“Mutlaka Kazanacağız!”

15 Kasım tarihli duruşmada, SGDF Eşbaşkanı Özgen Sadet'in SGDF adına savcılık iddianamesine verdiği cevabı yayınlıyoruz.

Bizler, yargılanmak istenen sosyalist gençler, Suruç katliamının üzerinden henüz 4 ay geçmişken şafak operasyonları ile gözaltına alındık. Suruç katliamından sağ olarak kurtulanlar, bu katliamın tanıkları ve katliamda kardeşlerini, ailelerinden birisini kaybedenler olarak, 4 Aralık 2015 günü gerçekleştirilen polis operasyonu ile evlerimiz basılarak gözaltına alındık ve şu an içerisinde bulunduğumuz süreç, hukuki ifade ile “yargılama” süreci başlamış bulundu.

Son söyleyeceğimizi ilk başta söylemek, hem de göğsümüzü gere gere, başımız dimdik yukarıda söylemek istiyoruz. Bizler devrimciyiz, sosyalist gençleriz. Bugüne kadar ne yapmışsak, ne söylemişsek sosyalist olduğumuz içindir. Eğer sosyalist olmanın, devrimci olmanın onuruna ve ağırlığına uygun hareket etmezsek, bizler kendi vicdanlarımızda kendimizi yargılarız. Bizler, kendi kişisel çıkarlarının peşinde sürüklenenlerden, yalan ve hırsızlıkla ayakkabı kutularını doldurmaya çalışanlardan, gemicik ya da başka herhangi bir servet sahibi olan gençlerden değiliz. Kumar masalarında halkın değerlerini “babasının malı” gibi harcayanlardan da hiçbir zaman olmayacağız. Bugüne kadar girdiğimiz herhangi bir sınavda önümüze soruların cevaplarını getirenler de olmadı. Bizler, tecavüzcü vakıf ve derneklerin önünde el pençe divan duran gençlerden olmamayı tercih ettik.

Ancak yanlış anlaşılmasın, bizler de bir tercihte bulunduk. Bu tercihi, en şatafatlı fildişi kulelerde otururken değil, sokaklarda, atölyelerde, üniversite ve liselerin içerisinde yaptık. Çünkü, bu coğrafya ve halklar fildişi kulelerden, saraylardan bakınca başka, sokaklardan bakınca başka görünür. Biz de gördük ve devrimci olduk. Roboski'de, üzerine bombalar yağan bir halkın, cenazelerini katır sırtlarında nasıl taşıdığını gördük. Katliamın hemen ardından yolumuzu Roboski'ye çevirdik. Evladını kaybeden analar, babalarlaydık. Bizler Van depreminin ardından soluğu Van'da aldığımızda, henüz deprem çadırlarına ekmek girmezken, yıkılan evlerin TOKİ'lerle nasıl tekrar rant uğruna dikildiğini gördük.

Bizim gördüğümüz sokaklarda yoksulluk bir salgın gibi yayılıyor. Bir tarafta en mükellefinden padişah sofraları, bir tarafta her gün aç uyuyan çocuklar. Herkes biliyor ki, patronların bir öğünlük yemek masrafı ile yüzlerce çocuk tok yatar. Gözlerimizin önünde çocuklar ölüyor. Savaştan kaçan çocukların buz gibi kaldırımlarda sabahladığına şahit olmadık mı? Dilenmek zorunda kalan çocuklardan kaçabilen var mı? Peki, kim ses çıkartıyor?

Bizim gördüğümüz sokaklarda kadınlar her gün tacize, tecavüze ve şiddete mağruz kalıyorlar. Her gün 5 kadın, erkekler tarafından katlediliyor. Özgecan Arslan, yaşıtımız bir genç kadın göz göre göre katledildi. Şort ya da istediği başka bir kıyafeti giydiği için şiddete uğrayan kadınların sayısını bile sayamayız. Çocuk tecavüzleri ve çocuk istismarı her geçen gün artıyor. Televizyon ekranlarında küçücük bebeklere tecavüz edenler konuşturuluyor. Tecavüzcüler, katiller mahkemelerden salıveriliyor. Peki, kim ses çıkartıyor? Bugün sanık sandalyesinde duran kadınlar, Taksim'de tacize karşı eylem gerçekleştirdikleri için yargılanmak isteniyor. Katıldığımız 8 Mart eylemleri birer ceza konusu olarak önümüze konulmak isteniyor. Ancak erkeğin kadına karşı tacizine, şiddetine, tecavüzüne karşı durmak, uluslararası kabul görmüş bir günde, 8 Mart'ta tüm kadınlarla alanlarda olmak yargılanma gerekçesi değildir ve olmamalıdır.

