Hileli Referandum Ve Politik Mücadelenin Yeni Koşulları

16 Nisan referandumu gelecek birkaç yılda politik savaşımı ve toplumsal yaşamı etkileyecek bir muharebe olarak geride kaldı. Propaganda sürecinin, oy verme, oy sayım koşulları ile oyların geçerliliğine-geçersizliğine dair kuralların bütünüyle "evet"e göre düzenlendiği referandumu, "evet" cephesinin yüzde 1'le kazandığı ilan edildi. YSK'nın açıklaması “hayır” diyen kitlelerde büyük bir öfke oluştururken, hileli ve yüzde birlik başarı Tayyip Erdoğan ve şürekasında gizlenemez bir moral bozukluğu yarattı.

Referandumun Amacı Ve Saflaşma

16 Nisan referandumu, Temmuz 2015'teki faşist politik islamcı saray darbesinden itibaren fiilen uygulanan, Tayyip Erdoğan şefliğindeki diktatörlük biçiminin resmileştirilmesini hedefliyordu. Böylece fiili duruma yasal meşruiyet kazandırılacak, AKP'nin rejime egemenliği pekiştirilecek, faşist politik islamcı ideolojinin resmi ideoloji haline getirilmesi süreci hızlandırılacaktı.

Çok sınırlı bir kesimi dışında emekçi sol, referandum sürecine katıldı ve halklarımıza "hayır" demeleri çağrısında bulundu. Ne var ki, bu tutumu bir "antifaşist hayır cephesi" örgütlülüğüne kavuşturma, emekçi sol kitleleri birleşik bir seferberliğe yöneltme iradesi sergileyemedi.

Burjuva solun temsilcisi, tekçi devlet yapısının sadık bekçisi CHP, ırkçı faşistlerin, eski kontrgerillacıların partisi VP, ırkçı faşist MHP'nin büyük bölümü, BBP'nin bir kesimi ve kimi burjuva milliyetçi, şoven çevreler de "hayır" tutumu aldı. Burjuva "hayır" güçleri de, kendilerini bir "hayır cephesi" tarzında örgütleyemediler.

AKP ve MHP'nin kurduğu, BBP'nin bir bölümünün eklemlendiği, Bakur Kürdistan'da AKP-MHP-Hizbulkontra ortaklığı biçimini alan "evet"çiler ise sıkı bir cephe biçiminde örgütlenip çalıştılar.

Bakur Kürdistan'da ulusal reformcu partiler ise evet cephesinin uzantısı olarak faaliyet yürüttüler.

Referandum Koşulları Ve Kitlelerin Oy Tavrı

Temmuz 2015'deki saray darbesinden sonra, Türkiye'de faşist devlet terörü kampanyası, Kürdistan'da inkarcı sömürgeci savaş yürüten, DAİŞ'le işbirliği içinde başta Pirsus ve Ankara Garı olmak üzere ağır kitle kıyımı yapan, özyönetim alanlarında onlarca yıldır görülmemiş tipte katliamlara girişen, özyönetim direnişi içindeki halkın yaşam alanlarını hava ve kara saldırılarıyla yakıp yıkan, işten atma ve hapishane sopalarıyla emekçi memurları, akademisyenleri, aydınları, gazetecileri şoka sokmaya, onurunu savunamaz hale getirmeye çalışan, Fethullah Gülen teşkilatına dönük saldırı tarzıyla korkuyu gündelik yaşama egemen kılmaya yönelen, belediye yönetimlerine devlet bürokratlarını atayan, işkencecilerin tasmalarını çözen, ancak faşist askeri darbelerin ilk yılında rastlanabilecek büyüklükte tutuklamalara girişen diktatör ve hükümeti, durumdan memnuniyetsiz geniş işçi ve ezilen yığınları korku ve umutsuzluk zindanında tutuyor, politik yaşama etkin biçimde katılmalarını önlüyor olmanın avantajıyla başlattı referandum sürecini.

Bunlara rağmen, 7 Haziran kabusunun baskısı altındaki Erdoğan, "seni başkan yaptırmayacağız" şiar ve çalışmasının kitlelerin aklında ve kalbinde bıraktığı etkinin ayaklanabileceği endişesinden kurtulamadı. "Başkanlık" kavramını sözlüğünden çıkardı ve demagojik "cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi" lafzıyla sahneye çıktı.

