Belirli bir dönemin ekonomik tarihine berraktoplu bir bakış, aynı an için hiçbir zaman olanaklı değildir. Bu ancak her şey olup bittikten, materyali toparlayıp ayıkladıktan sonra yapılabilir... Devam etmekte olan çağdaş tarih için bu en kesin etkeni değişmez kabul etmek, incelenen dönemin başlangıcındaki ekonomik durumu bütün dönem için veri ve değişmez olarak izlemek ya da apaçık olayların sonucu olan, dolayısıyla kendilerinde açıkça ortaya çıkan bu ekonomik durumdaki değişiklikleri hesap etmek zorunda olacaktır... Materyalist yöntem, burada sık sık, siyasal çatışmaları, ekonomik gelişmenin doğurduğu mevcut toplumsal sınıflar arasındaki ve sınıfların kesimleri arasındaki savaşıma indirgemekle ve çeşitli siyasal partilerin bu aynı sınıfların ve sınıf kesimlerinin az çok aslına uygun siyasal ifadeleri olduklarını göstermekle yetinmek zorunda kalacaktır.
28 Şubat bitti/bitmedi tartışmaları süredursun, Demirci 19 Nisan'a yönelik yeni bir darbe tehdidinde bulundu. Seçim sonuçlarının egemen klik lehine sonuçlanmaması halinde yeni bir müdahalenin sinyallerini verdi. Ecevit, seçim genelgesi ile 1982 Anayasa referandumunu anımsatan yasakları gündeme getirdi; Orda Demirel eliyle, yetmezse kendi diliyle darbe sopasını sallıyor. Bunlar, 28 Şubat' us yönetememe krizine derman olamadığını, krizin sürdüğünü gösteriyor.
28 Şubat? ABD, TüSiAD ve ordunun faşist devleti yeniden düzenleme/yapılandırma hamlesidir. 28 Şubat, ABD emperyalizminin işbirlikçi tekelci sermaye oligarşisinin ve kendisi de bu oligarşinin bir bileşeni, aynı zamanda silahlı gücü olan ordunun birleşik hareketidir. 28 Şubat, bu kesimlerin devletin eski tip örgütlenmesiyle eski kurum ve yöntemlerle iktidarlarım yürütmede düştüğü zaafiyete son verme girişimidir. 28 Şubat, giderek rejim bunalımına dönüşen yönetememe krizine müdahale ederek,'siyasi iradeyi bu kesimler lehine tekleştirme amaçlı yeni tipte siyasi bir askeri harekattır.
28 Şubat askeri müdahalesinin bir askeri darbe mi, yoksa bir muhtıra mı olduğu fazlaca önem taşımaz. Doğrudan yönetimi devralmaya yönelik bir askeri darbenin, hem emperyalist devletler nezdinde yaratacağı sıkıntı, hem de emekçi yığınlar içinde doğuracağı muhtemel tepkiler nedeniyle bu yola başvurulmamıştır. 12 Mart darbesinde olduğu gibi, meclise muhtıra vererek, onu bütünüyle askeri yönetimin basit bir uzantısı olarak kullanma da 28 Şubat'la amaçlananlara denk düşmediği açıktır. Dikkatler belirli bir parti ve o partinin ortaklaştığı hükümete yoğunlaştırıldı. Hedef daraltıldı. Böylelikle askeri müdahalenin doğrudan destekçileri ve yardımcı kuvvetleri meclis içinde ayrıştırıldı. Sendikalar ve kitle örgütlerinden destek alındı. Bu süreçte ordu, meclisi kullanarak çıkardığı yeni yasa ve yönetmeliklerle, oluşturduğu yeni kurumlarla, kimi yapılara ve kadrolara yönelik tasfiyelerle, devlet yönetimi içinde MGK aracılığıyla sağladığı ayrıcalığı büyüttü. Faşist devletin askeri niteliği çok daha derinleşti, ipler bütünüyle ordunun eline geçti. Son iki yıldır her MGK toplantısı gerçek yönetim merkezi olarak meşrulaştırıldı. Her konuya ilişkin temel bütün yönetsel kararlar mGk toplantılarında alındı.
Kuşkusuz, 28 Şubat, buzdağının görünen yüzüdür. 28 Şubat'la başlayan süreç, bu süreci başlatan generallerin çapını çok daha fazla aşan kapsamlı bir harekettir. 28 Şubatçı generaller de nihayetinde bu parçanın basit bir eklentisi olmanın ötesinde bir kıymetleri yoktur. Nasıl ki 12 Eylül faşist askeri darbesinin Evren ve beşli çetesinin öznel davranışının sonucu olduğu ileri sürülemezse, 28 Şubat da 28 Şubatçı generallere vehmedilemez.
28 Şubat, TC. devletinin emperyalist ABD'nin çıkarları doğrultusunda yeniden organize edilmesinin halkalarından birisidir. Ardından hangi halkanın geleceğini belirleyen, bir öncekinin işlevini ne derece yerine getirdiği ile ilişkilidir. Daha kapsamlı askeri bir müdahale mi, daha yumuşak bir geçiş mi? Bunu belirleyecek olan, sınıflar arası mücadelenin önümüzdeki dönem alacağı seyirdir.
28 Şubat'ın görünürdeki amaçlan ile bugün ulaştığı noktanın kaba bir tasnifini yapmak işimizi kısmen kolaylaştırılabilir.
28 Şubat '97 MGK toplantısının ardından yayınlanan bildiride temel hedef olarak, bölücü ve yıkıcı faaliyetlerin yanısıra irtica ve ilticaya karşı mücadele konuyordu. Müdahalenin ilk yılında bu yönde önemli adımlar atıldığı ve 28 .Şubat'ın ilk planda hedefine ulaştığı söylenebilir. 28 Şubat'tan birkaç ay sonra Refah-Yol hükümetten çekildi. Genelkurmay'ın parlamentodaki siyasi ittifakları yeni bir hükümet kurdu. Bu, Genelkurmay patentli bir hükümetti. Keza bu hükümet eliyle imam Hatipler'in orta kısımları kapatıldı, zorunlu eğitim 8 yıla çıkarıldı. Kuran kursları denetim altına alındı. Tarikatlar yakından takip edilerek hareket alanları daraltıldı, İslami sermaye kuruluşları hakkında soruşturmalar açıldı, MÜSİAD yargı önüne çıkarıldı. RTÜK aracılığıyla sansür koyulaştırıldı. Kılık kıyafet yönetmeliği sıkı biçimde uygulanmaya başlandı. İslami irticaya karşı atılan kimi önemli adımlar bunlardı.
Diğer yandan, gerek 28 Şubat kararlarında, gerekse daha sonra yayınlanan MGSB'de ifade edilen bölücü ve yıkıcı faaliyetlere karşı mücadelelerin derinleştirilmesi, bir başka ifadeyle kontrol edilebilir düzeye çekilmesi noktasında da önemli adımlar atıldı. Onbinlerce kişilik ordu birlikleri defalarca Kürdistan seferine çıkarıldı. Batı'da sıkıyönetim koşullan dayatıldı. Polis denetimi ve operasyonları sıkılaştı-rıldı. "Marjinalleştirme" saldırısı yer yer etkili oldu. Abdullah Öcalan'a yönelik uluslararası komplo ve ardısıra koyulaşan şovenizm histeri saldırıların ve kapsamlı yanını oluşturuyordu.
