki ortamda ve o bileşim içinde olamayacağı için bu metne imza atmayacaklarını belirttiler.
- Brüksel toplantısına Türkiye ve Kuzey Kürdistan'dan beş örgüt daha katılmıştı: ERNK, DHKP-C, TİKB, TKP(ML) ve Bolşevik Parti-Kuzey Kürdistan. DHKP-C adına konuşan arkadaş örgütlerinin propagandasını yapmakla yetindi. Toplantının gündemindeki sorunlara değinmeyen, oportünizme ve revizyonizme karşı savaşım diye bir görevin olduğunu aklına getirmeyen DHKP-C sözcüsü, esas itibariyle, DS sözcüsünün 1994 Mayıs'ındaki Brüksel toplantısında sergilediği küçük burjuva uzlaşmacı tutumu yinelemekten ve herkese bol bol "yoldaş" ünvanı dağıtmaktan öte gidemedi. Bolşevik Parti-Kuzey Kürdistan temsilcisi etkisiz ve sönük konuşmasında 1957 ve 1960 Moskova Deklarasyon ve Bildirgeleri, Kruşçev revizyonizminin ortaya çıkışı ve sözümona Enver Hoca'nın "uzlaşmacı ve oportünist çizgisi" üzerinde durmaya çalıştı. Toplantıya son gün katılan TKP(ML) temsilcisi herhangi bir konuşma yapmadı ve Almanca bir bildiri dağıtmakla yetindi. TİKB adına konuşan arkadaş, bu platfomun komünist bir nitelik taşımadığını ve antiemperyalist bir işlev üstlenebileceğini belirtti ve Enver Hoca'nın revizyonizme karşı verdiği savaşımın öneminin altını çizdi. Ancak o da, Brüksel toplantısının ruhuna ve temel önermelerine karşı cepheden bir saldırıya girişmedi ve soyut bir antirevizyonist konuşma yapmakla yetindi. ERNK sözcüsü, pragmatik siyasetleri gereği, toplantıya katılan tüm örgüt ve gruplara övgüler düzerek başladı konuşmasına. O, konuşmasını, içinde her şeyin olduğu ya da hiçbir şeyin olmadığı yuvarlak sözlerle sürdürdü. ERNK sözcüsü, Gazi direnişini bir Kürt ayaklanması olarak değerlendirirken, MLKP-K başta olmak üzere komünist ve devrimci örgütlerin orada oynadığı belirleyici role hiçbir biçimde değinmemeyi yeğledi. O, daha sonra Kürdistan devriminin dünya devrimi ve uluslarararası komünist hareket için ciddi bir şans olduğu ve bu devrimin dünya devriminin adeta merkezinde durduğu yolundaki görüşlerini çekingen bir üslupla yineledi. Konuşmacı, başka yer ve zamanlarda da yaptıkları gibi Lenin ve Stalin döneminin Sovyetler Birliği'yle Kruşçev ve Brejnev döneminin Sovyetler Birliği arasında herhangi bir ayrım yapmadı, başından beri "reel sosyalist" olarak gördüklerini ileri sürdüğü Sovyetler Birliği'ne ve revizyonist bloka öteden beri eleştirel(!) bir yaklaşımda olduklarını söyleyerek övündü. ERNK temsilcisi, 4 mayıs günü yaptığı ikinci konuşmada PTB'nin hazırladığı deklarasyon taslağına imza atacaklarını bildirdikten sonra, belli bir metin temel alınmak suretiyle ideolojik birlik sağlanmasının olanaksız olduğunu ancak buna karşın uluslararası komünist hareketin (!) oluşturulması için bir takım adımların atılması gerektiğini belirtti. Aralık 1994'te gerçekleştirdikleri 5. Kongreleri'nde, günün revizyonist ve liberal modasına uyarak bayraklarındaki orak çekici söküp atan ve böylelikle, burjuva-milliyetçi niteliklerini daha da açık bir biçimde gözler önüne serenlerin, uluslararası komünist hareketin kurucuları arasında boy göstermeleri, Brüksel toplantısının havasına ve ruhuna tamamen uyuyordu.