Ne var ki, ne kitlelerin henüz korku ve umutsuzluk tünelinden çıkamamış olması ne de "cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi" demagojisi, diktatörün referandumu kaybetme korkusunu gideremiyordu. O nedenle, dört elle OHAL'e sarıldı.

OHAL, başta Erdoğan olmak üzere “evet cephesi” için, emekçi sol parti ve grupların onmilyonlarca işçiye, kadına, gence, yoksula, işsize, kent ve kır emekçisine ulaşma, onları halklarımızın çıkarlarının görüş açısından aydınlatma imkanlarını en dar sınırlara hapsetmeyi sağlamanın aracıydı. Nitekim öyle de oldu. Yasaklar, gözaltılar, tutuklamalar cenderesinde, hem çalışmalar zayıflatılıp sınırlandırıldı, hem de kitleleri etkisi altına almış korku duvarı yükseltildi.

Emekçi solun cepheleşme yeteneğindeki bölüklerinin halkçı birleşik mücadele örgütü HDP'ye karşı, faşist saray darbesinden sonra başlatılan ve OHAL'le sınır tanımaz hale gelen tutuklama terörü il, ilçe yöneticilerine, belediye başkanlarına, MYK üyelerine, burjuva meclisteki vekillerine ve sonunda eş genel başkanlarına ulaştı. Eş genel başkanlarından, etkin belediye başkanlarından, binlerce yerel yöneticisinden ve üyesinden yoksun kalan HDP, ciddi bir örgütsel zayıflamaya uğradı. Bu durum, OHAL yasaklarıyla ve yeni yönetimin tutuk, halk öfkesini açığa çıkarma cesaretine uzak çizgisiyle birleşerek, çalışmaları 7 Haziran'ın çok çok gerisine düşürdü.

Sanayi kentleri başta olmak üzere belirli alanlarda etkin bir kampanya yürütebilecek, ilerici, antifaşist kitle enerjisini uyandırıp harekete geçirebilecek emekçi solun militan kesimleri süregiden tutuklama terörüyle sınırlandırıldı. Kürt ulusal demokratik hareketinin "hayır" politikasını Kürdistan'da öncü kararlılıkla uygulayacak, çalışmaları sürükleyici tarzda omuzlayabilecek yüzlerce kadrosu hapishanelere atıldı.

Referandum süreci boyunca, Erdoğan'ın buyruğundaki devlet televizyonları ve politik islamcı basın yalan ve demagoji makinası gibi çalışırken, burjuva muhalefetin basın-yayın organları saray cuntasının saldırılarına maruz kalmamayı esas alan bir çizgi izlediler. Antifaşist, antişovenist çizgideki parti ve bireylere ekranlarını, sayfalarını sıkıca kapattılar.

Miting, gösteri, yürüyüş hakkı, meydanlar ve ulaşım aracı olanakları Erdoğan'ın ve "evet cephesi"nin tekelindeydi. OHAL rejimi, bu açıdan diktatörün ve "evet cephesi"nin önünü açarken, "hayır" faaliyetlerini ise tam bir ablukaya aldı. OHAL kural ve yasakları, faşist keyfilikle belirlenen polis terörü tüm referandum süreci boyunca “evet cephesi”nin hizmetindeydi.

Erdoğan'ın, askeri darbecilerin canına kastettiği, darbe girişiminin bastırılmasının öncüsü, "demokrasi kahramanı", bir başka ifadeyle, hem mazlum hem kahraman kişi olarak kutsanması yolundan geniş kitleler üzerinde etki kurma çalışmaları, diktatör ve partisinin, daha genelde "evet" cephesinin avantajları hanesinde kayıtlıydı.

En eşitsiz koşullar altında yürütülen referandum mücadelesi, yüzde 58-60 oranını kesin gören, yüzde 60'ın üzerine çıkmayı ve herkesi susturmayı hayal eden diktatörü ve suç ortaklarını şok eden biçimde sonuçlandı. Oylar kullanıldıktan sonra, önceden konulmuş bir geçerli oy kuralını iptal ettiğini açıklayan YSK, "evet"in yüzde 1'lik oy farkıyla kazandığını ilan etti!