Susurluk'la başlayan ve süregiden kontr-gerilla artığı çetelere karşı mücadele uzun süre MGK gündemine girmemiş olsa bile, Genelkurmay hükümet kanalıyla bu yönlü meramını dile getiriyordu. Nihayetinde son dönem peşpeşe yapılan operasyonlarla bir dizi mafya babası ve ülkücü kabadayı tutuklanmıştır. Alaaddin Çakıcı, Sedat Peker, Korkmaz Yiğit, Yaşar Öz, Avni Musulluoğlu, vb. bunlara örnektir. Geniş yığınlarda biriken tepkinin sonucu olarak atılan bu adımların ne denli göstermelik olduğu gerçeğin bir başka yönüdür. Tutuklanan polis şeflerinin bir bir serbest bırakılması, mafya babalarının işlerini cezaevlerinde sürdürüyor olmaları ve birçoğunun birkaç ayda salıverilmesi, halen cezaevinde bulunanlar önümüzdeki dönem neler olacağının göstergesidir. Her biri doğrudan MİT ve devlet bağlantılı olan bu katiller sürüsü ortalıkta görünmeye devam edecektir. Hal böyleyken Genelkur-may'in bütün foyaları meydana çıkmış, uyuşturucu taciri bu katillere karşı elleri-nin.neden bu denli titrediği de ortaya çıkmıştır. 28 Şubatçı generallerin emekli olduktan sonra kapağı attıkları şirketler onların gerçek niyetini de, kimliklerini de ele vermiştir. Hava Kuvvetleri Komutanı Ahmet Çörekçi'nin hayali ihracatçı Turgay Ciner'in, Jandarma Komutam Teoman Koman'ın Cavit Çağlar'ın, Deniz Kuvvetleri Komutanı Güven Erkaya'nın Korkmaz Yiğit'in yanında çalışıyor olmaları, başka bir kanıta yer bırakmayacak biçimde her şeyi açığa çıkarmıştır.
Gelinen noktada durum nedir? Kapatılan RP'nin yerine FP kurulmuş ve RP'nin boşluğunu çok çabuk doldurmuştur. Çil-ler'in tasfiye edilerek DYP'ye yeni bir çehre kazandırılması girişimi sonuçsuz kalmıştır. Sağı solu birleştirmek, iki partili bir sistem yaratma hedefine ulaşılamamıştır. 28 Şubat’ın öngünündeki siyasi parçalanmanın ortadan kalkması bir yana, her şey daha da içinden çıkılmaz bir hal almıştır.
Kürt ulusal kurtuluş devriminin her bakımdan maniple edilerek kabul edilebilir düzeye çekilme amacı da bütün kudurgan saldırılara karşı beyhude bir amaç olarak kalmıştır. Seçimler öncesi HADEP'e yönelik kapatma tehdidi, iki turlu seçimle HA-DEP'i dıştalama girişimi bunun somut belirtileridir. Genelkurmay anketlerinin de ortaya koyduğu gibi yapılacak ilk seçimde HADEP, Kürdistan'da tartışmasız biçimde birinci parti olarak çıkacaktır. Ayrıca süreç içinde gerillanın kendini yenileyerek savaşma yeteneğini geliştireceği, ordunun büyük operasyonlarına karşı koyusu ile bellidir.
Mafya ve çetelere karşı savaş çığırtkanlığının da ne denli içi boş kof bir çığırtkanlık olduğu herkesin malumudur. A. Ça-kıcı'dan- H. Kırcı'ya bir dizi faşist katilin bertaraf edildikleri doğrudur. Ama bu, çetelerin tasfiye edildiği anlamına gelmez. Olsa olsa yola getirmek istiyorlar. Kontrol dışına çıkanları hizaya çekiyorlar. Zira çe-tebaşı MGK ve ordu üst düzey yöneticileri bilumum uyuşturucu ticareti ve her türlü kirli işin içine gırtlaklarına kadar batmışlardır. Eroin parasıyla savaş yürütenlerden başka ne beklenir ki? Veli Küçük gibi tescilli bir çetecinin ordu içinde sürekli rütbe alması, o çok sözü edilen Yeşil'in Genel-kurmay'ın koruması altında gününü gün etmesi yalnızca iki küçük örnektir. Ola ki, yarın bunların sağda solda cesetleri bulunursa bu yalnızca, bu kişilerin toprak altından başka saklayacakları yer kalmaması nedeniyle olacaktır.
Beşli çete (TESK, TİSK, TOBB, Türk-İş. DİSK)nin organize edilmesi, laiklik söylemi altında Kemalizmin yeniden ideolojik bir argüman olarak öne çıkarılması ile kitlelerin zihninin uyuşturulması yolunda başarılı adımlar atıldığı söylenebilir. Fakat bu neyi değiştirir? Krizin temel dayanakları yerli yerinde dururken, kitleleri ideolojik bir arayışa sürükleyen toplumsal maddi gerçek varlığını koruyorken, Kemalizmin benimsetilmesi çabası nereye kadar etkili olabilir? Nihayetinde 28 Şubat öncesinde dinsel ve ulusal ayrışma ve siyasal saflaşma yerli yerinde durmaktadır.
Kürt Ulusal Kurtuluş Mücadelesinin Büyümesi ile Derinleşen Siyasi Kriz Emperyalist Ülkelerin Yeni Sömürge Ülkeleri Yeniden Yapılandırma Stratejisinin Türkiye Hamlesi: 12 Eylül Faşist Askeri Darbesi
12 Eylül darbesinin arkasında işbirlikçi tekelci burjuvazi ve ABD vardı. Bir iç savaş derecesine ulaşmaya başlayan kitlesel mücadeleler karşısında faşist devlet aygıtı ve genel olarak siyasi yapı yetersiz kalmıştır. Birçok devlet kurumu parçalanmış, ordu ve polis içinde devlet dışı ilerici-devrimci akımlar boy vermeye başlamıştı, işçi sınıfı ve gençliğin yükselen mücadelesi işbirlikçi sınıfları giderek daha fazla ürkütüyordu. Sorun sadece bu değildi. Emperyalist kapitalizm 70'li yıllarda yeniden krize girmiş, bir önceki dönemin ekonomik politikalarında önemli değişiklikler meydana gelmişti. Keynesgil politikalar, yerini neo-liberal Treidman politikalara bırakıyordu. Bu değişiklikleri emperyalist ülkelerle sınırlı kalması düşünülemezdi. Emperyalist ülkeler ve yeni sömürge ülkelerde II. Paylaşım Savaşı sonrasında oluşturulan politik sistemler, ekonomideki bu yeni yönelime uygun olarak yeniden düzenlenmeliydi. Sınıf mücadelesinin ve sınıf örgütlülüğünün zayıf olduğu ülkelerde, yeni ekonomik politikalara uygun siyasal organizasyonlar inşa etmek nispeten daha kolay oldu. Ne var ki kitlelerin devrimci mücadelesinin yüksek olduğu yerlerde çok daha sert, kanlı ve acımasız yöntemlerle iktisadi ve siyasi yapı baştan aşağı yeniden yapılandırıldı. 12 Eylül, böylesi ihtiyaçların ürünüydü. Örgütlü kontrgerilla kuvvetlerinin varlığı ve bunların 70'li yıllarda devlet kurumlarında hemen hemen tamamen inisiyatifi ele geçirmeleri, işbirlikçileri ve efendileri ABD'nin yönetime müdahale işini kolaylaştırıyordu.
Koç’un Mektubu: 12 Eylül'ün Siyasi Programı
12 Eylül, '61 darbesi ile yemden örgütlenen devletin baştan aşağı yeniden örgütlenmesi demekti. 12 Mart faşist müdahalesiyle yapılan değişiklikler ileriki yıllarda yetersiz kalmıştı. Bu yeniden örgütlenme, işçi sınıfı ve emekçi halkın kazanılmış haklarına ve kurumlarına ve emekçilerin lehine olan her türlü yasal ve devletsel oluşuma ilişkindir. O yıllarda Vehbi
Koç’un Genelkurmay'a gönderdiği mektup beşli generaller çetesinin temel siyasal programı olmuştu. Bunun dışındaki faşist kurum ve kuruluşlar tasfiye bir yana, daha da kurumlaştırıldı • ve etkinlikleri güçlendirildi.
12 Eylül anayasası, işbirlikçi sınıflar ve ABD emperyalizminin yeni saldırısının resmİ tutanağıydı. Devlet ve siyasal yaşam yeniden düzenlenirken işçi sınıfı ve emekçilerin ve onların devrimci öncülerinin nefes almamaları için gerekli her türlü önlem alınmış görünüyordu. 2.5'luk bir siyasal düzen hedefliyorlardı. 2,5 parti, 2,5 gazete, iki sağ, yarım sol; istenen buydu. Bunun için siyasal partiler, dernekler, sendikalar, gazeteler tasfiye ediliyor ve yeni devlet örgütlenmesinde geçmişe dair burjuva siyasal oluşumlara yer verilmiyordu. MGK'nın perde arkası yönetimine dayalı 2,5 partili meclis ve faşist bir anayasa ile dikensiz gül bahçesi yaratılacaktı, ilerici olan hiçbir şeye yeşerme şansı bırakılmamıştı. Öyle ki, ilericilik üretebilir diye TDK (Türk Dil Kurumu), TTK (Türk Tarih Kurumu) gibi köklü Kemalist kurumlar bile kapatılmıştı.