- 1 Mayıs'ta PTB, esas olarak kendi tabanının, ama aynı zamanda Brüksel toplantısına katılan tüm delegasyonların da katıldığı bir gece düzenlenmişti. Organizasyonun hemen hemen kusursuz olduğu gecede, müzik gruplarının söylediği değişik parçaların yanısıra, bazı skeçler de sunuldu. Gecenin en ilginç yanlarından biri, içlerinde ikinci dünya savaşına katılmış partizanların yanısıra gençlerin de bulunduğu bir grubun yaptığı gösteri sırasında yaşlı bir partizanın marş söylemesiydi. PTB başkanı Ludo Martens'in 1,5 saatten fazla süren ve bir bölümü Flamanca, bir bölümü de Fransızca (Belçika halkı, Flamanlardan ve Fransızca konuşan Valonlardan oluşuyor) olan konuşmasının disiplin ve sessizlik içinde dinlenmesi dikkat çekiciydi. Gece, Brüksel toplantısına katılan tüm parti ve örgütlerin temsilcilerinin sahnede hep bir ağızdan ama kendi dillerinde enternasyonal marşını söylemeleriyle son buldu.
Brüksel'de Gerçekleştirilen Uluslararası Toplantıda MLKP-K Temsilcisinin 3 Mayıs 1995 Günü Yaptığı İngilizce Konuşmanın Geniş Özeti
MLKP-K sözcüsü konuşmasına, delegeleri selamlayarak ve böyle bir toplantıyı düzenlediği için PTB (Belçika Emek Partisi-BEP)'ye, temsil ettiği örgüt adına teşekkür ederek başladı. Sözcü, MLKP-K'nın kurulmasından önce, 1994 mayısında yapılan toplantıya TKP(ML) Hareketi adına ve gözlemci sıfatıyla katılmış olduklarını anımsattıktan sonra, delegeleri, 1994 eylülünde TKİH ile TKP(ML) Hareketi arasında gerçekleşen birlik süreci konusunda kısaca bilgilendirdi. Daha sonra, MLKP-K'nın Brüksel toplantısı konusundaki görüş ve eleştirilerinin delegelere dağıtılmış bulunan "Towards A Revisionist International?" ("Revizyonist Bir Enternasyonale Doğru mu?") adlı yazıda dile getirildiğini, kendisinin bu kısa konuşmada yalnızca bazı noktaları vurgulamakla yetineceğini belirten sözcü, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Uluslararası komünist hareketin birliğini sağlamada bir temel oluşturmak amacıyla hazırlandığı belirtilen belgeler (20 Nisan 1992 tarihli 'Pyongyang Deklarasyonu', PTB'nin 2 Mayıs 1993 tarihli 'Uluslararası Komünist Hareketin Birliği İçin Yedi Öneri' adlı açıklaması ve geçen yıl ki Brüksel toplantısında delegelere sunulan 3 Mayıs 1994 tarihli 'Uluslararası Komünist Hareketin Birliği İçin Öneriler' adlı belge) marksizmle revizyonizmi harmanlayan ve dolayısıyla revizyonist nitelikli belgelerdir. Az sayıda marksist-leninist örgütün yanısıra çok sayıda oportünist ve revizyonist örgütün ve iki kamp arasında bocalayan örgütlerin katıldığı bu platformun kendisi de esas itabariyle revizyonist bir nitelik taşımaktadır. Belgelerde dile getirilen bir temel saptamaya, yani 1960'lı ve 1970'li yıllarda Sovyet-yanlısı, Çin-yanlısı, Arnavutluk-yanlısı, Küba-yanlısı, bağımsız vb. olarak bölündüğü ileri sürülen uluslararası komünist hareketin sözümona farklı bileşenleri arasındaki görüş ayrılıklarının aşılabileceği saptamasına katılmıyoruz. Modern revizyonizmin en güçlü odağı olan SBKP'nin ve sosyal-emperyalist Sovyet imparatorluğunun ortadan kalkmış olması, Sovyet modern revizyonizmi kaynaklı ya da çizgisindeki parti ve örgütlerin saflarındaki dürüst devrimcilerin komünizme kazanılması olanağını artırmıştır. Ancak, emperyalizmin, burjuvazinin ve küçük burjuvazinin varlığından kaynaklanan ve onların işçi sınıfı hareketi ve komünist hareket üzerindeki etkisinin bir anlatımı olan revizyonizm, Moskova, Pekin vb. odakların ortadan kalkması ya da etkisizleşmesiyle yokolamaz ve yokolmayacaktır.