Bizim gördüğümüz sokaklarda ölüm kol geziyor, gencecik fidanlar sokak ortalarında katlediliyor. Suruç'ta 33, Ankara'da 100 insanımız hayatını kaybetti. Cizre'de buzdolabında bekletilen bebekler, sokak ortasında kalan bedenler aklımızdan çıkmıyor. Uğur Kaymaz, Ceylan Önkol, Veysel, Berkin Elvan ve adını sayamadığımız nice körpecik fidan. Çocuklarını kaybeden annelerimiz meydanlarda yuhalatıldı. Emel annemizin çığlıkları hala kulaklarımızda. Peki, kim ses çıkartıyor? Ancak Berkin'imizi anmak, katiller yargılansın demek ve bunun için açıklamalar yapmak yargılanmak isteniyor. Başta Berkin Elvan olmak üzere tüm Gezi şehitlerimizin katilleri yargılanana kadar biz bu davaların takipçisiyiz.

Milyonların adalet ve özgürlük şiarıyla günlerce alanları doldurduğu, yeni bir yaşam altarnatifini kısacık bir zaman diliminde tüm dünyaya gösterenlerin katıldığı Gezi ayaklanmasının ardından tutsak düşenlerin aileleriyle beraber her Cumartesi Galatasaray Meydanı'nda basın açıklaması yapmak, düzmece iddialarla tutuklananların serbest kalmasını istemek yargılanmak isteniyor. Ne komiktir ki, Gezi davasından gözaltına alınıp tutuklananların özgürlüğünü isteyen Gezi gazilerimiz hakkında dahi soruşturmalar açılıyor. Bu davada da olduğu gibi, valiliğin, emniyetin gözü önünde gerçekleştirilen en temel hakkımız olan basın açıklamalarımız yargılanmak isteniyor.

Bizim gördüğümüz atölyelerde, madenlerde her gün işçiler, emekçiler can veriyor. Soma'da, Ermenek'te, Tuzla tersanelerinde, Ostim'de, Davutpaşa'da ve daha birçok yerde ölen emekçilerin sayısı bilinmiyor. Kaç işçi sakat kaldı, kaç emekçi felç oldu ve çalışamaz duruma geldi, hatırlayabilen yoktur. Ölüme giden madencilerin yerlerde tekmelenmesini unutan var mı? Peki, kim ses çıkartıyor? Göz göre göre ölüme gönderilen 301 maden işçisi için Taksim'de basın açıklaması yapmak, yeraltından günlerce cenazesini almak için bekleyen aileleri tekmeleyenlerin yargılanmasını istemek, iş kazası adı altında yüzlerce insanı bir anda ölüme mahkum edenlerin hesap vermesi için uğraşmak yargılanamaz. Gözaltında katledilen işçi önderi Süleyman Yeter'i mezarı başında anmak, gözaltında katledilenlerin, kaybedilenlerin akıbetini sormak, katillerin yargılanmasını istemek yargılanmak isteniyor.

Bizim gördüğümüz köylerde her gün ormanlar, dereler talan ediliyor. Çevrecinin daniskaları, uçan kuşun yuvasına, sudaki balığın yaşam alanına dahi göz koyuyor. Herkes baksın Karadeniz'e; dün yemyeşil olan ormanlar bugün çorak, dün çağlayan derelerden bugün su akmıyor. Bu talanın doğal sonucu olarak yaşanan erozyon ve sel felaketlerinde kaç insanımız hayatını kaybetti? Bir kese dolusu para için doğayı ve insanı talan etmekten çekinmiyorlar. Kırk haramiler bile bu kadarını yapmamıştı. Peki, kim ses çıkartıyor?