Resmi ideolojinin Yeni Adı: Türk-İslam Sentezi
Türk islam sentezi, resmi ideoloji olarak benimsenmişti. Bu da ABD'nin yeşil kuşak projesinin bir yansımasıydı. O dönem henüz varlığım koruyan SSCB'ye karşı ABD, "ılımlı islam'da yeşil bir kuşak yaratarak Sovyet etkinliğinin yayılmasını önlemeyi amaçlıyordu. Bu, aynı zamanda ABD ekseninden çıkan İran’ın islam devrimi ihraç ederek komşu ülkelerde etkin olmasının önüne geçmek için de gerekiyordu. Türk-İslam sentezinin yaşam bulması için her türlü olanak devreye sokuldu. Milliyetçi ve dinsel düşüncelerinin bir karışımı olan renkler için devletin bütün organları harekete geçirildi. Devletteki kadrolaşma ve kurumlaşmaya bu ideolojik argümana uygun olarak şekillendi.
Kürtlerin Yeni Başkaldırı Hamlesi: 1984 Ağustos Atılımı
Her şey işbirlikçi egemen sınıfların istekleri doğrultusunda gelişmiyor. Bu coğrafyada da direnenler vardı. 700 binden fazla insan işkenceden geçirilmiş, devrimci siyasal örgütler önemli ölçüde deşifre edilerek tasfiyeye uğratılmış, teslimiyet yenilgiyi, yenilgi mültecileşmeyi koşulla-mış, anti-marksist ve anti-komünist kirli propaganda mekanizmaları aydınlar ve dünün ilericileri arasında taraftar bulmaya başlamış, düzene dönme, ideallerden vazgeçme, "normalleşme" temel davranış biçimi haline gelmişti. Her şeye rağmen direniş hiçbir zaman bitmedi. Mücadelenin çapı ne denli küçülürse küçülsün, idealleri büyük kalanlar, direnenler vardı. Ne var ki bütün iyi niyetli çabalara rağmen bu direniş hattı sıçramalar yaratacak düzeye ula-şamıyordu.
1984 Ağustos atılımı ile siyasal arenaya etkili bir çıkış yapan PKK, yeni bir yol açıyordu. Bu, faşist diktatörlüğe karşı silahlı direniş hatlıydı. Faşist devlet yöneticileri fazlaca endişeli değillerdi. Binlerce militana sahip örgütleri dağıtmış, silahlı milislerin denetimindeki kurtarılmış bölgeleri bir çırpıda ele geçirmiş, kendilerinin bile beklemediği bir çabuklukta denetimi sağlamışlardı. Bunun için bu "üç beş çapulcuyu" da halletmek zor olmayacaktı. Sıkıyönetim sürüyordu. Polis ve ordu kuvvetleri yeterliydi. Geçmişte olduğu gibi "ellerini kollarını bağlayan" hiçbir şey yoktu. Bu bir "asayiş olayı" idi ve kısa zamanda çözeceklerdi.
Devrim Yangını Büyüyor
'89'a kadar PKK ile devlet arasındaki ilişki bu minvalde sürdü. Kürt ulusu ilk bir-iki yıl çekingenlik gösterse de sonraki yıllarda daha cesaretle PKK’yı desteklemeye başladı. Ulusal mücadele giderek büyüyor, kitleselleşiyor, yankı ve etkisi bütün ülkeye yayılıyordu. Devlet mevcut kuvvetlerle, ulusal mücadeleyi bastıramayacağı-nı anlamaya başlamıştı. Çözümü daha fazla askeri kuvveti bölgeye yığmakta aradı. Bölgeye yönelik yeni bir ordu organize edildi. Koruculuk sistemi yaygınlaştırıldı. Halka yönelik karşıdevrimci şiddet yoğunlaştırıldı. Bütün bunlar hareketin çığ gibi büyümesinden başka bir işe yaramadı. Gerilla Kürdistan'ın her yanına yayılıyordu. Binlerle ifade edilen kuvvetler onbin-lerle anılmaya başlanmıştı. '91 Körfez krizi ile Güney'de oluşan yeni statü PKK'nin manevra olanaklarını önemli ölçüde büyütmüştü. Güney, eğitim ve lojistik ihtiyaçları gidermenin merkezi olmanın ötesinde Kuzey'deki devrimin yayılma alanı içine giriyordu. PKK Güney'de de etkili bir siyasi kuvvet olmaya doğru yol alıyordu. Devletin kontrol altında tuttuğuna inandığı Kürt merkezlerinde de ulusal kurtuluş mücadelesi etkisini göstermiş, onbinlerle ifade edilen kitleler gösteriler başlatmıştı. Gösteriler serhıldanlara dönüşüyordu. Akşam karanlığın çökmesi ile devlet kırda olduğu gibi, birçok Kürt şehrinde de geri çekiliyor, geceler UKH denetimine giriyordu. PKK eğitimden ekonomiye, adaletten günlük ilişkilere kadar her alanda hakim kuvvet olmaya başlıyordu. Burjuva partiler birer birer tabelaları indiriyordu.
Devrimin Kürdistan'da büyüyen etkinliği yanısıra Batı'da da kitleler hareketleniyor, fabrikalar önemli direnişlere sahne olurken, varoşlarda mücadele büyüyor, gençlik daha militan eylemlere girişiyordu. Zonguldak işçilerinin eylemi ile birlikte Bo-tan-Zonguldak hattından söz edilmeye başlanmıştı. Militan devrimci örgütler yeniden örgütlenmeye, devlete karşı daha etkin, daha kapsamlı mücadeleler yürütmeye çalışıyorlardı.
Faşizm Çıkış Arıyor
İktidar sahiplerinin telaşı büyüyordu. 12 Eylül'le kurdukları düzen çatırdıyordu. Fiili eylemler 12 Eylül yasalarını paçavraya çevirmeye başlamıştı.
Kürdistan'da başlayan devrim Batı'yı tutuşturuyor, Batı'daki alev Kürdistan'daki yangını büyütüyordu.
Devlet yöneticileri devrimi bastırmanın daha etkili biçimleri üzerinde tartışıyorlardı. Aralarındaki çelişki, çatlaklar büyüyordu. Devrimi çözemeyen karşıdevrim, kendi içinde çözülmeye başlamıştı. Şahinler ve Güvercinler olmak üzere devlet içinde iki kanat giderek saflaşıyordu. Her ikisinin de amacı aynıydı, farklı olan metotlarıydı. Şahinler devrime verilecek en küçük bir tavizin, devrimi büyütmekten başka bir anlama gelmeyeceğine inanıyor, dahası böylesi bir girişimin kendisinin iktidarlarını sarsacağından endişe ediyorlardı: Güvercinler, Kürtlere verilecek birkaç önemsiz taviz ile hem ayaklanma bastırılmış olur, hem de Kürtler üzerinden Güney Kürdis-tan'da yeni avantajlar elde edilebilir fikri ileri sürüyorlardı. Her iki yanda da sözcüleri olan ABD, işbirlikçi Kürtler eliyle PKK'yi dışlama çabalarının sonuçsuz kalması ile yeni bir planın devreye sokulmasının aracısı oldu.
Yeni Bir Strateji
1970'ler boyunca Latin Amerika devrimci örgütlerine karşı uygulanan stratejiler çok daha kapsamlı biçimde coğrafyamızda da uygulanacaktı. Bu stratejinin adı: "Düşük yoğunluklu savaş stratejisi"ydi.