"Belgelerde, komünist güçlerin marksizm-leninizm ve proleter enternasyonalizmi temelinde birleşmesi ve başta revizyonizm gelmek üzere her türden oportünizme karşı birleşmesi ve kararlı bir biçimde savaşması gerektiği söylenmekte, ancak marksist-leninistlerle revizyonistlerin hangi ölçütlere dayanılarak birbirinden ayırdedileceği konusunda bir şey söylenmemektedir. Lenin, "Üçüncü Enternasyonal'in Görevleri" adlı yazısında şunları söylüyordu:
"'Bern' Enternasyonali'nden kaynaklanan tehlikelerin en büyüğü, proletarya diktatörlüğünün söylem düzeyinde kabulüdür. Bu kişiler, işçi hareketinin başında kalabilmek için herşeyi göze alabilirler. Kautsky şimdi, kendisinin proletarya diktatörlüğüne karşı olmadığını söylüyor! Fransız sosyal-şovenistleri ve 'merkezcileri' proletarya diktatörlüğünden yana kararların altına imza atıyorlar!
"Fakat bu, onların güvenilirliklerini zerrece artırmıyor.
"Gerekli olan, söylem düzeyinde kabul değil, eylemde reformizm siyasetinden, burjuva özgürlüğü ve burjuva demokrasisine ilişkin önyargılardan tümüyle kopulması ve devrimci sınıf savaşımı yolunun gerçekten tutulmasıdır." (The Commünist International, syf. 51) Gerek ulusal düzeyde ve gerek uluslararası düzeyde komünist güçlerin ve devrimci-demokratik güçlerin birliğini sağlamak için aramızda döğüşmeliyiz; ancak bu döğüş sopalarla, taşlarla ve ateşli silahlarla değil düşüncelerle, kavramlarla ve gerçeklerle yapılmalı. Biz, komünistlerin açık sözlü ve mert olmaları gerektiğini, yanlış ve oportünist düşünce ve davranışları cesaretle eleştirmeleri gerektiğini düşünüyoruz. Bu bakımdan, şimdiye değin yapılan konuşmaların uzlaşmacı ve oportünist havasını ve diplomatik üslubunu yanlış buluyoruz. Belgelere de yansıyan bu liberal ve oportünist hava, ne komünist güçlerin ve ne de devrimci-demokratik güçlerin birliğinin gelişmesine hizmet edecektir. Sekter olmama adına takınılan bu aşırı ve oportünist hoşgörü, Afganistan'da Sovyet sosyal-emperyalistleriyle işbirliği yaparak milyonlarca Afgan emekçisinin kanının dökülmesine yol açan Afganistan Demokratik Halk Partisi'nin devamı olan Afganistan Vatan Partisi'nin buraya çağrılmasına kadar varmıştır. Aynı aşırı ve oportünist hoşgörü -daha önce Sosyalist Parti adını taşıyan ve 'Pyongyang Deklarasyonu'nun altına imza atmış bulunan- İşçi Partisi adlı karşıdevrimci grubun buraya çağrılmasında da görülmektedir. Biz PTB'nin Türkiye devrimci kamuoyunda ihbarcılar ve ajanlar partisi olarak ün yapmış olan bu örgütle ilişkilerini sürdürmesini eleştiriyoruz. Biz, Rusya Komünist İşçi Partisi'nin bu örgütle ilişkilerini sürdürmesini ve RKİP Genel Sekreteri Victor Tulkin'in, Ekim 1994'te Ankara'da yapılan İşçi Partisi 3. Genel Kongresi'ne konuk olmasını yanlış buluyor ve eleştiriyoruz."
