Her yerde üretici güçlerde yeni bir devrimin eşiğinde olduğumuzdan söz ediliyor. G-7'den Dünya Bankası'na, TÜSİAD'dan McKinsey'e kadar sermayenin küresel ve yerel bütün örgütlü unsurları üretimde geleceğin robotlarda olduğundan bahsediyor. Burjuva ideologları televizyonlarda, gazetelerde ve sosyal medyada kitleleri ve hükümet yetkililerini krizden çıkış için “4. sanayi devrimi” olarak adlandırdıkları bu süreci yakalamaya çağırıyor. Verilere baktığımızda da robotlu üretimde önemli gelişmeler yaşandığını görebiliyoruz.
2008 yılına kadar düşük ve sabit bir seyir izleyen endüstriyel robot satışları, 2008-09 krizinden sonra çok hızlı bir biçimde tırmanarak 2017'de kriz öncesi dönemin yaklaşık dört katına ulaştı. 2017'de 381 bin adet robot satıldı ve robot yoğunluğunun ölçütü olarak kabul edilen 10 bin işçi başına düşen robot sayısı ortalama 85'e yükseldi. Artış trendinin devam etmesi, 2021'de kurulu endüstriyel robot sayısının 3,8 milyonu bulması bekleniyor.[1]
Buharlı makinenin icadı kapitalizmin hakim üretim tarzı olmasını sağlamış, daha sonra elektriğin üretimde kullanılması kapitalizmin 19. yüzyılın sonlarında girdiği yapısal krizden çıkmasına yardımcı olmuş, 1970'lerde girilen yapısal krizden çıkışa da emeğin mikroişlemci tabanlı programlanabilir mantık devrelerinin icadı eşlik etmişti. Üretici güçlerdeki bu devrimler, üretimin otomasyon seviyesini önemli ölçüde yükselterek, toplam zenginliği muazzam ölçüde artırmışlardı. Hammaddeleri insanın becerebileceğinden çok daha büyük bir hassaslıkla, çok daha hatasız ve çok daha hızlı bir şekilde işleyebilecek olan, kendi kendine öğrenebilen, gelecekteki ihtiyaç ve imkanları tahmin edip üretimin esneklik düzeyini en ileri seviyeye çıkaracak olan robotlar, otomasyon seviyesinde yeni ve öncekilerden çok daha büyük bir niteliksel sıçramayı ifade ediyor.
Peki, robotlu üretimde yaşanan hızlı gelişmeler kapitalist üretim tarzını içinde bulunduğu son krizden çıkarabilir mi? Kapitalizm üretici güçleri insan emeğinin neredeyse tamamen gereksiz hale geleceği bir otomasyon seviyesine ulaştırabilir mi?
Kapitalist meta üretimi sadece bir değer yaratma faaliyeti değil, aynı zamanda bir artıdeğer yaratma faaliyetidir. Eğer artıdeğer üretimi yoksa, kapitalist üretim tarzı da yoktur. Dolayısıyla bu sorulara bir cevap verebilmek için, emeğin toplumsal üretkenliğinde yaşanacak söz konusu sıçramanın artıdeğer üretimini nasıl etkileyeceğine bakmak gerekiyor.
Artıdeğer Ve Emeğin Toplumsal Üretkenliği
Kapitalist, pazardan bulduğu makineleri, hammaddeleri ve emek-gücünü üretime koşar. Ancak üretim sonunda yaratılan metaların toplam değeri, üretime giren unsurların değerinden daha fazladır. Aradaki fark artıdeğer olarak kapitaliste kalır. Bu artıdeğerin yatırılan toplam sermayeye oranı bize kar oranını verir. Kapitalistin tüm amacı kar oranını artırmak ve elde ettiği karları yeniden üretime sokarak daha büyük karlar elde etmek, yani sermaye birikimini artırmaktır.
Peki, bu artıdeğer nereden gelir? Değer metalar arasında değil, insanlar arasındaki toplumsal bir ilişkidir. İnsanların birbiriyle değiştikleri şeyler metalar değil, emekleridir. Aynı değere sahip metalar aynı miktarda toplumsal olarak gerekli emek-zaman içerirler. Bir metanın içerisinde elbette o metanın yapımında kullanılan makine ve hammaddelerin değerleri de bulunur. Ancak artıdeğerin kaynağı bunlar değildir. Bunlar, önceki emeğin ürünleri olarak kendi değerlerini nihai metaya aktarırlar. Yeni değeri sadece ve sadece üretime katılan canlı emek yaratır. Dolayısıyla artıdeğerin kaynağı da canlı emeğin yarattığı bu yeni değerdir. Kapitalist, üretilen bu yeni değerden işçiye sadece kendisini yeniden üretmesini sağlayacak geçim araçlarının değerini öder, kalanına da el koyar. Böylece işçi işgününün belli bir saatine kadar (gerekli emek-zaman) kendi ücretini üretirken, kalan zamanda da (artı emek-zaman) patron için artıdeğer üretmiş olur. Yani artıdeğer canlı emeğin sömürülmesinden doğar.