Bu stratejinin temel amacı, 1991'den sonra oluşan denge aşamasının devlet lehine çözülme-siydi. Bu stratejinin temel içeriği, yoğunlaştırılmış kirli savaştan başka bir şey değildi. Bu stratejiye uygun olarak devlette yeni tipte organlar ve düzenlemelere ihtiyaç vardı. Topyekün bir saldın örgütleniyordu. Korucuların sayısı birkaç misli artırıldı. Kontrgerilla temel yönetici güç olarak bölgede konuşlandırıldı. Özel savaş, özel kuvvetler gerektiriyordu. Korucular ve kontrgerillanın dışında itirafçılardan oluşturulmuş çeteler ve özel harekat timleri oluşturuldu. Polisiye kuvvetler daha etkin devreye sokuldu. Bütçede savaşa trilyonlar akıyor, fakat buna karşın savaş korkunç bir canavar gibi daha fazlasını istiyordu. Özel savaş kaynaklan özel yollardan elde edilmeliydi. Bu amaçla dün kontrol altında olan uyuşturucu imalat ve ticareti denetim altına alınacak, dahası bütünüyle özel kuvvetler tarafından yürütülecekti. Mafyanın işlerini devlet üstlenecekti. Resmi görevlilerin bu görevi üstlenmesi sözkonusu olamazdı. Kontrgerillanın sivil uzantıları devreye sokuldu. Bir dizi yeni mafya babası yaratıldı. Geçmişte MİT’in kullanıp bir kenara attığı ülkücü eskisi bir dizi katil yeniden devlet güvencesine alındı. MGK'nın talimatları ile kontrge-rillaya bağlı özel çeteler, mafya grupları hızla örgütlendi. Bu çeteler yalnızca uyuşturucu ticaretini yönetmiyor, aynı zamanda devlet karşıtı her türlü girişimi kanla bastırmakla da görevli kılınıyorlardı. Abdullah Çatlı'dan Haluk Kırcı'ya, Alaaddin Çakıcı'dan Yaşar Öz'e, San Avni'den diğer yüzlerce uyuşturucu kaçakçısı, katil sürüsü kartları, yeşil pasaportları ile devlet için her türlü kirli işin örgütleyicisi ve icracısı oluyorlardı. Devlet, bir kontrgerilla ve mafya Cumhuriyetine dönüştü.
Bu yeni stratejiye uygun olarak köyler basılıp yakılıyor, milyonlarca köylü baskı, işkence ve tehdide maruz bırakılarak zorla göç ettiriliyordu. Köyler insansızlaştırılı-yordu. İnsansızlaştırılmayla gerillanın yaşam alanı kurutulmaya çalışılırken, Kürt merkezleri ve çevresinde her türlü kirli metotla geniş yığınlar teslim alınmaya çalışılıyordu. Yalnızca Kürdistan değil, Batı metropollerinde de bu kirli iç savaş metotları uygulanıyordu. Bütün ülke düşük yoğunluklu savaş stratejisine uygun yönetiliyordu. Kitlesel katliamlar yoluyla ilerici kitleler tam bir teslimiyete itilmek isteniyordu. Sivas katliamından sonra Gazi'de yeni bir katliam tertipleniyordu, ilerici devrimci basına koyu bir sansür uygulanıyordu. 1991 tarihli Tm Y gereği devlet aleyhine sarfedilen en sıradan söz bile büyük bedeller ödemeyi gerektiriyordu. Düzen güçleri, kendi aralarındaki anlaşmazlıkları da kanla çözüyorlardı.
Varoşlar, Öfkenin Tutuştuğu Alanlar
Faşist baskı ve terör mekanizmaları ile hak arama imkanları ellerinden alınan milyonlarca işçi ve emekçi korkunç sömürü çarkı altında ezildikçe ezildi. Açlık, yoksulluk ve sefalet emeği ile geçinen milyonların değişmez kaderi oldu. Yüksek enflasyon ve hızla artan fiyatlar yaşamı iyice çekilmez kıldı. Bu "ucuz işgücü cenneti"ne uygun bir manzaraydı, işsizlik sürekli artıyordu. Büyük sanayi şehirlerinde varoşlar şehri yutar hale gelmişti. Düzene karşı öfke giderek büyüyordu. Alevi ve Kürt nüfusun yoğunlaştığı merkezler devrimcilerin etrafında kümeleniyor, Sünni yoksulların biriktiği merkezlerde ise RP hızla örgütleniyordu. Varoşlar hızla düzen dışına kayıyordu.
Eşitsizlik, sınıflar arası uçurum derinleşerek büyüyordu. Birkaç kilometrelik alan içinde Londra ve Uganda yan yana yaşıyordu. Kürdistan'dan zorla göç ettirilenler, büyük şehirlerde yeni merkezlerin, yoksul, sefil mahallelerin oluşmasına neden oldu. Varoşlar düzene muhalif bütün oluşumları barındırıyordu. Kürdistan'da amansız bir terör rejimi uygulayan devlet, Batı'nın Kür-distan'la birleşmemesi için terör rejimini büyük sanayi merkezlerine de taşıdı. Devrimcilerin daha çok kadro bulduğu Alevile-ri şiddetle korkutarak ve devlete yamama siyaseti izledi. Gazi ayaklanmasından sonra devreye sokulan l Mayıs 96'dan sonra yaşam bulan 2. topyekün saldırı, karşıdevrimin yeni bir hamlesiydi.
Devrim Bastırılamıyor
Karşıdevrimin bütün şiddetli saldırılarına, özel savaşın bütün kirli metotlarına rağmen Kürdistan ulusal devrimi mevzilerinden sökülüp atılamıyordu. Güney Kür-distan'a yönelik onlarca "sınır ötesi" operasyon büyük askeri kuvvetlerle yapılıyor olsa da sonuç vermiyordu.
Karşıdevrim devrimi kısmen geriletse de çözemiyordu. Devrimi çözemeyen karşıdevrim, bir kez daha eskisinden beter bir çözülmeye uğruyordu. Siyasal yaşam felç olmuştu. Kürdistan bütünüyle kontrgerillanın yönetim ve denetimi altındaydı. Siyasal partiler tamamen işlevsizleşmiş, düzene muhalif söylemle ortaya çıkan partiler yükselişe geçmeye başlamıştı. Burjuva siyasal partilerin halkın nezdinde herhangi bir itibarı kalmamıştı. Hiçbir parti kitleleri peşinden sürükleyecek etkinliğe sahip değildi. Meclis yamalı bohçayı andırıyordu. Çözümsüzlük siyasi yaşamı parçalıyor ve işlevsizleştiriyordu. 12 Eylül'le kökünden budanmış burjuva siyasal partiler, kitleler içinde kök salacak ortama bir türlü ulaşamadıkları için kırılgan bir özellik kazanmışlardı.
Çeteler Palazlanıyor
Kontrgerilla ve uzantısı çeteler büyük mali ve askeri bir kuvvet olmaya başlamışlardı. Uyuşturucu ticaretinden elde edilen milyonlarca doların bir bölümü savaş harcamalarına aktarılırken, bir bölümü bu çetelerin elinde kalıyordu. Uyuşturucudan elde edilen milyarların aklanması için kurulan turizm, ticaret kuruluşları giderek büyüyor. Otel ve kumarhaneler zinciri ile devasa bir rant kapısı aralanıyordu. Çeşitli müteahhitlik şirketleri ve Fethullah Gülen tarikatı gibi tarikatlar eliyle onlarca ülkede sermayenin etkinlik alanı büyüdükçe büyüyordu. Bütün bu olgular, devlet denetiminde organize edilmişlerdi. Ne var ki bu işleri yönetenler, devleti bütünüyle ele geçirme, yönetme sevdasına girişmişlerdi. Azerbaycan'da darbe düzenleme, Çin'in Sincan bölgesinde karışıklıklar çıkartmaya yonelecek kadar pervasızlaş-mışlardı. MGK'nın gözetiminde ve denetiminde oluşturulan bu kanlı- çeteler, korucular, özel hareket kuvvetleri ve polis gücü, ellerindeki muazzam sermaye olanakları ve teçhizat ve kadroları ile büyük bir silahlı güç haline gelmişlerdi. Dahası bu kuvvetler giderek bir siyasal parti içinde örgütleniyorlardı. DYP, kuvvetlerin siyasi sözcüsü haline geliyordu.