MLKP-K Sözcüsü daha sonra kısaca D. Perinçek kliğinin karşıdevrimci geçmişini sergiledi ve onun Türk faşist diktatörlüğünün Güney Kürdistan'da (Kuzey Irak) giriştiği son askeri operasyonu desteklediğini ortaya koydu. Afganistan Vatan Partisi, İşçi Partisi ve benzeri örgütlerin, bırakalım uluslararası komünist hareketi oluşturmak için kurulan platformları, antiemperyalist platformlarda bile yer alamayacağını kaydeden MLKP-K Sözcüsü konuşmasını şöyle sürdürdü:
"KPML(r) -Komünist Partisi Marksist-Leninist (devrimci)- adına konuşan T. J. Frank yoldaş, her partinin gerçek konumunun, kendi ülkesindeki sınıf savaşımının pratiği içinde tuttuğu yere bakılarak değerlendirilmesi gerektiğini söyledi. Biz bu saptamaya tümüyle katılıyoruz. Lenin'in de söylemiş olduğu gibi, gerçek enternasyonalizm, her partinin kendi ülkesinde devrim ve komünizm davasını ilerletmek için elinden gelenin en fazlasını yapmasından geçer ve komünist güçlerin uluslararası düzeyde birliği yolunda adımlar atmak ancak bu yolla olanaklıdır."
MLKP-K Sözcüsü bugünkü dünya koşullarında başını ABD emperyalizminin çektiği dünya emperyalizmine karşı bütün antiemperyalist güçlerin birleşik cephesinin sağlanmasının öneminin altını çizdi ve bu platformun bu yönde evrilmesi olanağına değindi. Bu platformun üzerine, onun taşıyamayacağı bir yük bindirmenin, yani onu komünist güçlerin uluslararası birliğinin bir aracı olarak ele almanın, onun dağılmasına ve bölünmesine yol açacağını belirttikten sonra, başını ABD emperyalizminin çektiği dünya emperyalizmine karşı savaşım verirken yerel gericiliğin gözardı edilemeyeceğini ve edilmemesi gerektiğini belirtti. O, bazı parti ve örgütlerin, ABD emperyalizmi ve bağlaşıklarının Körfez Savaşı sırasında Irak'a yönelik saldırganlığını haklı olarak mahkum ederken, Saddam Hüseyin kliğinin Kürt halkı başta gelmek üzere Irak halklarına karşı işlediği cinayet ve katliamlardan -1988 yılında Halepçe kentinde 5 bin dolayında Kürt emekçisinin kimyasal silahlarla öldürülmesinde olduğu gibi- sözetmediklerini belirtti ve bu tutumu eleştirdi.
Konuşmacı sözlerini, bu platformun, çeşitli devrimci parti ve örgütlerin birbirlerini tanımaları, bilgi ve deneyim alışverişinde bulunmaları açısından son derece yararlı bir işlev gördüğünü ve onun sürdürülmesi için herkesin elinden geleni yapması gerektiğini bildirerek bitirdi.
Toplantıya çağrılı 81 örgüt, parti, çevreden 53 tanesi toplantıya katılmıştır.