Buna karşın, hem politik hem de toplumsal açıdan önemli bazı sonuçlar çıktı ortaya. Örneğin, büyük sanayi kentlerinde yaşayan işçilerin ve ezilenlerin çoğunluğu "hayır" dedi. Halkın ulusal demokratik mücadeleye omuz vermesiyle öne çıkan Kürdistan kentlerinin cevabı "hayır" oldu. Özyönetim direniş alanlarının tümü "hayır" diye haykırdı.

Emekçi halklarımız, boğucu devlet terörüne, korku atmosferine ve dipten doruğa eşitsiz referandum koşullarına rağmen öfkesini, eğilimini ortaya koydu.

Her ne söylenirse söylensin, Türkiye ve Bakur Kürdistan işçi ve ezilenlerinin, ve de dünya halklarının gözünde "hayır" kazanmıştı. Resmi ilan ne olursa olsun, Erdoğan'a hayır denmişti.

Referandumun Bazı Sonuçları

1) Diktatör Aradığı Meşruiyete Ulaşamadı

İşçi sınıfı ve ezilenlerin aklında ve duygularında, diktatör ve partisi hilekardır. Sandıktan çıkan "hayır"ın yerine, diktatörün buyruğuyla YSK'nın "evet"i geçirilmiştir. Devletin YSK eliyle açıkladığı referandum sonuçları meşru değildir.

Odağında CHP'nin durduğu kimi burjuva düzen parti ve güçleri için, Erdoğan ve AKP referandumu hileyle kazanmıştır, sonuçları meşru değildir.

Dünyadaki yankı da, OHAL koşullarında hileli bir referandum yapıldığıdır.

Bu tablo, Erdoğan ve AKP'yi moral bozukluğu ve meşruiyet kriziyle yüz yüze getirdi. "Atı alan Üsküdar'ı geçti", "önemli olan yarıdan bir fazla almaktır" sözleri bunun dışavurumu oldu.

2) Resmi Sonuçlar Diktatöre Alan Açtı

Emekçi sol hareketin "hileli referandum iptal edilsin", "diktatör defol" içerikli eylemleri süreklileştirememesi, CHP'nin kendi seçmeninin sokağa çıkmasına yasak koyması koşullarında meşruiyet krizini yönetme olanağı elde eden diktatör ve partisi, referandumun resmi sonuçlarının yarattığı avantajları etkin biçimde kullanma olanağı kazandı. Bu, her şeyden önce, saray cuntasının politik programının uygulanmasının sürdürülmesinde, başta yüksek bürokrasi olmak üzere devlet örgütlerinin kadro yapısının diktatörün istediği biçimde yenilenmesinde, politik islamcı ideolojinin resmi ideoloji haline getirilmesi sürecinin hızlandırılmasında karşılık bulacaktır.

3) Burjuva Partilerde İç Sorunlar Mayalandı

Referandum süreci ve sonuçların açıklanmasının ardından yaşanan gelişmeler burjuva düzen partilerine değişik faturalar çıkardı. 16 Nisan öncesi MHP giderilmesi zor bir bölünme, BBP bir irade parçalanması yaşadı. Bu gelişmelerin kitle tabanlarında bir daralmaya yol açması sürpriz olmayacaktır. 16 Nisan sonrasında AKP'de, merkezi yönetim organında yapılan değişiklikler, Kadir Topbaş'ın gelecek belediye seçimlerinde aday olmayacağını açıklamak zorunda kalması ve politik islamcı basında iç kavgalar ve tasfiyeler referandumun çıkardığı faturanın bir bölümüdür. Bu fatura AKP kitlesinde, memnuniyetsiz ve ikircimli bir kesimin oluşmasına değin genişlemeye açıktır. CHP'de, hileli referandumun iptali mücadelesine girişilmesini isteyen kesimlerle sokaktan uzak durulmasını isteyen Kılıçdaroğlu yönetimi arasında yaşanan ve parti sözcüsünün istifasıyla sonuçlanan gelişmeler dikkate değer. CHP'nin diktatöre öfkeli, gelecek endişesi duyan, "hayır"a sahip çıkılmasını isteyen kitlesinin taleplerine kulak tıkaması, biçimsel hukuki itirazlar dışında etkin eylemlere yönelmemesi, kitlesinde emekçi sola eğilimin güçlenmesini koşulluyor.