Bizim gördüğümüz üniversiteler, eğitim masraflarını karşılamak için inşaatlarda çalışırken hayatını kaybeden gençlerle dolu, intihar bir veba gibi yaygınlaşıyor. Geleceği elinden çalınan yürekler, hayata elveda demeyi kurtuluş olarak görüyorlar. Hiç ama hiçkimse önünü ne yazık ki göremiyor. Uyuşturucu, madde bağımlılığı dört bir yanı sarmış durumda. Peki, kim ses çıkartıyor? Ancak bir darbe ürünü olan YÖK'ü ve üniversiteler üzerindeki baskı ve kısıtlamalarını protesto etmek, valilik ve emniyetin haberi dahilinde düzenlenen mitinglere katılmak suç olarak gösterilmek isteniyor. Tutuklu öğrencilere özgürlük istemek, serbest kalmalarını talep ettiğimiz basın açıklamaları düzenlemek, harçların kaldırılmasını istemek, TMK mağduru çocukları bir gündem haline getirmek ve seslerini duyurmak istemek yargılanmak isteniyor. Ancak yıllar öncesinin açıklamalarından derlenen bu sözde suçlamalarda o dönemin tutsak öğrencilerinin serbest kaldığı, TMK mağduru çocukların devletin de bir gündemi haline geldiğini hatırlatmak isteriz.

Bizim gördüğümüz liselerde, eğitim sistemi liselileri hallaç pamuğuna çeviriyor. Her gün değişen sınav sistemi, sınav stresi derken, liseliler de yaşamlarına veda ediyorlar. Sınav sorularını çalanlar, şifreleyenler boyalı sınıflarda, emekçi çocukları kırık sıralarda oturuyorlar. Erkek ve kadın öğrencilerin arasına cetvel mesafeleri konuyor. Peki, kim ses çıkartıyor?

Bu söylediklerimizin yalnızca bu topraklarda yaşandığı düşünülmesin. Yedi iklim dört kıta, emekçilerin, ezilenlerin, yoksulların, gençlerin ve kadınların isyan ve öfke dolu çığlığı ile inliyor. Peki, kim ses çıkartıyor?

Biz söyleyelim; yalnız ve yalnızca devrimciler, yurtseverler, sosyalistler ve özgürlük için mücadele edenlerin sesi yükseliyor. Bu yüzden gençlik dünyanın her yerinde tereddütsüz sosyalizmin bayrağı altında toplanıyor. Gençlik onur ve özgürlüğün ancak ve ancak devrimle mümkün olduğunu, bu kokuşmuş düzeni devirmeden onur ve özgürlüğün kazanılamayacağını biliyor. Bizler tüzüğümüzde de yazdığı gibi, adımızda olduğu gibi ve bunu söylemenin anayasal düzende de bir hak olduğunu bilerek diyoruz ki, bu yüzden sosyalizmin safındayız, sosyalizmin genç sesiyiz, bu yüzden SGDF'liyiz.

Şimdi karşımıza çıkartılan iddianamede görüyoruz ki, SGDF'nin bütün politik faaliyetleri, çalışmaları, eylem ve etkinlikleri savcılık makamınca suç olarak önümüze çıkarılmış durumda. Burada şunu özellikle belirtmek istiyoruz ki, burada yargılananlar asla ve asla bireyler değildir. Burada yargılanmak istenen bir bütün olarak SGDF ve onun çalışmalarıdır.

Katliamlardan sağ olarak kurtulmuş bizler, kampüslerde, sokaklarda eşit, adil bir dünyayı, bilimsel, anadilde bir eğitimi savunanlar olarak yargılanıyoruz. Tüm dünyanın gözleri önünde açık bir biçimde yürüttüğümüz eşitlik ve adalet mücadelemiz illegalize edilmek istenmektedir. Katıldığımız eylem, etkinlik, mitinglerden genel kurullarımıza her çalışmamız yüzlerce, binlerce insanla yan yana gerçekleşmiştir. Gizli tanık ifadeleri adı altında, en meşru eylemlere katılmak, kendi faaliyetlerimiz illegal gösterilmek istenmiştir. Ancak bizler olduğumuz yerleri, yaptığımız etkinlikleri zaten kabul ediyoruz. Burada üç dönemin de federasyon başkanları olarak bulunmamız bir tesadüf değildir.