Brüksel Toplantısına Katılan Örgütlerin Listesi
Ruanda Sosyalist Partisi
Cezayir Demokrasi ve Sosyalizm Partisi (PADS)
Demokratik Sosyalist Öncü Parti/FAS
Yenilenme ve İlerleme Yurtsever Cephesi/Zaire
Kinşasa Yurtsever Cephesi/Kongo
Pan-Afrika Hareketi
Tudeh/İran
Afganistan Vatan Partisi
Bangladeş İşçi Partisi
Bangladeş Sosyalist Partisi
Hindistan Komünistler Birliği
Hindistan Komünist Partisi-Janaşaktı
Hindistan Sosyalist Birlik Merkezi
Filipinler Komünist Partisi
Ulusal Demokratik Cephe/Filipinler
Kore Emek Partisi
Arjantin Devrimci Komünist Partisi
MR 8(8 Ekim Devrimci Hareketi)/Brezilya
Brezilya Devrimci Partisi
Küba Komünist Partisi
Haiti Devrimci Partisi
Emilyano Zapata Doğu Meksika Demokratik Cephesi
Filistin Halk Kurtuluş Cephesi
Almanya KP'nin Yeniden İnşası İçin İşçi Birliği
Almanya KP'nin Yeniden İnşası İçin İşçi Birliği/Komünist İşçi Gazetesi
Almanya KP-Doğu (KPD-Ost)
Almanya Marksist-Leninist Partisi (MLPD)
Demokratik Sosyalizm Partisi-Komünist Platform/Thüringen
Almanya KP-Gelsenkirchen(KPD/S Gelsenkirchen)
İşçi Hareketi Tarihini Araştırma Derneği/Almanya
Bulgaristan Komünist Partisi
Henri Barbusse Çevresi/Fransa
Nanterre Genel Öğrenci Birliği/Fransa
Yunan Devrimci Marksist Örgütü (Synechia)
Barış ve Sosyalizm Hareketi/İtalya
Hollanda Yeni Komünist Partisi
Komünist İşçi Partisi (AKP)/Norveç
Demokratik Halkçı Birlik/Portekiz
Polonya Komünistleri Birliği "Proletariat"
Komünist İşçi Birliği/İngiltere
Komünist Liga/İngiltere
Yeni Komünist Parti/İngiltere
Yunan Komünist Devrimci Hareketi (EKKE)
MLKP-K
DHKP-C
TİKB
TKP(ML)
Bolşevik Partizan
ERNK
KPML(devrimci)/İsveç
Belçika Emek Partisi(PTB)
Radikal Sol Alternatif Grubu/Lüksemburg
Komünist Parti Yeniden İnşa/İspanya
Katılacakları Açıklandığı Halde Katılmayan/Katılamayan Örgütler:
Nepal İşçi ve Köylü Partisi
Yeni Zellanda İşçi Partisi
Japonya KP/Sol
Güneybatı Afrika Halk Örgütü(SWAPO)
Fildişi Kıyısı Emekçiler Partisi
Gambiya Gençlik Federasyonu
Polonya Radikal Sol Partisi
Tüm Birlik Bolşevik KP/Rusya
Rusya Komünist İşçi Partisi
Portekiz Komünist Partisi
İşçi Partisi/Türkiye
Barış ve Sosyalizm Savaşımı/İtalya
Komünist Koordinasyon/Fransa
Honecker'le Dayanışma Uluslararası Komitesi/Fransa
Danimarka KP(ML)
Teorik Savaşım Yayımevi/Almanya
"Uluslararası Günlük" ("El Diario Internacional")
Kurtuluş Partisi/Arjantin
Etiyopya Gençlik Birliği
Dahomey Komünist Partisi/Benin
Panafrikan Sosyalist Partisi/Togo
Dominik Cumhuriyeti KP(ML)
Ruanda Yurtsever Cephesi (FPR)
İran Devrimci Gruplaşma Birliği/Almanya
Demokratik Sosyalizm Partisi-Komünist Platform
Bangladeş Ulusalcı Sosyalist Partisi
Lens Lenin Çevresi/Fransa
Yurtsever İlerleme Cephesi/Orta Afrika Cumhuriyeti