4) İşçiler Ve Ezilenler Moral Kazandı

Özellikle Temmuz 2015 sonrası kitlesel katliama uğrama ve pervasız hale gelen devlet terörüne maruz kalma korkularıyla sokak mücadelesinden geriye çekilmiş geniş yığınlar, tıpkı Bakur Kürdistan'da bu yılki Newroz kutlamalarında olduğu gibi, 16 Nisan'ı duygu ve isteklerini ortaya koyma fırsatı olarak gördüler. Referandum sandıklarını "hayır" oylarıyla doldurdular. AKP'nin egemenliğinin sarsılmaz gibi göründüğü İstanbul ve Ankara'nın "hayır" demesi, Kuzey Kürdistan'da Kürt halkının tüm yalan ve demagojileri boşa çıkaracak bir "hayır" kararlılığı sergilemesi, diktatör ve çetesinin YSK'ya sığınması, sonuçların tüm dünyada tartışılır olması "hayır" diyen kitlelerin moralini yükseltti. Onlara özgüven kazandırdı. Başarma inancını, umudunu canlandırdı. Bağrındaki güçlü, değiştirici, yenileyici dinamiği yeniden görmesini sağladı.

5) Emekçi Sol Güçler Sokaklara Çıkarak, Kitlelere Giderek Canlandılar

Başarabileceklerinden azını yapsalar bile, belirli emekçi sol parti ve gruplar referandum mücadelesine girişerek, kitlelerin bir OHAL rejimi kurmaya heveslenen diktatörü hayal kırıklığına uğratması için ter döktüler. Demokratik haklarını son sınırına değin kullanarak ve yetmediği yerde fiili meşru mücadeleye girişerek, umudu, başarma inancını, mücadele azmini körüklediler. Diktatörün hedeflerini, amaçlarını gözler önüne serdiler. Bir kez daha test edildi ki, politik mücadelenin dışında bir hayat yoktur. Ölü taklidi yaparak, bir kenara sinip fırtınanın geçmesini bekleyerek, yasal cendereye hapsolarak, kendini hem devrim ve sosyalizm gibi hedeflerin mutlaka var olması gereken partisi veya grubu ilan edip, hem de bedel ödememe peşinde koşarak, faşizme, inkarcı sömürgeciliğe, kapitalizme karşı, olayların akışını etkileyecek bir mücadele yürütülemez.

Faşist politik islamcı diktatöre ve hükümetine "hayır" diyen kitleler gibi, başta etkin bir referandum çalışması yürüten kesimleri olmak üzere, emekçi soldan parti ve gruplar da referandum çalışmalarından moral toplayarak çıktılar.

6) Emekçi Sol Önemli Bir Fırsatı Kaçırdı

Türkiye ve Kuzey Kürdistan kentlerinin hiç değilse yüzde 80'inde eşitsiz de olsa, moral ve pratik değeri yüksek bir çalışma örgütlenebilirdi. Bir "antifaşist hayır cephesi" veya "bloku", ya da "birliği" kurmak bunu başarmanın en önemli koşuluydu. Bu koşul yerine getirilemedi. Yelkenlerini şişirecek rüzgarı CHP'yle birlikte bulacağını sanmak, sosyal-şovenizm, egemenlerin şiddetine hedef olmama isteği, grupçu darlık gibi nedenler değişik parti ve örgütleri, HDP'nin de içinde yer alacağı bir "antifaşist hayır cephesi" arayışından uzak tuttu. Oysa 16 Nisan'a değin yürütülecek böyle bir çalışma, oylama sonrası dönem için güçlü bir hazırlık olurdu. Hileli sonuçlara karşı öfke dolu olan işçilerin ve ezilenlerin sokaklara çıkmasını cesaretlendirir, tepkilerin değişik biçimlerde sürdürülmesine imkan yaratabilirdi.

Ulusal demokratik, devrimci ve antifaşist parti, grup, çevre ve bireylerden kurulu halkçı demokratik cephe partisi olarak HDP bu boşluğu doldurabilecek yoğunlukta ve genişlikte bir kampanya iddiasıyla hareket etseydi, sorun hiç değilse belirgin biçimde hafifleyebilirdi. Ne var ki, tempo ve yaygınlık bakımından ihtiyaç duyulan düzey zorlanmadı. HDP yönetimi böyle bir sorumluluğun altına girmek, onun iradesi olmak çizgisinde hareket etmedi. Süreçle öncü bir ilişkileniş içinde olmadı.