Ordu İnisiyatifi Kuşanmakta Kararlı
Faşist devletin temel yönetici kuvveti ve aynı zamanda güçlü bir sermeye kuruluşu olan ordu korkuya kapılmıştı. Ordunun karşısında alternatif yeni bir kuvvet hızla organize oluyordu. Ordunun devlet yönetiminde etkinliğinde rahatsız kimi oluşumlar, bu yeni güçle birleşmenin yollarını arıyorlardı. Bu kuvvetler tasfiye edilmeli ve yeniden denetim altına alınmalıydı. Ordunun ipleri elinden kaçırma riski ABD'yi de kaygılandırıyordu. Zira burjuva Türk ordusu, ABD'nin kontrolündeydi. Burjuva Türk ordusu, ABD'nin Ortadoğu'daki en büyük güvencelerinden biriydi. Büyük sermaye ve onların örgütü TÜSİAD için de durum farklı değildi. Devleti baştan aşağı saran çürüme, mafyalaşma, çeteleşme sermayedarların bu kesimi için de büyük bir tehlikeydi. Kaldı ki hızla piyasaya akan uyuşturucu sermayesi nedeniyle büyük sermayedarların etkinlik alanları daralmaya başlamıştı. Adı sanı duyulmamış tüccarlar ellerindeki uyuşturucu parasıyla özelleştirmelerde aslan payını alıyorlardı. Fakat bundan daha da önemlisi, siyasal yaşamda giderek büyüyen tıkanıklık ve kitlelerde devlet kurumlarına yönelik artan hoşnutsuzluktu.
Yükselen Siyasal İslam Dengeleri Sarsıyor
12 Eylül'le birlikte siyasal İslamın temel örgütlü partisi MSP de diğer partiler gibi kapatılmış, yöneticileri uzun yıllar boyunca tutuklu olarak cezaevlerinde tutulmuştu. Dahası siyasal islam faaliyetleri, 12 Eylül darbesinin nedenleri arasında sayılıyordu. Örgütlü Islama karşı propagandatif faaliyet yürütülüyordu. Ama bu, rejimin İs-lamdan vazgeçtiği anlamına gelmiyordu. Tam aksine, dinin toplumun derinliklerine işlemesi için bütün kanallar açıldı. Din dersleri okullarda zorunlu ders olarak okutulmaya başlandı. Peşpeşe imam hatip okulları açılıyor, imam hatip mezunlarının kendi branşları dışında mesleklere girişini engelleyen her türlü yasa ve yönetmeliği ortadan kaldırıyordu. Bu, bütün devlet kademelerinin imam hatip mezunları ile doldurulması demekti. Devlet Islama değil, denetim dışında örgütlenmiş siyasal Islama karşıydı.
Kürdistan'da Dinsel Propaganda
Kürdistan'da patlak veren ulusal kurtuluş devrimini boğmak, etkisizleştirmek için, din devletin temel propaganda araçları arasına giriyordu. Kürdistan'ın Sünni mezhebine mensup kesimleri arasında İslami düşünce yaşam tarzı büyük bir etkinliğe sahipti. Birçok dinsel tarikatın kökeni Kürdistan topraklarıydı. Devrim tam da Sünni İslamın etkin olduğu bölgelerde patlak vermişti. Devlet buralardan faydalanmak için islamcı propagandaya hız verdi. Özal'ın başbakanlığa gelmesi ile tarikatların kendilerini özgürce ifade etme olanakları daha da artmıştı. Bu, islamın devlet kontrolünde yaygınlaştırılması ve etkin kılınması projesine uygundu. Özal, tarikatları ANAP içine çekerek onların bağımsız bir siyasal kimlikle ortaya çıkmasını önlemeye çalışıyordu. Bunda başarılı olduğu açıktı.
Tarikatların daha büyük bir etkinliğe ulaşmalarının nedeni, ulusal kurtuluşçu devrimdi. Giderek önlenemez bir hal alan ulusal devrimci örgütlenmelere karşı devlet, Kürt aşiret örgütlerine ve tarikatlara sarıldı. Devlet yanlısı aşiretlerin ve tarikatların devlet olanaklarını kullanmaları ve ik-tisaden palazlanmaları için yeni olanaklar sundu.
Faşist kontrgerilla kuvvetleri daha da ileri giderek, Kürdistan merkezli dinsel yeni örgütler
kurarak ideolojik-siyasal ve silahlı "karşı hareket" örgütlediler. Hizbullah adına yüzlerce faili meçhul cinayet işlendi ve bir dizi karanlık eylem düzenlendi. Devlet, Kürt ulusal kurtuluş mücadelesini bastırmak için dört elle dine sarılmıştı.
Kontra-Tarikat Bağlantısı Güçleniyor
Kontra ile yakın ilişkili tarikatlar, aynı zamanda kirli para aklama kuruluşlarıydılar. Uyuşturucu vb. işlerden elde edilen dolarlar, hızla peydahlanan tarikat şirketleri eliyle ticaret ve hizmet sektörüne ya da banka sektörüne akıyordu. Sermaye gücü.büyüyen bu tarikatlar daha geniş kitleleri etkileme olanağı elde ediyor, daha geniş kitleleri etkiledikçe de tarikatların parasal gücü büyüyordu. Kontra-tarikat şirketleri hızla büyüdü ve holdingleşmeye başladı. Buraya kadar her şey kontrol altındaydı. Dinsel etkinin yayılması ve tarikatların etkinliğinin artması devletin çıkarlarına uygundu.Yalnız Kürdistan'da değil, Batı metropollerinde varoşlarda bulunan yoksullar arasında artan dinsel fikirler ve tarikat tarzı örgütler, kitlelerin büyüyen hoşnutsuzluğunun dindirilmesi bakımından gerekliydi de. Böylesi bir dinsel felsefeyle devletin alıp veremediği bir şey yoktu.
İslami Sermayenin Önüne Yeni Ufuklar Açılıyor
SSCB'nin yıkılması, Kafkaslar ve Orta Asya'da oluşan yeni pazarlar, Türk sermaye sınıfları için yeni ufuklar, yeni olanaklar açıyordu. Vahşi bir sömürü ve talan üzerinde muazzam bir sermaye birikimine ulaşan Türk burjuvazisi, bu yeni pazarlardan faydalanmak istiyordu. Liberalize olmuş, ihracata yönelik ekonomik yapı bu olanakları değerlendirmenin alt yapısını oluşturmuştu. Başta AB ülkeleri olmak üzere çevre ülkelere yönelik ihracata dayalı üretim, tekstil-, deri, gıda ve ticaret sektöründe önemli gelişmeler yaratmıştı. Bu gelişmeler Anadolu'nun nispeten küçük sanayi gelişmesini de etkiliyor, emeğin daha da ucuz olduğu bu sektörlerde gelişme daha hızlı oluyordu. Fakat pazarın kontrolü büyük tekellerin ve holdinglerin elindeydi. Anadolu'da gelişen orta ölçekli sermaye hareketi egemenlik safhasının dışına çıkamıyordu. Kafkasya ve Orta Asya'da oluşan yeni pazarlar, bu sermayenin hareket olanaklarını büyüttü, ilişkiler geliştikçe bu sermaye grupları büyüdü. Anadolu'nun belli başlı şehirlerinde sanayileşme hız kazandı. Gıda sektöründe An-tep, tekstilde Denizli, deride Uşak bu kentlerin tipik örneklerindendir. Orta ölçekli sermayenin esnek yapılanması, oluşan yeni pazarlara daha hızlı akma imkanlarını büyüttü. Bu gelişmenin siyasal yaşama yansımaması olanaksızdır. Orta burjuvazinin tekellerden görece bağımsız gelişen ve büyüyen bu kesimleri siyasal arenada da sözcülerini bulmakta gecikmedi. TOBB'un etkinliği büyüdü. Ama bu kesimlerin talepleri, daha çok RP tarafından dile getiriliyordu. Bu sermaye kesimlerinin büyümesine paralel olarak RP de büyüdü. RP yalnızca tarikat sermayesine değil, giderek büyüyen bu sermaye kesimlerine dayanıyordu. Dinin devlet tarafından desteklenmesi, tarikatların örgütlenmesi ve orta burjuvazinin hızla palazlanan bu kesimlerinin siyasal taleplerinin siyasal islam aracılığıyla dile getirilmesi, artan yoksullaşmayla dine sarılma eğilimi hızla büyüyen yoksulların artan sayısı RP'nin kısa zamanda büyük bir siyasal güç haline gelmesinin nedeni oldu.
RP Devleti istiyor
RP, temsil ettiği sınıflar adına devleti yönetmeye talip olmaya başlamıştı. Bu, ne TÜSİAD etrafında örgütlenmiş sermaye oligarşisinin, ne TC'nin yönetici organı ordunun kabul edebileceği bir durumdu. Buna karşın derinleşen siyasal kriz RP'yi hızla büyütüyordu. Devlet örgütlenmesi içinde siyasal islam yanlısı kadrolar yeterince vardı. Ordu, yarattığı mekanizmalarla islamcıları tasfiye ederek siyasal isla-mın kendi kurumlarına yansımasını önlüyordu. Ama özellikle polis ve özel harekat kuvvetleri içinde siyasal islamın büyük etkinliği vardı.
RP-DYP İttifakı: Klikler Arası Savaş Kızışıyor
RP-DYP ittifakı, TC'nin geleneksel egemen kliklerini en fazla telaşlandıran olay oldu. Giderek bağımsız bir güç olarak örgütlenen kontrgerilla artığı çeteler, polis ve özel kuvvetler ile devletten pay isteyen İslami sermaye gruplarının ittifakı çok ciddi bir hesaplaşmayı zorunlu kılıyordu. DYP-RP ittifakı açıkça bir meydan okumaydı. Bu karşılıklı konumlanma giderek bütün devlet kurumlarına yansıdı, istihbarat örgütleri birbirlerine komplolar örgütlemeye başladı. Polis ve ordu kuvvetleri arasında çelişkiler keskinleşmeye başlamıştı. Devlet yönetiminde yer isteyen iki kuvvet, iki siyasal parti aracılığıyla DYP ve RP ittifakı halinde davranıyordu. Tehlike büyüktü! irtica bertaraf edilmeli, "çeteler" hizaya getirilmeliydi.
ABD Yeni Bir Türkiye istiyor
SSCB ve Doğu Avrupa'daki revizyonist devletlerin peşpeşe yıkılması ile bir dönem kapandı. Aynı dönemde, Çin de hızla kapitalistleşme yoluna girdi. Dünya dengeleri değişti. Oluşan yeni pazarlar emperyalist rekabeti kızıştırdı. D.Almanya’yı yutan B. Almanya, diğer Doğu Avrupa ülkeleri üzerinde artan nüfuzu ile Avrupa içinde ve dışında önemli avantajlar elde etti. Japonya, Güney Asya'da ekonomik etkisini derinleştirdi. aBd ise Latin Amerika'da tek pazara doğru önemli adımlar attı. Ne Almanya'nın, ne Japonya'nın, ne de başka bir emperyalist ülkenin ABD ile rekabet gücü vardı. ABD giderek iktisadi, siyasi, askeri ve mali ve kültürel bakımdan devasa bir güç haline geldi. ABD küstahça dünyayı yeniden biçimlendirmeye başladı. Balkanlar'da Almanya ve Afrika'da Fransa ile kıran kırana bir rekabete girişse de her iki durumda da ABD inisiyatifini korudu.
Nüfuz alanlarının korunması ve yeni pazarlar elde etmek için ABD, eksen ülke stratejisini uygulamaya koymaya başladı. Dünyanın çeşitli bölgelerinde kendi denetimi ve inisiyatifi altında oluşturulacak bu eksen ülkeler, tek tek ya da ittifak halinde ABD'nin bölgedeki uzantıları olacaklardı. Güney.Asya'da G. Kore ve Endonezya, Ortadoğu'da Mısır ve Türkiye, Latin Amerika'da Meksika ve Brezilya bu ülkeler arasındaydı.
Ortadoğu, emperyalistler arası rekabetin kızıştığı en temel alandı. Zira Ortadoğu yalnızca petrol yataklarının zenginliği ile değil, aynı zamanda Ortadoğu'daki dengelerin Orta Asya'yı doğrudan etkileyen bir öneme sahip olması nedeniyle bu böy-leydi.
Türkiye, çatışmaların odak noktası Kafkaslar ve Balkanlar ortasında stratejik bir bölgede kalmıştı. SSCB'nin yıkılması ile stratejik öneminin zayıflayacağını düşünenlerin aksine Türkiye çok daha önemli bir noktaya geldi.
Uzun yıllar süren bir iç savaş Batı'nın baskılarına rağmen çözülemeyen Kürt sorunu ile boğuşan, kaynaklarını buraya aktaran, siyasi istikrarsızlık içinde debelenen bir ülke, ABD'nin eksen ülke projesini gerçekleştiremedi. Devletin ABD çıkarları doğrultusunda yeniden örgütlendirilmesi için güçlü, istikrar sağlayacak siyasal bir oluşuma ihtiyaç vardı, istikrarsızlığın baş nedeni Kürt ulusal direnişi idi. Bu mutlaka bertaraf edilmeliydi. Uyuşturucu ticareti ile palazlanan kontrgerilla çete artıkları da ABD'yi rahatsız ediyordu. Bunlar, CIA’nin denetiminde oluşturulmuşlardı. Ama, ABD'ye rağmen kendi başlarına inisiyatif geliştirmeye başlamışlardı. Başka ülkelerde darbe tezgahlamaya bile kalkışmışlardı. Bölgesel istikrar için İsrail-Türkiye ittifakı ABD için hayati önemdeydi, islamcı partilerin hükümet ve devlet içinde etkin olması halinde bu ittifak riske girebilirdi. Bu yüzden RP ve siyasal islamın devlet yönetimine sahip oluşu ABD'nin çıkarlarına uygun değildi.
Ordu En Güvenilir Kuruluş
NATO üyesi olduğundan bu yana TC ordusu her geçen yıl biraz daha ABD'nin denetimine girmişti. Özellikle 1980 askeri darbesinden bu yana geçen sürede bu çok daha derinleşti. Neredeyse bütün kurmay subaylar, ABD ordusu ve CIA tarafından eğitimden geçirilir oldu. CIA denetimindeki kontrgerilla, ordu örgütlenmesinin temel yönetici kuvveti oldu. Kontrgerillaya bağlı kurmay subaylar ordu içinde tam bir denetim sağladılar. Kontrgerillaya eğitiminden ya da onayından geçmemiş herhangi bir subayın yükselme şansı yoktu. Belirli stratejik görevler için ise doğrudan kontrgerilla subayı olmak gerekiyordu. Bütün NATO ülkelerinde kontrgerilla örgütlenmelerinin deşifre olmasına karşın Türk kontrgerillasının açığa çıkmamasının nedeni bu örgütlenmeydi. MGK eliyle kontrgerilla ülkeyi yönetiyordu. Nasıl deşifre edilebilir ki? Ortadoğu'daki yeni düzen için Türk ordusu İsrail’le birlikte en güvenilir kuruluştur. Ama öncelikle ülkedeki istikrarsızlığın son bulması için Kürt ulusal devriminin ezilmesi, siyasal islamın geri' püskürtülmesi, kontrol dışına çıkmış çetelerin hizaya getirilmesi, Batı'-da devrimci kalkışmaların önüne geçilmesi gerekiyordu. ABD, Türk ordusu önüne bir plan sunarken işbirlikçi sermaye örgütü TÜSİ-AD'ın eline de bir siyasal program verdi.
Susurluk: Operasyon İçin Düğmeye Basılıyor
Kaza ya da değil, Genelkurmay gösterdiği refleksle "kaza"ya ne denli hazırlıklı olduğunu ortaya koydu. Keza öncesi Genelkurmay'ın Aydınlık dergisi aracılığıyla yayınladığı MİT raporu olacakların habercisiydi. Susurluk, hazırlanan operasyonun düğmeye basıldığı an oldu.
"Faşist devlet kendi içinde kapsamlı bir operasyona girişti. Operasyon, ABD patentli ve TC ordusu komutanlığında yürütülüyor. Sözkonusu olan, faşist ordunun müdahalesidir. Faşist ordunun örtüsü biçimseldir. Zaten fazla bir fonksiyonu olmayan parlamento ve siyasal partiler gibi kurumlar, bu kez devre dışı bırakılmak yerine müdahalenin doğrudan araçları olarak kullanılmaktadır.
"Siyasi krizin derinleşmesi, devletteki çürüme ve çözülme, halkın artan hoşnutsuzluğu, Kürt ulusunun bir türlü bastırıla-mayan direnişi, egemen güçler arasında şiddetlenen klik çalışmalarıyla birleşince, MGK çetesi inisiyatifi doğrudan ele alma yoluna girmiştir." (Partinin, Sesi, Sayı 10 Aralık '96, Başyazı)
Susurluk"un hemen ardından yapılan bu tespitler. 28 Şubat öncesinde 28 Şubat'ın ayak seslerini tanımlıyordu adeta.
Aynı günlerde Ecevit'in yaptığı bir açıklama yaşanan süreci en açık biçimde özetliyordu. "Türkiye'de ciddi bir devlet sorunu ile karşı karşıyayız."
Devletin gerçek yüzü, Susurluk'ta herkes nezdinde açığa çıkmıştı. ABD, ordu ve TÜSİAD, bu süreci kitleleri rakip cepheye karşı kendi cephelerinde toparlamanın bir aracı olarak kullanmayı başardılar.
Operasyonda İkinci Adım: Sincan
RP hükümet olmanın avantajlarını sonuna kadar kullanarak devlet bürokrasisi içindeki etkinliğini büyütmek çabasınday-dı. DYP ile ittifakı onu daha da kendine güvenilir kılmıştı. Polis, özel tim, çete gibi silahlı devlet güçlerinin desteğini aldığını düşünüyordu. Tarikatları meşrulaştırıyor, her yerde şeriat propagandasını çeşitli kılıflar altında yükseltiyordu. Sincan, şeriatçı, gerici yönetim biçimin simgesi olmuştu. Yılbaşında hindi, alkollü içkilerin satışının yasaklanması vb. gibi uygulamaların ardından "Kudüs Gecesi'nde yükselen şeriat sesleri bir meydan okumaydı adeta. Ordu, laik kesimleri rahatlamak, onların desteğini alabileceği bir eyleme ihtiyaç duyuyordu. Sincan, şeriatın simgesiydi. O , halde "laik" müdahalenin simgesi de ordu olabilirdi ve oldu. Tanklar Sincan'dan geçerken siyasal Islama ve karşıtlarına yeterli açıklıkta mesaj veriyordu.
Sincan'dan birkaç gün sonra, 19-21 Şubat Türk Amerikan iş Konseyi (ATC) toplantısında Çevik Bir'in yaptığı açıklama durumu yeterince özetliyordu:
"TSK anayasal bir kurumdur ve anaya-sının ilgili maddesinin hükmü uyarınca Atatürk devimleri, demokrasi ve laikliğin korunması ile görevlidir". Bu açıklamanın yapıldığı yer ve ortam müdahalenin perde arkasını aydınlatıyordu.
TÜSİAD Raporu: Müdahalenin Siyasi Programı
Ocak '97'de yayınlanan TÜSİAD'ın "Türkiye'de Demokratikleşme Perspektifleri' raporu büyük bir gürültü kopardı, istenen de buydu zaten. Devletteki çürüme ve çözülme, siyasi bölünme ve parçalanmaları koşulluyordu. Öyle ki, tam da böyle zamanlarda çeşitli güçler, arayış içinde olan kitlelere kendi programlarını benimsetmek için atağa geçerler. Böylesi bir ortamdan faydalanarak yükselişe geçen RP, her yerde dinsel propagandayı yaygınlaştırırken rakipleri de laikliği öne çıkarıyorlardı. TÜSİAD raporu da arayış içindeki kitlelere işbirlikçi tekelci burjuvazinin sunduğu bir programdı. Fakat bu, ordu ve ABD'den bütünüyle bağımsız bir çıkış değildi. MGK'nın anayasal bir kurum olmaktan çıkarılması gibi generallerin yönetim merkezini tehdit eden konular, diğerleri gibi o günkü şartlar içinde tamamen aldatmaya yönelikti. Devrimin bastırılmadığı koşullarda TÜSİAD'ın MGK'dan vaz geçmesi düşünülemezdi.
TMY'den 8. maddenin kaldırılması, ülke barajının %5'e indirilmesi, Kürt dili ve kültürüne ilişkin kimi yasakların kaldırılması gibi talepler ise geniş toplumsal kesimlerin desteğini almaya yönelikti.
Kitleler arayış içindeydi, yaslanacakları bir kuvvet, uzanacakları bir el arayışın-daydılar. Susurluk kazası ardından ışık söndürme eylemlerine ordunun yer yer destek vermesi kitlenin bilincinde yanılsamaya yol açtı. Bu, kitlelerden alınan ilk destekti. Susurluk operasyonunun örgüt-leyici birimi CIA'dir. Sincan'da "tankların balans ayarı" adı altında geçişi ile dinsel gericiliğe ve şeriatçı akımlara karşı tepki duyan toplum kesimlerinin ordunun kitle desteğine dönüşmesi amaçlanıyordu. Kitlelere dayanacak kuvvet gösterilmişti!
TÜSİAD, kitlelerde artan demokrasi özlemlerine yanıt olarak ortaya çıktı. Somut hiçbir soruna çözüm getirmeyen, ama bolca demokrasiden söz eden bu rapor kitleleri aldatmaya yönelikti. Raporda başka hususlar da vardı. 2 turlu seçim, partiler yasası, yeni seçim yasası vb, hepsi de generallerin siyasal düzeni yeniden nasıl şekillendirmeleri gerektiğine ilişkin birer talimatı gibi algılandı. 12 Eylül'de Koç'un mektubu ne işe yaradıysa 28 Şubat'ta da TÜSİAD'ın raporu hemen hemen aynı işe yaradı.
28 Şubat'ın Anayasası: MGSB
28 Şubat müdahalesinden çok önce devletin yeniden yapılandırılması yönünde bir dizi adım atılmıştı. "Buhran Kriz Yönetim Merkezi" ile MGK'nın herhangi bir durumu kriz olarak nitelemesi ve hükümeti devre dışı bırakarak, ordu ağırlıklı kriz yönetim merkezi kurma olanağı resmileşti. Bunun yanında seferberlik ve tetkik yasasında değişiklik yapılarak ordunun seferberlik döneminde yetkileri artırıldı. OHAL'in bütün ülke sathına yayılmasına olanak tanıyan yeni "iller idaresi Yasası" yürürlüğe girdi. Bu. yasayla valilere olağanüstü yetkiler tanınırken, ordunun müdahale olanakları ve il yönetimindeki elbirliği arttırıldı. 28 Şubat bir sürecin parçası, dahası sonucuydu. Devletin yeniden yapılandırılması yolunda köklü adımlar atılması için girişilen müdahaleydi.
MGSB, devletin gizli anayasasıydı. Hiçbir parti ya da kurum bu kuralların dışına çıkamazdı. Hükümetler için, devlet yöneticileri için bağlayıcı olan yürürlükteki anayasadan çok MGSB'dir.
Bundan Sonra...
Belirtildiği gibi 28 Şubat müdahalesi, devletin merkezinin güçlendirilmesi, devletten kopuşa sürüklenen yığınların bir ölçüde de olsa devlete yakınlaştırılması, siyasi iradenin merkezde toplanmasına yarayan kimi yasaların çıkarılması yönünden amacına uygun adımlar attı.
Ordu hakkında yaratılan yanılsamanın kendisi de 28 Şubat'ın başarı hanesine yazılacaktır. Kemalist cumhuriyet aydınlarının, karşıdevrimci Aydınlık çevresinin ve Y. Küçük gibi kimi kendi başına aydınların 28 Şubat müdahalesinde ve müdahalenin yürütücüleri hakkında yaydıkları propaganda kitleleri, özellikle şehir küçük burjuvazisini etkilemiştir. Ordunun aBd uşaklığının sınırsız bir noktaya ulaştığı bir aşamada kinlileri bilinçli, kimileri de bilinçsiz olarak ordunun antiemperyalistliği üzerine sözler sarfedebilmişlerdir. TC'nin en Amerikancı kurumu olan ordu, bu çevrelerin marifetiyle anti-Amerikancı gibi gösterilmiştir. Bu yanılsamanın ilk birkaç ayda daha yoğun olduğu son dönemlerde daha zayıfladığı ileri sürülse de etkisini yitirdiği ileri sürülemez.