Pek çok basında haberi çıkan, açık oy sistemi ile düzenlediğimiz genel kurulumuz illegal bir faaliyet olarak gösterilmektedir. Her yılın 19 Ocak'ında vurulduğu yerde ailesi, arkadaşları ve bu katliama öfkesini kusanlarla Hrant Dink'i anmak, anmalara katılmak yargılanmak istenendir. 6 Mayıs'ta üç fidanın katledilişinin yıldönümünde gerçekleştirilen yürüyüşe katılmak suç değildir. Bugün devlet Hrant Dink katliamında da, Deniz Gezmiş ve yoldaşlarında da ayıbını kapatmak için uğraş vermektedir. Adına açılan parklar, yollar olan devrimcileri anmak illegal bir faaliyet olarak gösterilmek istenmiştir. Burada yargılanmak istenilen tekrar ve tekrar '68 gençlik önderleridir. Milletvekili adaylarımızla, binlerce gençle katıldığımız bu yürüyüşler yasadışı gösterilmek istenmiştir. Tıpkı her Cumartesi gözaltında kaybedilen evladının naaşını arayan Cumartesi Anneleri'nin eylemine katılmamızda olduğu gibi. Gözaltında kaybedilişinin ve katledilişinin üzerinden 20 yıl geçen Hasan Ocak'ın adaleti bekleyen davası zamanaşımında kaybolmasın diye Cumartesi insanlarıyla beraber düzenlenen açıklamalara katılmamızda olduğu gibi. Bir başka katliam olan Gazi katliamının her yıldönümünde mahallede düzenlenen ve binlerce insanın katıldığı, katliamları lanetlediği, adaleti haykırdığı yürüyüşe katılmamızda görüldüğü gibi.

Bugün yüreği adalet ve özgürlük ile çarpan gençlerin nerede olması daha doğrudur? 20 yıl önce evinin önünden bir beyaz Toros'la kaçırılıp gözaltında kaybedilen Hüseyin Toraman'ı her sene kaçırıldığı yerde, evinin önünde anmak, eşit yurttaşlık hakkını haykıran Alevilerle omuz omuza miting meydanlarında buluşmak, en kanlı cezaevi katliamlarından birisi olan 19 Aralık katliamlarını protesto edenlerin yanında olmaktır yerimiz.

Katıldığımız ve düzenlediğimiz tüm eylem ve etkinlikler, bizim vicdanımız ve yaşantımız bakımından meşru olmasının yanı sıra, anayasal düzende devlet nezlinde de meşrudur.

Burada inatla ve ısrarla bir gerçeğin altını çizmek istiyoruz. SGDF'yi daha iyi anlamak isteyen herkes, dostlarımız da düşmanlarımız da, işaret edeceğimiz yere daha yakından bakabilirler. Dostlarımız bakınca umut ve inançla dolacak, düşmanlarımız ise kahırlarından büyük acılara tutulacaktır. Evet, Suruç'tan bahsediyoruz. Çeliğe su veren, güneşi kızıllaştıran 33 düş yolcusunu anlatıyoruz şimdi.

Tarih, asla ve asla unutamayacağımız bir gün: 19 Temmuz 2015. Bu coğrafyanın dört bir yanından SGDF üyeleri, Kobanê'yi yeniden inşa etmek için yola çıkıyorlar. Çünkü SGDF'liler biliyor ki, Kobanê umudun kenti. Kobanê, IŞİD vahşetine direnen küçük ama baş eğmez bir onur simgesi. Kobanê, kadınların özgürlüğü ve kurtuluşunun eşsiz bir nişanesi. Kobanê, insanlık onurunun ayakları üzerine yeniden dikildiği yer. Ama Kobanê harap ve yıkılmış, yeniden inşa edilmeyi bekliyor.

SGDF'lilerin sırt çantası ise oyuncaklarla, ağaç fideleri ile dolu. Her kalkan otobüs, yardım malzemeleri, erzaklar, kuru gıdalar ve tıbbi ekipmanla dolup taşıyor. SGDF, Kobanê'yi inşa etmenin görev olduğunu biliyor. Herkes ama herkes Kobanê'nin hawar çığlına ses vermek için seferber oluyor. Sosyalist gençler bir hafta boyunca Kobanê'de kalcaklar. İnşaatlarda, hastanelerde çalışacak, kreş, okul, hatıra ormanı ve çocuk parkı inşa edecekler. Kimisi ise Kobanêli çocuklarla tiyatro oynayacak, hep birlikte film çekecekler.

Ancak, 20 Temmuz 2015 günü Amara'da bir katliam gerçekleşiyor. IŞİD, barışa ve özgürlüğe sevdalı yürekleri vuruyor. Tam 33 düş yolcusu, Suruç'ta, Amara Kültür Merkezi'nin bahçesinde ölümsüzleşiyor. Bu toprakların en güzel çocuklarından 33 tanesi daha birer yıldız olarak omuzbaşlarımıza asılıyorlar. Yüzlerce insanımız, fiziki olarak yaralanıyor, sakat kalıyor. Ancak milyonların, halklarımızın gönlü öyle bir kanıyor ki, işte onu hiç kimse durduramıyor. 33 güzel yürek, 33 onurlu düş, daldan düşen meyvalar gibi gencecik düşüyorlar.