Birleşik mücadele zemininde ayırt edici örnek, devrimci ve antifaşist gençlik gruplarının "Gençlik Var" adıyla kurduğu ve referandum sürecinde de etkin bir çalışma yürüten güç birliğiydi. Bütüne kattığı moral ve uyandırdığı mücadele azmi bakımından özel bir değere sahip olan bu güç birliği, aynı zamanda tek tek bileşenlerini politik, örgütsel ve ideolojik olarak geliştirdi.

Diktatöre Ve Hileli Seçimlere Öfke Yaygın Kitle Hareketine Dönüşemedi

OHAL yasaklarına rağmen, 16 Nisan akşamı değişik kentlerde hileli referandumun iptali istemiyle gösteriler yapıldı. Bunlar yeni kentlere ve yeni semtlere yayılarak sonraki günlerde de devam etti. Kitle, kimi gösterilerde yüzlerle, kimi gösterilerde ise binlerle sayılıyordu. Sokağa çıkmayan fakat "hayır"ın kazandığına inanan ya da diktatörün defolup gitmesini isteyen kadın ve erkekler, OHAL yasaklarına aldırmadan sokağa çıkan bu kararlı kitleyi, evlerinin pencere ve balkonlarından alkışla, tencereyle, tavayla tempo tutarak destekledi. İleri gitme isteği kendini hissettiriyordu.

Tam da böyle bir anda, CHP, İstanbul'da sokağa çıkmak isteyen gençlik kolu örgütlerinden başlayarak, kitlesini evlere hapsolmaya, "yurttaşları" da aynı biçimde davranmaya, sokaklardan uzak durmaya çağırdı. İşçiler ve ezilenler "hileli referandumun iptali", "diktatörün defolup gitmesi" talepleriyle eylemlere girişmemeli, meseleyi CHP'ye bırakmalı, CHP de yasal başvurularla talepleri dile getirmeli, bunlardan bir sonuç çıkmazsa kadere boyun eğilmeli ve umut 2019 seçimlerine havale edilmeliydi. Bu, CHP'nin onyıllardır çok etkin biçimde uyguladığı, "sol" adına konuşarak, düzene yönelebilecek her türlü hareketi engelleme, onu düzen içine ve burjuva meclise kanalize etme çizgi ve pratiğinin son örneğiydi. Emekçiler ve ezilenler özne olmaya çalışmamalı, bırakalım yasal sınırları, diktatörün OHAL yasaklarını bile aşmaya yönelmemeli, sorunlarını, taleplerini, özlemlerini sokağa taşımak yerine, "meclisteki CHP grubuna", "meclis çözümleri"ne bırakmalıydı. Bir kez daha görüldü ki, halklarımızın demokratik ve devrimci savaşımının ilerletilmesi, CHP'yle şu ya da bu tarzda işbirliği yapılarak değil, ancak CHP'nin kitlelerden yalıtılmasını geliştirecek politikalarla olanaklı olabilir. Bu kapsamda CHP, devrimci stratejide "ana darbenin doğrultusuna" yerleştirilmesi gereken güçtür.

Eylemlerin süreceği, diktatörlüğün saldırılarının göğüslenebileceği, direnişten bir sonuç alınabileceği duygusunun yaratılması öncelikliydi. Sokak-fiziki saldırıya uğrama, sokak-gözaltı, sokak-işten atılma, sokak-tutuklanma, sokak-katliama uğrama, sokak-sonuçsuz protesto denklemlerine hapsolmuş kitle psikolojisinin aşılmasını, cesaretin kitleselleşmesini sağlayacak bir öncü iradeye ihtiyaç vardı. Buna yalnızca emekçi solun devrimci ve tutarlı antifaşist partilerinin öncü iradi duruşunda sağlanacak süreklilik cevap olabilirdi.