Ne var ki, bütün baskı ve terör yoluyla sindirme çabalarına, kirli propaganda ve sansürün yoğunlaştırılmasına. bir dizi faşist yeni yasanın yürürlüğe girmesine rağmen; 28 Şubat müdahalesine neden olan siyasi kriz orta yerde duruyor. Yönetememe krizi devam ediyor. Krizin temel ' nedeni Kürt ulusal kurtuluşçu devrimi bastırı-lamadı ve devleti sarsmaya devam ediyor. Siyasi islam bir dizi geri adım atsa da kitleler içindeki etkinliğini koruyor. Siyasi parçalanma daha da derinleşti. Bunlar devlet içindeki siyasi hesaplaşmanın süreceğini, klikler arası çatışmanın şu ya da bu dönemde şiddetlenerek devanı edeceğini gösteriyor. Fakat bütün bunlardan öte yeniden yapılandırmada atılması gereken adımlar henüz tamamlanmadığı, bu yönde atılacak adımların yol açacağı sonuçların sürecin önümüzdeki dönem içeriğini belirleyeceğini belirtmek gerekiyor.
ABD Emperyalizminin Ortadoğu Planları
ABD Körfez'de yeni bir düzen oturtmaya çalışıyor. 1991 Körfez Savaşı'ndan farklı olarak emperyalistler arası rekabet çok daha keskin. Planın görünen tarafında Saddam rejiminin devrilmesi ve Irak devletinin bütünüyle yeniden kurulması. Bu .amaçlı yıpratıcı hava saldırılarının ertesinde içte kitlelere dayalı bir ayaklanma ve Güney'den ya da Kuzey'den kara saldırısı hedefleniyor. Saddam sonrası Irak’ta federatif bir Kürt devleti planın diğer parçası. Bu planın bir diğer bir parçası da PKK’nın dağıtılarak etkisizleştirilmesi. PKK, Ortadoğu'daki çıbanbaşıdır. Emperyalist ABD ve faşist TC bu çıbandan bir an önce kurtulmak istiyorlar. Bu çıbandan kurtulmadıkça Ortadoğu'ya yönelik planların yaşam bulma şansı çok zor. PKK’nın bertaraf edilmesi, Tc devletinin istikrarsızlığının giderilmesi bakımından da birinci derecede önem taşıyor. Çünkü ABD için Ortadoğu'da en güvenilir dayanaklardan biri Türkiye. Kürt sorununu çözmemiş bir Türkiye'de istikrar oluşturulamaz.
PKK’nın bertaraf edilmesi, onun sadece ezilip yok edilmesi değildir. Aynı zamanda PKK’nın ABD planlarına doğru çekilmesi, bir yanıyla teslim alınmasını da içermektedir. PKK, bütün saldırılara rağmen ezilmediği, ayakta kalmayı başardığı koşullarda ABD, bu stratejiyi de bir ölçüde devreye sokacaktır.
İsrail Türkiye ittifakına Mısır da eklemleniyor. Ürdün, bu ittifakın gizli üyesi. Görülüyor ki, ABD Ortadoğu'da kumpası kurmuş durumda, incirlik üslerinin bu denli pervasızca kullanılmasının ardından ABD denetiminde Ortadoğu'da kurulan bu ittifakın rolü vardır. Ancak sömürge yönetimlerinde görülebilecek biçim, Incirlik'in ABD uçak gemisi gibi kullanılması, ABD'nin çıkarları doğrultusunda devletin yeniden yapılandırılmasının yönünü gösteriyor. Rota bellidir. ABD emperyalizminin çıkarları doğrultusunda devletin yeniden yapılandırılmasına devam.
Uluslararası Sermayenin Çıkarlarının Korunması
Uluslararası sermaye, 1980'lerde dayattığı yeni sömürge devletlerinin ABD'ci "Milli Güvenlik Doktrini" çerçevesinde yeniden yapılandırılmasını 1990'lann ikinci yarısından sonra yeni bir biçimde bir kez daha gündeme getirmiştir. 1980'lerde yeni sömürge ülkelerin emperyalist neoliberal politikalara göre yeniden örgütlenmesi süreci, SSCB'nin dağılması ile yeni bir seyir izlemiştir. 1990'lann ortalarından itibaren ABD'nin giderek tek süper güç olarak daha belirgin bir ağırlığa kavuşması, dünyanın ABD çıkarları doğrultusunda ve uluslararası sermaye çıkarlarına uygun olarak yeniden düzenlenmesi ihtiyacı ortaya çıkmıştır. ABD- IMF aracılığıyla uluslararası sermayenin dolaşımının önündeki her türlü engelin kaldırılmasını istiyor. Diğer emperyalistler, Dünya Bankası aracılığıyla bazı sesler yükseltseler de ABD'ye kafa tutacak güçte görünmüyorlar. Son Davos zirvesi bunu bir kez daha ortaya çıkardı. IMF politikaları, MAI yeni adıyla MFI ve MIGA gibi sözleşmeler, yeni sömürge ülkelerde emperyalist sömürgeciliğin derinleşmesi ve giderek sömürge yönetimlerini andıran bir ilişkiler ağının ortaya çıkması-naA neden olmaktadır. ABD'nin de istediği budur. Birkaç hafta önce imzalanan anlaşmayla enerji yatırımlarında uluslararası tahkimin kabul edilmesi, TC devletinin bu sömürgeleşme yolunda koşar adım ilerlediğini gösteriyor.
28 Şubat'ın bundan sonraki süreçte alacağı seyir, emperyalist sermayenin çıkarları doğrultusunda yeniden yapılandırılma sürecinin hızlandırılmasıdır. Darbeyle ya da darbesiz, muhtırayla ya da muh-tırasız, parlamentoyla ya da parlamentosuz ABD ve onun en. güvenilir uşağı ordu ve TÜSİAD'ın istekleri yerine getirilecektir. Süreç budur. 28 Şubatçılar meseleyi bu biçimde koymaktadırlar. "28 Şubat'la saldın durdurulmuş, iki yıllık süreç içinde mevziler tahkim edilmiş, yedekler mevziye çekilmiş, saldırı için gerekli koşullar hazırlanmıştır. Bundan sonra-karşı saldırı ve çökertme aşaması gelmektedir", iç dalaşın böyle bir seyir izlediği sır değildir. Ama yalnızca emperyalistlerin ve işbirlikçilerin planlan yok. Önümüzdeki sürecin asıl belirleyicisi devrimin seyri olacaktır.
Yeni Süreçte Devrimin Seyri
Emperyalistlerin ve onların işbirlikçilerinin planlarını bozacak yegane güç devrimin kuvvetleridir. Bütün saldırılara, marjinalleştirme taktiklerine karşı devrim cephesi yer yer gerilese de, sendelese de ayakta kalmayı başarmıştır. Bu süreçte oluşturulan BDGP ayakta kalmayı, bir silkinme ve karşı hamleye dönüştürebilecek kaldıraç olabilir. Bunun koşulları vardır. Sömürgeci faşist diktatörlüğün yoksul emekçileri, ezilenler ve Kürt ulusuna verebileceği bir şey yoktur. Düzen partilerinin bütün boyaları .dökülmüştür.
Faşizm saldırmaya devam edecektir. Linç gösterilerinde olduğu gibi, sivil faşist güruhu zaman zaman piyasaya süreceklerdir. Devrimci ve komünist hareket şiddetli saldırılara karşı mevzilerini korumanın çok ötesinde ileri hamleler örgütleye-bilmelidirler. Gerek faşist devlete, gerekse sivil faşist çetelere böylesi bir karşı koyuş göstermekle kitlelere güven verilecektir.
Ne darbe, ne seçim aldatmacaları, ne emperyalizme bağlılık, hiçbir şey çürüyüp kokuşmuş cesedi andıran faşist devleti kurtarmaya yetmeyecektir. Kürt ulusal devrimi ve Türkiye halklarının birleşik devrimci kuvvetleri generallerin fiyakasını bozacak, faşizmi yerle bir edecektir, işçilerin ve emekçilerin nasırlı elleri faşizmin tepesine bir balyoz gibi inecektir. Faşizm ezilecektir.