Hem işçilere karşı bir sınıf savaşı veren, hem de kendi sınıf kardeşleriyle rekabet eden kapitalistler için sömürdükleri artıdeğeri artırmanın iki yolu vardır: işgününü uzatmak ya da gerekli emek-zamanı kısaltmak. Kapitalizmin tarihsel rolünü oynaması, yani toplumun üretici güçlerini geliştirerek toplumsal zenginliği artırması, Marks'ın “nispi artıdeğer sömürüsü” dediği bu son yolla gerçekleşir.
Makineler yoluyla emeğin üretkenliğinin artması sonucu, bir işgünü büyüklüğündeki emek-zaman artık çok daha fazla sayıda metada cisimleştiği için, metaların bireysel değeri toplumsal değerinin altına düşürülmüş olur. Metaları bireysel değerinin üzerinde satan kapitalist, diğer kapitalistlere kıyasla aynı uzunluktaki bir işgününde ve aynı emek maliyetiyle daha fazla değeri ele geçirir. Böylece işçi, kendi geçim araçlarının değerini daha kısa sürede üretmiş olacağı için kapitalistin karşılığını ödemeden el koyabileceği artıdeğer artmış olur. Diğer bir deyişle, nispi artıdeğer sömürüsü, makineler yoluyla metaları ucuzlatıp, işçinin kendi geçim araçlarını üretmek için çalıştığı işgünü kısmını kısaltarak gerçekleştirilir. Buradan, makinelerin artıdeğer yaratmadıkları, ancak canlı emekten sızdırılacak artıdeğeri artırmak için kullanıldıkları ortaya çıkar.
Kar Oranlarının Düşme Eğilimi Yasası Ve Robotlu Üretim
Zaman içinde diğer kapitalistlerin de aynı teknolojiyi işe koşup emeğin üretkenliğini artırmalarıyla, metaların toplumsal değeri giderek düşmeye başlar. Bireysel ve toplumsal değer arasındaki bu fark ortadan kalkınca, teknolojiyi ilk kullanan kapitalistin ek kar avantajı da böylece kaybolur. Bu artıdeğer sömürüsüne “nispi” karakterini veren de tam olarak budur. Kar oranını tekrar yükseltmek isteyen kapitalistler üretimi tekrar tekrar devrimcileştirmek, yeni bir nispi artıdeğer sömürüsü hamlesine girişmek zorundadırlar.
Ne var ki, üretici güçlerin sürekli büyümesine yol açan kapitalistler arasındaki bu ekstra kar rekabeti sonsuz bir döngü değildir. Bilakis, gitgide kapitalist üretim tarzının altını oyan bir çelişkiyi içinde barındırır. Marks, bu çelişkiyi Kar Oranlarının Düşme Eğilimi Yasası ile açıklamıştır.[2] Buna göre, aynı sayıda işçinin aynı işgünü uzunluğu ve emek yoğunluğunda gitgide artan miktarda hammaddeyi ürüne çevirebilir hale gelmesi demek olan üretkenlik artışı, üretimde canlı emek kullanımının, makine ve hammadde kullanımına kıyasla azalacağı anlamına gelir. Diğer bir deyişle, üretimde kullanılan canlı emek mutlak olarak artsa bile, üretkenliğin tanımı gereği makine ve hammadde kullanımındaki artış çok daha fazla olacaktır. Canlı emeğin nispi olarak azalıyor olması (artan bir sömürü oranında dahi) ondan sızdırılacak artıdeğerin toplam sermayeye oranının, yani kar oranının da zaman içerisinde bir düşme eğilimi içerisinde olacağını gösterir. Özetle, emeğin toplumsal üretkenliği arttıkça, karlılık düşecektir.
Kapitalizmin bu temel hareket yasası, yeni değeri canlı emeğin değil, tüm üretim faktörlerinin (emek, makineler, hammadde vb.) ortaklaşa yarattığını savunan, dolayısıyla toplam sermayenin artmasıyla kar oranlarının da artmasını bekleyen burjuva iktisatçıları için elbette kabul edilemez niteliktedir. Ancak Zachariah, Roberts, Maito gibi marksist iktisatçıların da gösterdiği üzere, dünya kar oranları Marks'ın öngördüğü şekilde tarihsel olarak düşmektedir.[3] Yani Kar Oranlarının Düşme Eğilimi Yasası bilimsel olarak birçok kez doğrulanmıştır.
Buradan, özünde emeğin üretkenliğini radikal bir şekilde artıracak makinelerden başka bir şey olmayan robotların, onları ilk kullanan kapitaliste ek kar avantajı sağlasalar bile, üretimde kullanımlarının yaygınlaşmasıyla birlikte emeği üretimden daha fazla dışlayacakları ve bu yüzden kar oranlarını daha da düşürecekleri sonucu çıkar. Güncel veriler de bunu göstermektedir. Küresel istihdamın artış hızı yüzde 1’e kadar gerilemiştir ve 2019-20 yılında bu oranın da altına inmesi beklenmektedir.[4] Robotlu üretimin ilerlemesiyle, sonraki yıllarda istihdamdaki büyümenin sıfıra yaklaşıp negatife dönmesi sürpriz olmayacaktır. Canlı emek kullanımındaki bu nispi ve mutlak gerileme kar oranlarını da sert bir biçimde aşağı çekecektir.
Dünyadaki tüm üretimin robotlu hale geldiği ve canlı emeğin üretimden bütünüyle dışlandığı (hatta robotları da robotların ürettiği) “ideal” bir dünyada ise hiçbir şekilde değer ve artıdeğer üretimi olamaz. Diğer bir deyişle, işçi yoksa kar yoktur! Böyle bir dünya kapitalist üretimin koşullarının ortadan kalktığı bir dünya olur. Kısacası, eğer tam otomasyon varsa kapitalizm yoktur, kapitalizm varsa da tam otomasyon mümkün değildir ve olamayacaktır.
Ancak meselenin böyle ortaya konuşu, kapitalizmin toplumun üretici güçlerini kar oranı yüzde 0'a ulaştırana kadar geliştirmeye devam edebileceği anlamına da gelmez. Marks'ın gösterdiği üzere, kapitalist krizler kar oranlarının dibe vurduğu noktada değil, kar oranlarındaki azalışın kar kütlesinde elde edilecek bir artış ile telafi edilemediği noktada başlar. Dolayısıyla doğru soru, genel kar oranlarında robotlu üretim nedeniyle kaçınılmaz olarak yaşanacak düşüşün telafi edilip edilemeyeceğidir.
Kapitalist Kriz Koşullarında Robotlu Üretim
Marks'ın kapitalist kriz tanımına göre, kapitalistler kar oranlarının azalma eğiliminden doğan kayıplarını kar kütlesindeki artışla telafi edebilmek için, aynı üretkenlik düzeyinde, toplam sermayeyi karlılıktaki düşüş oranında artırıp, üretim hacmini büyütürler. Bu, makine ve hammadde kullanımı ile beraber ek emeğin de kullanılmasını, yani istihdamın artmasını gerektirir. Üretkenlik seviyesindeki artış artık her bir metada biriken canlı emek (dolayısıyla artıdeğer) miktarının çok azalmasına, dolayısıyla üretilen toplam artıdeğerin gerçekleştirilebilmesi için devasa miktarda metanın satılabiliyor olmasına bağlıdır. Ancak bir yerden sonra kitlelerin nispi olarak daralan toplam alım gücü, bu metalar kitlesini emmeye yetmez. Toplam sermaye ne kadar artırılırsa artırılsın, kar kütlesinin artmamaya başladığı noktada aşırı üretim ve aşırı sermaye birikimi gerçekleşmiş, yani kapitalist krize girilmiş olur.[5] Üretim ve yatırımlar durur, işçiler sokağa atılır. Bir yanda devasa bir zenginlik, öbür yanda milyarların açlık ve yoksulluğu birikmiş olur.
Genel kar oranlarında robotlu üretim nedeniyle yaşanacak bir düşüşün de kar kütlesindeki bir artış ile telafi edilmesi gerekecektir. Ancak birim metada cisimleşen canlı emek (dolayısıyla artıdeğer) miktarı eskiye kıyasla muazzam azalacağı için, artık eski telafi çabalarında olduğundan daha yüksek sayıda metanın satılması gerekecektir. Ek emek emme kapasitesi iyice azalan kapitalist üretim tarzı için bu durum yeni bir aşırı üretim krizine çok daha hızlı girileceği anlamına gelir. Yani robotlu üretim koşullarında kar oranlarındaki azalışın toplam sermaye yatırımlarının artırılması yoluyla kar kütlesinde bir artış sağlayarak telafi edilmesinin koşulları radikal bir biçimde daralmış olacaktır.
Bu noktada burjuva ideologları, robotlu üretim birçok kişiyi işinden edebilecek olsa da, diğer yandan yeni meslekler, yeni uzmanlıklar yaratılacağını, istihdamın daha da artacağını, dolayısıyla endişelenmeye gerek olmadığını belirtmektedirler. Örneğin McKinsey, robotlu üretim sonucunda 2030 yılına değin 400 milyon istihdam kaybı yaşanacağını, ancak yeni istihdam kazanımları neticesinde işgücü talebinin 555 milyon kişiye ulaşacağını iddia etmektedir.[6]
Marks'ın zamanında da burjuva ideologları aynı tezi dillendirmekteydi. Marks, makineleşme bir yandan işçi kıyımına yol açarken, diğer yandan makineleşen sektörün artan makine ve hammadde ihtiyacını sağlayan sektörlerde, üretilen meta sayısının ve ticaretin artması ile lojistik ve taşımacılıkta ve toplumsal zenginliğin artmasıyla ortaya çıkan yeni ihtiyaçların karşılanacağı işkollarında işgücüne olan talebin artacağını kendisi de göstermiştir. Ancak Marks'a göre, bu alanlarda istihdamın sağlanması için de bir sermayeye ihtiyaç vardır ve bu sermaye son tahlilde makineleşen sektörlerden atılan işçilerin kapitalist için yarattığı tasarruf ile sağlanabilir. Bu yeni işkolları için yeni makine ve hammadde de lazım olacağından, istihdam için ayrılan sermaye, dolayısıyla istihdam edilebilecek işçi sayısı da azalmış olur. Yani, burjuva ideologlarının iddia ettiklerinin aksine, makineleşmenin sokağa attığı işçilerin sadece az bir kısmı bu makineleşmeden doğan yeni işkollarında istihdam edilebilir.[7]
Marks'a göre daha da önemlisi, makineleşme diğer sektörlere de yayılmaya başlayınca, bu sınırlı istihdam imkanı çok daha fazla daralacaktır.[8] Gerçekten de, robotlu üretim bugün sadece sanayiyi değil, aynı zamanda inşaatı, tarımı, hatta hizmetler sektörünü de ilgilendiren bir olgudur. Örneğin, “hizmet robotları” tanımı altına giren ve mağazalarda, okullarda, otellerde, kamu hizmetlerinde, müzelerde, rehabilitasyon merkezlerinde, tıpta kullanılan robotların satışları bugün endüstriyel robotların üçte birinden az olsa da, 2019-2021 arasında yarısı oranına yaklaşacağı tahmin ediliyor.[9] Dolayısıyla, robotlu üretimin sadece şu ya da bu sektörü değil, bir bütün olarak kapitalist üretimi etkisi altına alacağının konuşulduğunu düşündüğümüzde, burjuva ideologlarının canlı emek kullanımını nereden artırdıklarını anlamak mümkün değildir.
Teknoloji İlerliyor Mu?
Burjuva ideologları robotlu üretimin geleceğine ne kadar methiye dizerlerse dizsinler, aslında kapitalist sınıf bu ideale ulaşmak için neredeyse doğru düzgün çaba dahi harcamıyor. Teknolojik üretimin gelişim seyrinin görüleceği yerler sabit sermaye (makine, teçhizat, bina vb.) oluşumu ve üretkenlik verileridir. Sabit sermaye oluşumundaki artış 2008'den bu yana giderek yavaşlamaktadır.[10] Toplam faktör üretkenliğindeki artış da 2008'den bu yana durmuş, hatta yerini gerilemeye bırakmış durumda.[11] IMF 2008-09’dan itibaren kapitalist üretim tarzına yerleşen bu durgunluğun 2030'a kadar düzelmesini beklemiyor.[12]
Daha “dolaysız” verilere bakalım. Robotlu üretim pazarının 2023'teki büyüklüğünün 71 milyar dolar olacağı öngörülüyor.[13] Yani dünya hasılasının sadece binde 1’i! Ar-Ge harcamaları da on yıllardır dünya hasılasının sadece yüzde 2'si civarında yatay bir çizgide salınıp duruyor.[14] Bilimin sınırlarını zorlamayı gerektiren yapay zeka ve robotlu üretim araştırmaları şüphesiz bundan çok daha fazla kaynağın bu alana ayrılmasını gerektiriyor. Robotlu üretime yönelik iştahsızlığın tek bir sebebi var, o da kar oranlarının mevcut seviyesinin böyle yüklü (dolayısıyla riskli) yatırımlar yapmaya müsaade etmiyor oluşu.
Peki, kapitalist sınıf üretimi üretici güçleri doludizgin geliştirerek sürdüremiyorsa, nasıl sürdürebiliyor? Cevap: göreli artıdeğer sömürüsünden ziyade mutlak artıdeğer sömürüsünün dibini kazıyarak. Uluslararası tekeller bu kapsamda, özellikle 1990’lardan itibaren üretim sürecini parçalayıp ucuz işgücü cennetlerine taşıdı, çalışma yaşamını esnek ve güvencesiz hale getirerek emeğin kazanımlarını tırpanladı ve “sosyal devletin” maddi temelini çözüp, eğitim ve sağlık gibi sosyal harcama “yüklerini” ciddi oranda sırtından attı. Bugün 3,5 milyar olan çalışan nüfusun 2,4 milyarı esnek, güvencesiz ve kayıtdışı işlerde çalışırken, 4 milyar insan da sosyal güvenlik şemsiyesinin dışında yaşıyor.[15] Bunların yanında, “ücret” kavramı da bozunuma uğruyor. Emek-gücünün değerini geçim maddelerinin değerinin altına düşüren kapitalist sınıf, işçilerin aradaki farkı ve daha fazlasını kredi kartı ve tüketici kredileriyle borçlanmalarını sağlıyor, karların gerçekleşmesi için gereken tüketim seviyesine de böylece ulaşıyor. Nitekim OECD ülkelerinde insanların borçları ortalama olarak gelirlerinin yüzde 125'ini aşmış vaziyette.[16]
Ancak mutlak artıdeğer sömürüsünün bu çılgın düzeyi de sermayenin karları korumasına yetmiyor. Bu yüzden üretimden gelen karların büyük kısmı uzun bir süredir yeniden üretime değil, üretim dışı alanlara yönlendiriliyor. Kar oranlarının düşmesini engelleyemeyen ve bu düşüşü kar kütlesindeki büyüme ile de telafi edemeyen kapitalistler, çareyi, üretilmiş olan artıdeğeri yeniden paylaşmaya ve gelecekte üretilecek olanı da bugünden gasp etmeye dayalı olan hayali sermaye pazarlarında, yani borsa, tahvil, türev ve döviz kuru ticaretinde arıyor. Kabaca reel sektör hacmini veren yatırımlar ve nihai tüketim harcamalarının küresel toplamı bugün 77 trilyon dolar iken, küresel borç stoku, türev ve hisse senedi pazarlarının toplam büyüklüğünün 275 trilyon dolar ile reel sektörün yaklaşık dört katına ulaşması bunu kanıtlıyor.[17]
Bugün ise ne hayali sermaye vurgunculuğu sürdürülebilmekte, ne de mevcut mutlak artıdeğer sömürüsü düşen kar oranlarını telafi edecek bir üretim düzeyini sürdürmeye yetmektedir. Üretimin yavaşlaması kapitalistlerin yeniden paylaşacağı ve gasp edeceği zeminin altını oydukça, hayali sermaye vurgunculuğunun imkanları da daralmaktadır. İşte bu, kapitalizm yeni açmazıdır: yeterli kar getirmeyeceği için üretmeyip, hayali sermaye vurgunculuğuna yönelen kapitalist sınıf, bu vurguna devam edebilmek için ise üretimi büyütmek zorundadır! Ancak üretimden gelen karı bir süre daha mutlak artıdeğer sömürüsü ile sağlamanın koşulları da giderek fiziksel sınırlarına yaklaşmıştır. Bu yüzden robotlu üretim, ekstra-kar rekabeti dahilinde görece yeni yeni geliştirilmeye başlanmıştır ve onu ilk kullananlara bir süre daha avantaj sağlayacaktır.[18] Elbette ki, söz konusu teknoloji yaygınlaşma eğilimi göstermeye başladığı andan itibaren, bu rekabet kapitalist sınıfın varlık zemininin altını oyan bir nitelik kazanacaktır.
Tüm bunlar bize, kapitalizmin üretici güçleri devrimcileştirme yeteneğine hala sahip olduğunu değil, bilakis, bu güçleri çok geç bir zamanda, sermaye birikiminin çok az bir kısmını kullanarak ve yukarıda da gösterdiğimiz üzere sınırlı bir süreliğine geliştirebilecek kadar hasta olduğunu gösteriyor. Kısacası, insanlığın doğa zorunluluklarına karşı ortak zaferi olan makineler, insanlar için sefaletten başka bir şey üretmediği gibi, artık bu sefalet üretimi dahi sürdürülemez hale gelmiş durumda.
Robotlu Üretim Ve Sosyalist Üretim Tarzı
Marks'ın diliyle söylersek, gelişmelerinin bu aşamasında, toplumun maddi üretici güçleri, bu zamana kadar içinde hareket ettikleri mevcut üretim ilişkilerine ya da bunların hukuki ifadesinden başka bir şey olmayan mülkiyet ilişkilerine ters düşmektedir. Üretici güçlerin gelişmesinin biçimleri olan bu ilişkiler, onların engelleri haline gelmiştir. O zaman bir toplumsal devrim çağı başlamalıdır![19] Kar için üretimin ve üretim anarşisinin hüküm sürdüğü kapitalist üretim tarzının aşılması ve üretici güçlerin gelişmesine devam edebilmesi ancak sosyalist üretim tarzı ile mümkün olacaktır. Sosyalizmde üretim de, dağıtım da toplum için ve merkezi bir plan dahilinde gerçekleşir. Çünkü üretim araçları az sayıda asalağa değil, artık tüm topluma aittir.
Sosyalist üretim tarzında karlı bir şekilde üretip satma derdi ortadan kalktığı için, emeğin toplumsal üretkenliğinin geliştirilmesi kapitalist rekabete bağımlı olmaktan kurtulur, dolayısıyla artık işçilerin sokağa atılmasını gerektirmez. Böylece bizim yarattığımız makineler bizim için artık işsizlik ve yoksulluk değil, olması gerektiği gibi, tam istihdam ve refah üretir hale gelir.
Kapitalizmde kar oranları daralınca yeni yatırımların durduğunu, sermayenin borsa, faiz ve türev vurgunculuğuna yöneldiğini gördük. Kar gibi bir dar ufukla sınırlanmamış olan ve üretimin merkezi bir plan dahilinde, toplum için yapıldığı sosyalizmdeyse, toplumsal ihtiyaçlar giderildikten sonra kalan fazlanın tamamı yatırımlara ve üretici güçleri geliştirmeye ayrılabilir.
Kapitalist üretimde makineleşme hiçbir zaman için işgününün kısalmasına yol açmaz. Aksine, bir yandan kitleler sokağa atılırken, diğer yandan ise çalışanların mesaisi uzar. Oysa sosyalist üretim tarzının temel hedeflerinden biri, refah kaybı olmaksızın işçinin mesai saatlerini kısaltmak, kendi yeteneklerini geliştirebileceği özgür zamanı yaratmaktır. Böylece “hiç kimsenin kesin bir faaliyet alanına sahip olmadığı, dilediği her alanda kendini yetiştirebildiği (...) bugün bu işi, yarın bir başka işi yapabileceği” bir toplumsal düzenin nesnel koşulları da yaratılmış olur.[20]
Bunlar sadece teorik çıkarımlar değil, bizzat hayatla sınanmış gerçeklerdir. 1913’ten 1956'ya kadar ABD'de kişi başına ulusal gelir 2 kat, sanayi üretimi ise 3,5 kat artarken, büyük oranda sosyalist üretim tarzını uygulayan SSCB'de artış sırasıyla 13 ve 46 kat olmuş, sağlanan yüksek yatırım oranı sayesinde nüfusunun yüzde 80'i köylü olan bir ulus sadece 45 sene içerisinde, yani yüzlerce yıllık birikimi olan kapitalist devletlerden bile daha önce insanlığı uzaya çıkaracak teknolojiyi geliştirebilmişti.[21] Üstelik tüm bunlar mesai saatlerinin yer yer 4 saate kadar düştüğü, temel gıda maddelerinin fiyatlarının sürekli gerilediği, reel ücretlerin arttığı, eğitimin ve sağlığın ücretsiz, konut kiralarının sembolik düzeyde, işsizliğin ise (1931 itibariyle) yüzde sıfır olduğu bir refah düzeyinde gerçekleşmişti.
Eğer sosyalist üretim tarzının inşası zafere ulaştırılmış ve sosyalizm kapitalist restorasyondan korunabilmiş olsaydı, robotlu üretim teknolojisi de çoktan geliştirilmiş olacaktı. Bugünkü sosyalist devrimler, bayrağı şüphesiz daha ileri bir noktadan devralacak, kapitalizmin beceremediği ve hiçbir zaman da beceremeyeceği şekilde robotlu üretimi daha da yaygınlaştırabilecek, böylece insanlığın doğanın zorunluluklarına karşı ortak zaferi olan robotlar insanlar için işsizlik, sefalet ve yabancılaşma üretmenin değil, tam istihdam, refah ve özgür zaman yaratmanın aracı olacaktır. Robotların sahibi kapitalistler değil, toplum olacağı için, işsiz ve yoksul milyarlar ile devasa meta yığınları arasındaki kar dolayımı ortadan kalkacaktır.
Elbette sosyalizm üretici güçleri geliştirirken, üretici güçler de sosyalizmi geliştirecektir. Hatta muzaffer bir sosyalizm sadece bu güçlerin son derece gelişkin olmasını gerektirir. Bunu sadece bolluğun artması çerçevesinden düşünmemek gerekir. Bunun yanında, üretim sürecindeki gelişmelere ve bireylerin tüketim tercihlerine dair anlık değişimlerin etkisinin sürekli hesaba katılarak planlamanın esnekleştirilmesi, tedarik ve dağıtım zincirlerinin optimizasyonu ve işçi-emekçi meclislerinin siyasi karar alma süreçlerinin elektronik bir temele kavuşarak katılımın artırılması gibi birçok toplumsal ihtiyaç ancak yapay zeka ve robotlu üretimin gelişmesiyle etkin bir şekilde karşılanabilecektir.
Robotlu üretim tam otomasyonu sağlayacak kadar yaygınlaştıkça, bayrağında “herkese ihtiyacı kadar” yazılı olan ve eşitlik ilkesinin (daha doğrusu “derdinin”) ortadan kalktığı komünizme geçişin maddi temeli de sağlanmış olacaktır.
Sosyalist İktidar: Sovyetler Ve Robotlar!
Marksizm-leninizm perspektifinden, sosyalizm mücadelesi özünde “zenginden alıp fakire verecek” bir sosyal adalet projesi ya da “üretim çılgınlığını” sona erdirip, makinelerden kurtulup yeniden doğaya ve köye dönmemizi sağlayacak bir ekoloji projesi değildir. Aksine, bu perspektifler kendini bölüşüm alanına kısıtlayan sosyal demokrasiye aittir. Oysa gelir ve servet bölüşümünü çarpık kılan şey, üretim ilişkilerindeki çarpıklıktır. Doğayı katleden de üretim değil, kar için üretimdir. Altyapıyı belirleyen kapitalist üretim tarzı devam ettiği müddetçe, üstyapı kurumları olan vergilendirme ve denetleme çabaları da beyhude kalacak, hatta SSCB'de sınıf savaşının kaybedilmesinden sonra tüm dünyada iktidara gelen sosyal demokratların icraatlarından da şahit olduğumuz üzere, dönüp dolaşıp yine emekçileri mülksüzleştirmeye hizmet edecektir.
Sosyalizm mücadelesi, her şeyden önce, yeni bir üretim tarzı iddiasıdır. O, sadece adil bölüşümün ve ekolojik bir üretimin gerçekleşeceği değil, aynı zamanda emeğin kendi ürünlerine yabancılaşmasının da ortadan kalkacağı, artan ve çeşitlenen ihtiyaçların kapitalizmin beceremeyeceği bir bollukla karşılanabileceği ve bireyin fiziksel, zihinsel ve toplumsal olarak kendini en iyi şekilde var etmeye başlayacağı güncel üretim tarzıdır. Bunlar, toplumun mülkiyeti ve kontrolü altındaki üretici güçlerin son hızla geliştirilmeye devam edilmesiyle mümkün olacaktır. Sosyalizm mücadelesinden bu iddiayı çıkardığınızda, geriye en iyi ihtimalle “adil bir şekilde paylaşılmış yoksulluk” ve insan ihtiyaçlarının dinamik karakterini reddeden bir postmodern özcülük kalacaktır. (Elbette tersi de doğrudur. Sosyalizmden paylaşım adaletini ve ekolojik perspektifi çıkardığımızda da, geriye Çin tarzı kapitalizm ve nükleer yıkım kalır.)
Bu yüzden sosyalistler, sanayiye, üretime ve teknolojiye burun kıvıranlar değil, bilakis, bunlardaki ilerlemenin artık sadece sosyalist üretim tarzı ile mümkün olabileceğini en yüksek perdeden ve büyük bir özgüvenle iddia edenler olmalıdırlar. Lenin, dün sosyalist iktidarı “sovyetler ve elektrifikasyon” olarak özetlemişti. Halk meclisleri demek olan sovyetler fikri hala günceldir, ancak üretici güçlerin gelişim seviyesini göz önüne alarak bu çağrıyı belki de şu şekilde yenilemenin vakti gelmiştir: “sovyetler ve robotlar!”
Dipnotlar
[1] International Federation of Robotics (IFR) İstatistikleri, www.ifr.org/free-downloads
[2] Karl Marks, Kapital, Üçüncü Cilt, çev. Alaattin Bilgi, Sol Yayınları, İstanbul 2011, s. 189
[3] Esteban Maito, “The Historical Transience of Capital”, https://thenextrecession.files.wordpress.com/2014/04/maito-esteban-the-historical-transience-of-capital-the-downward-tren-in-the-rate-of-profit-since-xix-century.pdf; Michael Roberts, “Towards a World Rate of Profit, http://gesd.free.fr/mrwrate.pdf; David Zachariah, “Determinants of the average profit rate and the trajectory of capitalist economies”, http://gesd.free.fr/zacha10.pdf
[4] ILO 2019-2020’de istihdam artış hızının yüzde 1’in de altına düşeceğini öngörüyor. ILO Veritabanı, https://www.ilo.org/ilostat
[5] Karl Marks, Kapital, Üçüncü Cilt, s. 222-3
[6] “Jobs Lost, Jobs Gained”, McKinsey, https://www.mckinsey.com/~/media/mckinsey/featured%20insights/future%20of%20organizations/what%20the%20future%20of%20work%20will%20mean%20for%20jobs%20skills%20and%20wages/mgi-jobs-lost-jobs-gained-report-december-6-2017.ashx
[7] Karl Marks, Kapital, Birinci Cilt, çev. Alaattin Bilgi, Sol Yayınları, İstanbul 2011, s. 419-26
[8] Age.
[9] International Federation of Robotics (IFR) İstatistikleri, www.ifr.org/downloads
[10] Dünya Bankası Veritabanı, https://data.worldbank.org/
[11] Buttonwood, “The Curious Case of Missing Global Productivity Growth”, The Economist, https://www.economist.com/buttonwoods-notebook/2017/01/11/the-curious-case-of-missing-global-productivity-growth
[12] IMF World Economic Outlook 2019, https://www.imf.org/en/Publications/WEO/Issues/2019/01/11/weo-update-january-2019
[13] “Artificial Intelligence Robot Market Report”, Markets and Markets, https://www.marketsandmarkets.com/Market-Reports/Industrial-Robotics-Market-643.html?gclid=EAIaIQobChMI6KP1gIXN4AIVgwvTCh2pZgbdEAAYASAAEgIxWvD_BwE
[14] Dünya Bankası Veritabanı, https://data.worldbank.org/
[15] ILO Veritabanı, https://www.ilo.org/ilostat
[16] OECD Veritabanı, https://data.oecd.org/hha/household-debt.htm
[17] Bank of International Settlement Veritabanı, https://www.bis.org/; Dünya Bankası Veritabanı, https://data.worldbank.org/
[18] Şüphesiz kapitalist sınıf iç çelişkilerinden azade, yekpare bir bütün değildir. Özellikle mali sermaye gücünü elinde bulunduran emperyalist ülkeler ile üretici tözü giderek ele geçiren Hindistan, G. Kore ve Çin gibi sanayi ülkeleri arasındaki güncel çelişkiler, şüphesiz hem robotlu üretimin yakın geleceğini, hem de bir bütün olarak kapitalist krizi derinden etkilemektedir. Konu bütünlüğünün dağılmaması için bu çelişkilerin gelişimi ayrı bir yazının konusu olacaktır.
[19] Karl Marks, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, çev. Sevim Belli, Sol Yayınları, Ankara, 1976, s. 41
[20] Karl Marks, Friedrich Engels, Alman İdeolojisi, çev. Tonguç Ok, Olcay Geridönmez, Evrensel Basım Yayın, İstanbul, 2013, s. 25
[21] İbrahim Okçuoğlu, “SSCB: Mitler ve Gerçekler”, Abstrakt Dergisi, http://www.abstraktdergi.net/sscb-mitler-ve-gercekler/