Tutarlı antifaşist, antişovenist birleşik cephe örgütü olarak HDP, kendisinden beklenenin aksine, saflarında birleşmiş veya çağrılarına kulak veren işçilerin ve ezilenlerin savaşıma atılmasını, cesaretin kitleselleşmesini sağlayacak bir öncü politik kararlılık sergileyemedi. HDP yönetimi, hileli niteliği gizlenemeyen ve on milyonlarca insanın öfkeyle reddettiği referandum sonuçlarını "hayır" kitlesinin en ileri taleplerinin odağında durduğu bir mücadele konusuna dönüştürmek yerine, 2019'dan, "demokratik işbirlikleri"nden söz etmeyi tercih etti. Fiili meşru mücadele çıtasını yükselterek sorumluluklarını yerine getirmiş, bu nedenle diktatörü ve çetesini çılgına çevirmiş, Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ’ın halkımızla birlikte gaz bombaları altında yürüyüşü hafızalarda taptaze olan, halk ölümsüzlerinin uğurlamalarına vekillerini göndermekte duraksamamış HDP, kitlesel cesaretin örgütlenmesinde sorumluluk alması gereken bir anda, geri bir tutuma yöneldi. Bu, faşist politik islamcı diktatörün, onun emrindeki yargının ve faşist militarist güçlerin etkisizleştirmeye, tasfiye etmeye yöneldiği direnişçi çizgiyi sahiplenip geliştirmek konusunda içine düşülen kararsızlığı, gerilemeyi yansıtması bakımından önemli ve uyarıcıdır.

Değişik devrimci, antifaşist parti ve örgütler, 16 Nisan akşamından itibaren özgüçlerine dayalı olarak veya örgütlü-örgütsüz kitleyle birlikte sokağa çıktılar. Yürüyüş ve gösteriler, duygu olarak eylemlerin içinde, fiziki olarak dışında duran işçilerin ve ezilenlerin alkışlı vb. desteğini aldı. Kimi gösterilerde katılım binlere, onbinlere ulaştı. Ne var ki, kitle öfkesini büyütecek, henüz tereddüt içindeki işçi ve ezilenlerin sürece katılmasını, gösterilerin yayılmasını örgütleyecek süreklilik düzeyine kuvvet yetiremediler. "Referandum iptal edilsin", "diktatör defol" talepleri ve hedefleri etrafında özel bir güç birliğine gitmek, sokak gösterilerinin yorulacağı anlarda süreklilik köprüleri olarak, yaygın açlık grevleri, oturma eylemleri türünden eylem biçimlerini sürece dahil etmek ya da başkaca adımlar ihtiyaç duyulan fırsatları yaratabilirdi. Ne yazık ki böyle bir esneklik ve irade sergilenemedi. Bu durum, gösterilerin yavaş yavaş sönmesini ve bütünüyle sahneden çekilmesini koşulladı.

Geniş Yığınlar Politik Yaşama Öncü Özneler Gibi Katılmazlar

Referandumda resmen kazanan seçenek "hayır" olsaydı, kitle hareketi yeni bir atılıma geçebilirdi. Yine, hileli referandumun yarattığı öfkenin iradi bir öncü duruşla ayağa kaldırılması da kitle hareketinde bir sıçrama yaratabilirdi. Başarılamadı. Ne var ki, bu imkan ortadan kalkmış değil. İşçi sınıfı ve ezilenlerin durumu değiştirme isteği en uygun fırsatı kollamaya devam ediyor. Devlet-halk çelişkisi çok geniş yığınlar bakımından daha güçlü biçimde hissediliyor, yaşanıyor. Faşist politik islamcı rejime karşı memnuniyetsizlik yayılıyor, öfke derinleşiyor. Elbette, büyük kitlelerin yeni bir ileri atılımının hangi sorun etrafında, hangi kentten, ilçeden, mahalleden, okuldan veya fabrikadan başlayacağı önceden bilinemez. Mesele, geniş kitleleri ilgilendiren gündemlerde, kararlı, güven veren, öncü iradi pratiğin geliştirilmesi, kitlenin netleşmesi, cesaretini toplaması için gerekli zamanın yaratılabilmesi, deyim yerindeyse barikatlarda birkaç gün veya birkaç on gün direnilebilmesidir.

Bunlar bir yana, sömürenler-sömürülenler, ezenler-ezilenler, zenginler-yoksullar çelişkilerinin keskinliğine, yaşam koşullarının ağırlığına, politik zorbalığın düzeyine bakılarak, geniş yığınlardan "sık sık" Gezi-Haziran ayaklanması ya da Kobanê serhıldanı beklemek çocukça bir yüzeyselliktir. Geniş yığınlar politik mücadeleyle öncü özneler tarzında ilişkilenmezler. Gövdeleri ağırdır. Yerlerinden kolayca kıpırdamazlar. Harekete geçtiklerinde ise tarihin hareketini hızlandırırlar. Ve bırakalım geniş yığınları, politik yaşama daha etkin katılan kitlelerin ileri bölükleri de korkarlar, yorulurlar, umutsuzluğa, yılgınlığa kapılırlar, boyun eğerler. Bütün bunların dışında kalma ve politik yaşama öncü özne olarak katılma sorumluluğu devrimi örgütleme, devrimin öncülük ve önderlik sorumluluğunu üstlenme iddiası taşıyan partiler ve örgütlerdedir. Korku, yorgunluk, umutsuzluk, yılgınlık, boyun eğme hakkı bulunmayanlar onlardır.

Politik Mücadele Daha Fazla Sertleşerek Devam Edecek

Referandumun resmi kazananı olarak faşist politik islamcı şef Tayyip Erdoğan, başka bir ifadeyle diktatör, bunu faşist devlet terörü kampanyasının, inkarcı sömürgeci savaşın ve bölgesel işgalci, hegemonyacı saldırganlığın şiddetlendirilmesi olanağı olarak değerlendirecektir. AKP'yi ve hükümeti bu çizgiye en sıkı biçimde bağlı halk düşmanlarıyla yenilerken, teknolojinin tüm imkanlarını kullanarak kan dökücülüğü limitine vardıracak, katliamlarla sonuç almaya çalışacaktır. OHAL artık onun en kıymetli hazinesidir. Olanaklı son sınıra kadar OHAL'i sürdürmeyi esas alacak, korkuyla egemen olma yönteminde derinleşecektir.

"Ez ve çöz", diktatörün ve saray hükümetinin, ulusal demokratik hareketle, devrimci ve antifaşist parti ve örgütlerle, işçilerle, kadınlarla, Kürt halkıyla, Alevilerle, ulusal topluluklarla, kendisine biat etmeyen burjuva düzen güçleriyle ilişkilerinde temel çizgidir.

Halklarımızın demokratik ve devrimci mücadelesinin yükseltilmesi, direnişin büyütülmesi ve saldırıya geçişin hazırlanması dışında bir seçenek, bir yol yoktur. Politik taktiği 2019 seçimlerine ayarlayan gaflete düşürücü reformist görüş açısı, Erdoğan'a, rejimi sağlamlaştırma, korku imparatorluğunu pekiştirme fırsatı vermeye mahkumdur. Yapılması gereken, diktatörü ve rejimini meşru görmeyen güncel politik savaşımı kararlılıkla örgütlemek, kitleleri OHAL ve KHK saldırısının püskürtülmesi için harekete geçirmeye çalışmak, her iki biçimiyle birleşik cepheyi bu çizgide etkinleştirmektir. Devrimi örgütleme iddiasındaki parti ve grupların özgüçlerine ve mücadelenin tüm biçimlerinin kaynaştırılmasına dayalı varoluşu bütün bunları başarmanın en güçlü imkanıdır.

Referandum süreci ve oy tavrı, halklarımızın öfkesine, toplumdaki saflaşmanın keskinliğine, düzen partileriyle kitleleri arasındaki gerilimin artışına işaret eden değişik veriler sundu. Faşist politik islamcı rejime ve diktatöre karşı öfkenin gençlik ve kadınlar cephesinde daha yoğun olduğunu doğruladı. Kemalist ideolojinin yerine politik islamcı ideolojinin geçirilmesi sürecinin bütün bu konularda hızlandırıcı bir rol oynayacağı beklenmelidir.

Diktatör ve faşist politik islamcı rejim sönmemiş bir volkanın üzerindedir. Volkanın harekete geçmemesine şaşmak veya dövünmek yerine, onun harekete geçmesini sağlayacak bir politik kitle çalışması ve mücadelenin bütün biçimlerini kapsayan türden bir politik savaşım yürütmeye kilitlenilmelidir.

 

 

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Gazete Dergi adına Yazı İşleri Müdürü: Tülin Gür
Posta Çeki Hesap No: Varyos Gazete Dergi 17629956
Türkiye İş Bankası IBAN: TR 83 0006 0011 1220 4668 71

Bize Ulaşın

Yönetim Yeri: Aksaray Mah. Müezzin Sok. İlhan Apt. No: 12/1 D:7 Fatih/İSTANBUL
Tel: (0212) 529 15 94  Faks: (0212) 529 06 75
Web Sitesi: www.marksistteori5.org
E-posta: info@marksistteori.org
Twitter: @mt_dergi