Katliamı yapanlar büyük zafer kazandıklarını zannediyorlar, ama yanılıyorlar. 33 düş yolcusunu milyonlar sonsuzluğa uğurluyor. Onlar toprağa değil, halklarımızın vicdanına, umutlarına, gülüşlerine ve gözyaşlarına gömülüyorlar ve orada yaşıyorlar. Bizi öldürenler şaşkın, bizse yürek yürek çoğalmaya devam ediyoruz.

Bugün karşınızda duranların büyük bir kısmı ya Suruç gazisidir ya da Suruç şehitlerinin akrabası, arkadaş veya yoldaşlarıdır. Bu yüzden, burada yargılanmak istenen bizler şahsında Suruç şehitleridir. Ve çok açık söylüyoruz ki, Suruç şehitleri demek bizler için SGDF demektir. Çünkü SGDF'ye ruhunu veren, can katan ve her şeyden önemlisi bizlerin hayatta kalmasını sağlayan 33 düş yolcusudur. Bir kez daha 33 karanfilimizi anıyor, anıları önünde saygı ile eğiliyoruz.

Bizler bu yüzden Suruç gazileri yargılanamaz, SGDF yargılanamaz dedik ve demeye devam ediyoruz. Çünkü, böylesi soylu ve onurlu bir davranışın sahibi olan Suruç gazisi ve SGDF'liler, halklarımızın nazarında, değil yargılanmak, baş üstünde tutulmaktadır. Bizler için de, Suruç şehitlerimiz için de önemli olan yalnız ve yalnızca budur.

Ancak bir şeyi daha vurgulamak isteriz. SGDF üyeleri ve Suruç gazileri, katliamın yaşandığı günden bugüne defalarca gözaltına alınmış, tutuklanmış, operasyona maruz kalmış olmasına rağmen, henüz Suruç katliam dosyasının üzerinde en ufak bir gelişme olmamıştır.

Suruç katliamı ile ilgili ortaya çıkan belgeler göstermektedir ki, Suruç katliamı AKP ve IŞİD işbirliği ile gerçekleştirilen bir katliamdır. Urfa valiliği, Urfa kaymakamlığı, Urfa emniyet müdürlüğü günler öncesinden katliamın gerçekleşeceğini bilmektedir. Ortaya çıkan resmi yazışmalar bunu kanıtlamaktadır. İstihbarat raporlarında katliamı gerçekleştirecek olan katilin adı bile yazmaktadır. Dönemin başbakanı ise katliamı gerçekleştiren katil için “Yakalayıp adalete teslim ettik” demiştir. Bu ne aymazlık ve yüzsüzlüktür!

Her şey bu kadar açık ve ortadayken, katliamın sorumluları gözler önündeyken, Suruç katliamı dosyası üzerinde gizlilik kararı devam etmektedir. Katliam sorumluları hakkında soruşturma bile açılmamışken, Suruç gazileri henüz hastanedeyken soruşturmalara, kovuşturmalara ve hatta tutuklamalara maruz kalmıştır. Ancak söylemek gerekir ki, yaşananlara şaşırmıyoruz. Beyazıt, Sivas, Maraş, Roboski, Gazi katliamlarında çalışmayan adaletin sıra bize gelince çalışacağını hiçbir zaman düşünmedik. Adaletin verilmediğini ancak mücadele ile kazanıldığını da en iyi bizler biliyoruz.

Peki, Suruç Katliamı'ndan sonra ne oldu? Ankara'da patlayan bombalarla yüzlerce insanımız katledildi. Suruç katliamından bugüne her bir yandan oluk oluk kan akıyor. Suruç katliamı yeni bir savaşın başlangıcı oldu. Bu katliamı planlayanlar ve üzerini örtmeye çalışanlar yaşanan savaşın sorumlusu ve uygulayıcılarıdır. Bu yüzden katiller değil, bizler, yani Suruç gazileri ve SGDF'liler sanık sandalyesinde oturmaktadır. Geçtiğimiz günlerde 10 Ekim gar katliamının davası başladı ve sanıklar açık bir biçimde katliamı nasıl planladıklarını anlattılar. IŞİD'e katılıp eğitim gördüklerini, bombaları Ankara'ya nasıl getirdiklerini ve katliamı nasıl planladıklarını... Kasım 2016'da başladı dava, yani katliamın üzerinden bir yıl bir ay geçmişken.

Ancak bizler, Suruç katliamının aileleri, yaralıları, tanıkları, 33'lerin tanışları katliamın üzerinden 4 ay geçmemişken sanık sandalyesine oturtulduk. Binlerce insanın en meşru ve en haklı taleplerini savundukları onlarca eylem karşımıza suç olarak çıkartıldı. 10 yıldır faaliyetlerinde açıklık ve ilkelerine bağlılıkla haraket eden federasyonumuz büyük uğraşlarla illegalize edilmeye çalışıldı. Bizlerin bugün sanık sandalyesinde oturuyor oluşunun tek bir anlamı vardır. Bizler Suruç'tan, 10 Ekim'den sağ çıkanlarız ve ölmediğimiz için gözaltına alındık, yargılanmaya başladık.

Yazın çalışmasını yürüttüğümüz “Suruç için Adalet Herkes için Adalet” kampanyası kapsamında Gezi şehitlerinin yaşamlarını yitirdikleri yerlerde, kadın cinayetlerinde, katledilen çocuklarda, işçilerde, halklarda adaleti tekrar ve tekrar haykırdık. Ancak ilk alındığımızda da söylediğimiz gibi, bugün sanık sandalyesinde olması gerekenler bizler değiliz. Suruç'un planlayıcılarının, katliamların, cinayetlerin katillerinin olması gerekir sanık sandalyesinde.

Ancak bugün maalesef ki, IŞİD'in hain saldırısında yaralananlar olarak, kardeşlerini kaybedenler olarak, 33'leri ve daha nicelerini tanıyanlar olarak sanık sandalyesindeyiz. Burada bulunmamıza bir gerekçe olarak da, IŞİD'e karşı savaşırken yaşamını yitirenlerin cenazelerine katılmak önümüze getiriliyor. Tüm dünyaya savaş açmış, kadınları köle pazarlarında satan, her yeni gün katliamlarını tüm dünyanın gözlerinin içine sokanlara karşı savaşanları anmak, bu katliamlardan sağ çıkmış bizler için birer suç unsuru değildir. Kimi devletler ki IŞİD'e karşı savaşırken yaşamını yitirenlere devlet töreni ile uğurlamalar düzenlerken, bizler bu cenazelere katıldığımız için yargılanmamalıyız. Ayrıca düzeltmek de gerekir ki, dosyada sadece IŞİD'e karşı savaşırken yaşamını yitiren MLKP savaşçılarının cenazeleri yazılmıştır. Bizler sadece onların değil, cenazesi sınırda günlerce bekletilen Aziz Güler ve Eylem Ataş'ın, Mahir Arpaçay'ın, Bedrettin Akdeniz'in ve ismini sayamadığımız nicesinin de cenazelerinde büyük bir gururla yer aldık.

7 Haziran seçimlerinin ardından iktidar koltuğunu kaybeden AKP ve Saray, kanlı bir savaş ile yeniden iktidar koltuğuna gelmeyi hedeflemişlerdir. Suruç katliamı bu savaşın başladığı yer olmuştur. Suruç katliamından bugüne koyu bir faşizm bizleri ve halkları esir almaya çalışmaktadır. Katliamlar, tutuklamalar, operasyonlar, OHAL ve KHK'lar faşizmin çaresiz saldırganlığının biçimleridir.

Faşizmi sokakta yeneceğimizi çok iyi biliyoruz. Bu yüzden sözü fazla uzatmayacağız. Ancak savunmamızı bitirirken direnenlere bu mahkeme salonundan selam yollamak istiyoruz.

Tutuklanan HDP'li vekillerimiz, belediye eşbaşkanlarımız, sizler, bizim irademizsiniz. Faşizm elbette kaybedecek. Mutlaka Kazanacağız.

Tutuklu özgür basın emekçileri. Gerçekler karanlıkta kalmayacak diyerek çıktığınız bu yolda daima sizinleyiz. Merak etmeyin, mutlaka kazanacağız.

Tutuklanan aydınlar, yazarlar. Faşizmin zindanlarında tutsak olsa da kalemleriniz, yarın mutlaka özgürlüğü birlikte yazacağız. Mutlaka kazanacağız.

Bugün cezaevini dolduran onlarca tutsak öğrenci, sıra arkadaşlarımız, dostlarımız, yoldaşlarımız. İçeride, dışarıda birlikte mücedele ederek, mutlaka kazanacağız.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi