CHP'nin Yakın Tarihi

1960 Darbesi ve CHP (1960- 1961)

DP baskı ve zorbalığı tırmandırarak tek parti rejimine geçmeye hazırlanırken, CHP sırtını daha fazla ordu içindeki cunta eğilimlerine dayar. Askeri darbeyi meşrulaştıran ve darbecileri cesaretlendiren açıklamalar yapar. İlerici, işçi-emekçi halk muhalefetinin bağımsız politik bir güce dönüşemediği koşullarda, CHP ve darbecilerin demagojik söylemlerinin peşine takılması kaçınılmazdı. Palazlanarak ekonomik sıçrama kaydeden büyük burjuvazinin  Bayar-Menderes tarafından temsil edilen kanadına yönelik tepkileri de ordu ve CHP’nin yedeklediğini söyleyebiliriz.

27 Mayıs Anayasası esasta CHP’nin 50’ler boyunca formüle ettiği vaatlere dayanır. Kurucu meclisin yaklaşık dörtte biri CHP’ye ayrılmış olmakla birlikte, CHP’nin ağırlığı bunun çok daha üstündedir. MBK ve sivil kurumlardan gelen temsilcilerin çoğu CHP’lidir.

Demokratik haklar, ya “toprak reformu” örneğinde olduğu gibi imkansız koşullara bağlanır ya da grev hakkında olduğu gibi yürürlüğe girmesi belirsiz bir tarihe ertelenir. Diğer ‘demokratik’ vurgular ise devletin bürokrasisi, ordusu, polisi ve yargısı tarafından engellenebilecek düzeyde içerikten yoksundur; ancak fiili meşru mücadelenin gücüyle bedel ödeyerek kullanabilmektedir.

Sosyal ve demokratik haklar konusunda CHP temsilcileri kurucu meclis tartışmalarında ağırlıkla geri çekici ve sınırlandırıcı rol oynarlar. CHP, dile getirdiği demokratik ve sosyal haklarda samimi olmadığının ilk ip uçlarını bu tartışmalarda verir. Halktan yana demokratik ve ilerici eğilim taşıyanlar CHP dışında örgütsel ve siyasal arayışlara yönelirler.

Ordunun fiili özerkliğinin yasallaşması ve buna OYAK aracılığıyla ekonomik ayrıcalığın eklenmesi; MGK’yla ordunun siyasal yönetime ortak olması kararları CHP temsilcilerinin ağırlığını koymasıyla alınır.

İlk Koalisyon Yılları (1961- 1965)

Referandumda 27 Mayıs Anayasası’na %40 "hayır" oyu çıkması, halkın azımsanmayacak bir kısmının darbeye onay vermediğinin ve bu tepkinin darbe destekçisi CHP’ye yöneleceğinin ilk sinyalidir. CHP tek başına hükümet kuracak oyu alamaz. Ordunun vesayetini arkasına alan CHP, AP’yi koalisyona razı eder. Ancak iki parti arasındaki derin güvensizlik ve kimi fikir ayrılıkları aşılamaz.

Ne AP ne diğer partilerle yapılan koalisyonlar ne de CHP azınlık hükümeti süre gelen siyasi kriz altında uzun ömürlü olur.

CHP, hükümet ortağı olduğu ‘61- 65 sürecinde vaat ettiği toprak reformu konusunda tek bir adım atmaz; karşı çıktığı yabancı sermayeye sınırsız imtiyaz sağlayan Petrol Kanunu’nu değiştirmez; aksine yabancı sermayeyi daha da teşvik eder. İşçi ve emekçilere dönük sadece bir vaadi gerçekleşir: Grev hakkı. O da Kavel işçilerinin fiili meşru mücadelesinin ve halk dayanışmasının ürünüdür.

“Ortanın Solu” Yönelimi (1965- 1971)

1945’den sonra hızlı bir iktisadi ve toplumsal dönüşüm yaşanır. 60’ların ortalarına gelindiğinde sınıfsal ve toplumsal çelişkiler yeni bir nitelik kazanır. Bu durum farklı politik aktörlerin açığa çıkmasına kaynaklık eder. Köylüler, işçi sınıfı ve aydınların politikayı doğrudan etkileme kapasiteleri ve araçları artar. Onların eğilimlerini hesaba katmaksızın politika yapmak olanaksızdır. İşbirlikçi tekelci burjuvazi güçlenir. Burjuvazi belli oranda farklılaşan fraksiyonlara bölünür. Nasıl ki Menderes-Bayar “ferdiyetçi”liği ve muhafazakarlığı gerçekleşen tarihsel olgularla birlikte DP’yi ve devamı olan AP’yi işbirlikçi tekelci burjuvazinin ana gövdesinin politik temsilcisi olmaya koşullamışsa; İnönü’nün “devletçi”liği ve Kemalist modernizmi de CHP’yi orta burjuvazinin bir kesiminin politik sözcülüğüne doğru sürükler.

Köylülere dönük ekonomik politikaları, politik söylemindeki geleneksel muhafazakar düşünüş ve yaşam biçimine yatkınlığı, köylülerin ana gövdesini DP ve AP’ye bağlar. Büyük kentlerin varoşlarına göç etmiş ve bir kısmı işçileşmiş kent yoksulları da bu eğilimlerini uzun süre korur.

İşçi sınıfı ve kent yoksullarının kalan kısmı ve eğitimli orta sınıflar CHP’ye yönelirler. Bunların küçük bir kesimi ise TİP aracılığıyla yüzünü politik özgürlüklere ve sosyalizme dönmeye başlar.

Bu tablo içinde karşı karşıya kaldığı sorun ve çıkışsızlık CHP’yi daha köklü arayışlara yöneltir. TİP’in yükselişinin baskısı altında 1965’de “Ortanın Solu” söylem ve yönelimini ilkin İnönü ortaya koysa da, içeriğini ve nihai biçimini Ecevit belirler. Bu yönelimin bir amacı CHP’ye yeni toplumsal ve politik koşullarda varlık hakkı kazandırarak yuvarlandığı krizden çıkarmaksa; diğeri devrim ve sosyalizme yönelimin önünü kesmektir. Antikomünist amaç İnönü ve Ecevit tarafından defalarca ortaya konur.

İnönü “Ortanın Solu” yönelimini esasta kısıtlı iktisadi ve toplumsal ilerleme ile sınırlarken, Ecevit bunları sosyal demokrasinin söylemleri çerçevesinde genişleterek kısmi politik ve sosyal vaatleri de ekleyerek burjuva reformizme dönüştürür.

Ecevit 1966’da toplanan CHP Kurultayı’na yetiştirdiği kitabında “Ortanın Solu”nu “27 Mayıs Anayasası’nın gereği olan ve çağımızın sosyal demokrasisi anlamına gelen demokratik soldur” biçiminde tanımlar. “Altı Ok”a ek olarak, "insancılık", "sosyal adaletçi ve sosyal devletçilik", "ilerici, devrimci ve reformculuk", "plancılık", "özgürlüğe bağlılık, "sosyal demokrasiden yana" olmak ilkelerini ekler. Kemalist "halkçılığı", "devletçiliği", "laikliği" ve "devrimciliği" işçi ve emekçilerin güncel sorun ve taleplerini hesaba katacak tarzda yeniden yorumlar.

Ecevit, CHP’nin mirasına sahip çıkar; 30’lu, 40’lı yılların faşizmini "tek parti olma tabiatından" kaynaklanan zaaflar olduğunu söyleyerek aklar. Özeleştiri yapıyormuş gibi görünmekle birlikte, gerçekte tek parti diktatörlüğünü tarihsel zorunlulukla izah edip meşrulaştırır.

1966 Kurultayı'nda “Ortanın Solu” görüşü kabul edilir. Ecevit Genel Sekreterliğe seçilir. Kurultayın sonuç bildirgesinde “CHP, sosyalist bir parti değildir ve olmayacaktır” cümlesine yer verilerek, sosyal demokrat yönelimin kapitalist cephede olduğu açığa vurulur ve güvence verilir.

Ecevit daha yolun başındayken tıpkı İnönü gibi devrimci ve sosyalistlere cepheden tavır alır. Dev-Genç’i kast ederek, devrimcileri faşistlerin tahriklerine alet olmakla suçlar.

CHP içinde “Ortanın Solu”na sağdan muhalefet güçlüdür. Gerilimli tartışmalar, hizipleşme, istifa ve tasfiyeler 1973’e kadar devam eder. İnönü genelde hizipler arası dengeleyici rol oynar, 12 Mart darbesine kadar Ecevit’in önderlik ettiği sosyal demokrat kanadı sınırlandırmaya çalışarak destek verir, sonrasında ise karşısında yer alır.

12 Mart Faşist Yönetimine Destek (1971- 1972)

CHP yönetimi12 Mart hükümetine bakan vererek ve programının mecliste güvenoyu almasını sağlayarak darbeyi destekler. Faşist yönetim, sıkıyönetim ilan edince; devrimci ve demokratik kitle örgütlerini kapatınca; devrimcileri, işçileri ve köylüleri tutuklayınca, devrimciler infaz ve idam edilince desteğini geri çekmez. CHP yönetimi, Denizlerin idamına karşı çıkarken sağ kanat idama destek verir.

CHP, 12 Mart’a destek verince Ecevit tepki olarak genel sekreterlikten istifa eder. 1972 Kurultayı'nda Ecevit’in düşünceleri kabul görünce, İnönü genel başkanlıktan, CHP’li bakanlar 12 Mart hükümetinden çekilince de partiden istifa eder. Onu çok sayıda sağ kanat milletvekili ve senatör izler. Ecevit, genel başkan olur. Böylece CHP, 12 Mart hükümetlerine bakan vererek bir buçuk yıl destekler; faşist yönetimin meşrulaşmasına, politikalarının yürütülmesine katkı vermiş olur.

CHP’deki sağ kanat istifaları daha anlamlı kılan, aralarında İstanbul tekelci burjuvazisinin öcüleri olarak bilinenlerin de olmasıdır. Bu durum “Ortanın Solu” politikalarının işbirlikçi tekelci burjuvazinin çıkarlarıyla yaşadığı sürtünmenin artık fiili kopuş eşiğine geldiğinin göstergesidir.

CHP’nin 1973 seçim bildirgesi daha açık ve doğrudan orta burjuvazinin çıkarlarına denk düşüyordu. Yabancı sermaye ve işbirlikçi tekelci burjuvaziyi ekonomik ve politik olarak sınırlandırmak, “orta boy sanayi” ve “Anadolu Sanayi” dediği orta burjuvaziyi destekleyerek rekabet gücünü artırmak bu programın amaçları arasında sayılır.

İstanbul ve İzmir ticaret odalarının 1973’ün ilk yarısında yaptıkları açıklamalarla, yabancı ve işbirlikçi tekellerin hakimiyetine duydukları tepki ile CHP’nin programı çakışmaktadır.

Orta burjuvazinin iktisadi ve toplumsal dayanakları zayıftır. Hem tekelci burjuvaziyi sınırlandırmak hem de toplumsal dayanağını genişletmek için reformizme ihtiyaç duyar. Böylece küçük burjuvazi ve işçi sınıfının kısmi iktisadi ve politik taleplerini dillendirerek yedeklemesi gerekmektedir. Reformizm aynı zamanda halkı devrim ve sosyalizmden de uzak tutar. Hareketin devrimci içeriğinin boşaltılması bilinçli bir amaçtır da.

Ecevit bu misyona 60’ların ilk yarısında soyunur. Çalışma Bakanlığı döneminde, 1 Mayıs yerine 23 Temmuz’u “işçi bayramı” kabul ederek, enternasyonal içeriğini boşaltmaya, ulusal bir renk vermeye çalışır. Türk-İş’in “partiler üstü sendikacılık” anlayışını destekler. “İş veren-sendika- devlet” işbirliğini savunur, bunu kurumsallaştırmaya çalışır. 90’larda kurulan, günümüze kadar DSP ve CHP’nin dilinden düşürmediği işçilerin emeğinin sermayeye peşkeş çekilmesinin aracı olan "Ekonomik Sosyal Konsey"in fikir babasıdır. Bu açıkça sınıf mücadelesine karşı  sınıf işbirliği anlayışının ürünüdür.

1970’de 274 sayılı Sendikalar Kanunu ile 275 sayılı Grev ve Lokavt Kanunu’nda değişiklik yapılmasına dair Adalet Partisi (AP) ve CHP milletvekillerinin ayrı ayrı hazırladıkları taslaklar birleştirilerek, “güçlü sendikacılık yaratılması” iddiasıyla DİSK’in tasfiyesini ve Türk-İş’in sendikal tekelini getirecek değişiklikleri Meclis’ten ve Senato’dan geçirdiler. Değişiklik 11 Haziran 1970’de yürürlüğe girdi. Bunun üzerine 15 Haziran’da İstanbul’un belli başlı işçi merkezlerinde işçiler harekete geçti. Keza İzmit işçileri de harekete geçti. İşçi hareketinin bastırılması için CHP elinden geleni yaptı. CHP her önemli sorunda temsil ettiği sınıfın burjuvazinin yanında yer almakta tereddüt etmez. 

CHP, 1973’den itibaren sendikalar üzerinde hegemonya kurma çabasını yoğunlaştırır.

Sendikalara “partiler üstü politika” geleneğini bırakmaları ve sosyal demokrat sendikacıları desteklemeleri çağrısı yapılır. Bu çağrı Türk-İş’de karşılık bulmasa da, 12 Mart’ın ağır baskısı altında revizyonist TKP’li, reformist DİSK yönetimi ibreyi CHP’ye çevirince Ecevit’in çağrısı karşılık bulur. Ecevit olası yanlış anlamaları önlemek için “sınıf egemenliği önermediğini” söyleyerek burjuvaziyi rahatlatmaya çalışır.

CHP, köy kooperatifleri, “köy kent” projesi, “toprak kullananın su işleyenin”, sosyal güvenlik ve yardımlaşma kurumları, sendikalar ve yurt dışındaki işçi ortaklıklarıyla emekçi sınıfları refaha kavuşturmayı ve onların tasarruflarını sermayeye dönüştürerek “halk sektörü” kurmayı vaat ediyordu. Bunların bir kısmı ütopik, diğerleri ise kısa vadede emekçilere maddi getirisi olsa da orta ve uzun vadede orta burjuvaziyi güçlendiren, çoğunun yoksullaşması pahasına bir avuç küçük burjuvanın sınıf atlaması dışında bir sonuç doğurmadığı, sadece CHP’nin değil MSP (RP) ve AKP’nin girişimlerinin sonuçlarından da biliyoruz.

Toprak reformu ise CHP’nin boyunu aşmaktadır. CHP, MSP ile yaklaşık 7 aylık koalisyonu döneminde “af” yasası dışında, halktan yana vaatlerinin hemen hemen hiçbirini gerçekleştiremedi. Kıbrıs’ta izlenen işgalci politikanın ırkçı-milliyetçi ve sömürgeci karakteri bir yana; ABD’nin onayı olmaksızın işgalin başlatılması, haşhaş üretiminin yeniden yapılması, antiemperyalist saiklerle değil, ulusalcı reflekslerle atılan adımlardır. Ki bu adımlar ABD ile diplomatik ilişkilerde kısa süreli soğuk rüzgarların esmesine yol açsa da, CHP’nin ABD’yle ilişkileri gevşetme veya askıya alma niyeti yoktur.

Bu gerçekliğe rağmen kitlelerdeki yanılsama sonucu antiemperyalist duygu ve düşüncelerin bir kısmını CHP yedeklemeyi başarır. Buna kabaran Rum/Yunan karşıtı milliyetçilik de eklenir. Bu rüzgarları oya çevirerek tek başına hükümet olmak isteyen CHP yönetimi koalisyonu bozar. 1. MC hükümeti kurulunca hesap hatası yaptığı anlaşılır. 

Sermaye Oligarşisine Teslimiyet (1977- 1978)

1.ve 2. MC hükümetlerinin sömürücü ve baskıcı politikaları kitleleri burjuva reformcu söyleme sahip CHP’ye yöneltir. CHP antifaşist halk muhalefetini düzen sınırları içine çekme çabasıyla egemen güçlere güven verir.

İthal ikameci sanayileşme modeli gelinen aşamada kapitalist emperyalist sisteme uyum sorunlarına yol açarak tıkanır. Devrimci yükselişin basıncı altında iç dengesi bozulan ve yapısal sorunları yüzeye vuran; rejim krizi ve ekonomik bunalıma yuvarlanan faşist devlet ve düzenin restorasyon ihtiyacı vardır. Bu restorasyon ihtiyacı için CHP sermaye oligarşisine çözüm gücü olarak görünmeye başlar.

1977’de kurulan CHP hükümetinin uygulamaya koyduğu iktisadi politikaları kısa sürede TÜSİAD, IMF ve ABD’nin takdirini toplar. Ecevit burjuvazinin desteğini kalıcılaştırmak için, sermaye kurumu toplantılarında programlarındaki “halk iktidarı” ve “düzen değişikliği”nin özel sektörü yok etmek anlamına gelmediğine yemin billah eder. Beş yıllık ekonomik plan taslağını TÜSİAD ve Dünya Bankası’nın itirazları doğrultusunda yenileyerek, kimi devletleştirme girişimlerini ve ithalat politikalarını işbirlikçi tekelci burjuvazinin tepkisiyle geri çekerek teslimiyetçilik derinleştirilir.

1978 sonlarında devrimci yükselişte kırılma ve ekonomik krizden çıkış işaretleri görülmeyince burjuvazinin bütün fraksiyonları örgütlü kurumları aracılığıyla bir araya gelerek, antikomünist söylem eşliğinde DGM’lerin devreye girmesi ve “devlet otoritesinin tesisi” çağrısıyla CHP’yi sert biçimde eleştirdiler. TÜSİAD, ABD ile IMF ve Dünya Bankası'ndan aldığı icazetle CHP’ye yönelik eleştirilerini daha da sertleştirir. Sermaye oligarşisi boykot ve başkaca misillemelerini, eleştirilerini gazeteye ilan vererek tırmandırır.

Faşizme Yedeklenme (1978-1980)

Öte yandan CHP, işçi ve emekçilere  yönelik ekonomik ve vaatlerinin hemen hemen hiç bir önemli maddesini yerine getirmez. 1979 ortalarından itibaren sıradanlaşan yokluk, kıtlık ve saatlerce süren elektrik kesintileri halkı bezdirir. Kendi taleplerini dikkate almayan, 1 Mayıs'ı yasaklayan, 1 Mayıs'ı kutladıkları için işçileri gözaltına alan sıkıyönetim komutanları karşısında acziyet  sergileyen CHP, DİSK’in tepkisiyle karşılaşır. Türk-İş yönetimi ise egemenlerden aldığı sinyallerden CHP’ye mesafe alır.

CHP yönetimi devrime ve sosyalizme yönelen kitleleri düzen sınırları içine çekmek için Marksizm'e ve devrimcilere karşı ideolojik ve politik mücadeleyi kesintisiz yürütür. Ecevit, devrimci örgüt ve partileri gayri meşru, egemen güçlerin bilinçli-bilinçsiz aleti ve bir kısmını da ajan provokatör olarak gördüğünü söyleyerek suçlar. CHP’li İçişleri Bakanı, Maraş Katliamı'nın sorumluluğunu devrimcilere yıkmaya çalışır. CHP’nin düşmanca tavrı, devrimci cenahın kopuşunu hızlandırır.

CHP’nin antifaşist, antimilitarist söylemi tutarsızdır. Yeri geldiğinde onlarla uzlaşmakta sakınca görmez. Kimi durumlarda fiilen, esasta ve nesnel olarak faşizmin halka dönük saldırılarını meşrulaştırmaya hizmet etmiştir. 1973 seçim kampanyası sırasında darbecilerden hesap soracağını taahhüt eden Ecevit, 1974 koalisyon hükümetinin başındayken, işkencecilerin yaptıklarının sergilenmesi ve bunlardan hesap sorulması isteği karşısında “Biz geçmişe sünger çektik” diyebilmiştir.

Faşist terörün estirildiği, kitle katliamlarının yapıldığı 1979’da, Ecevit generallerin ve MHP ile Demirel’in sıkıyönetim önerisini uygulama dışında bir şey yapmamıştır. MİT’in Maraş Katliamı'ndaki rolünü saklamakta sorun görmemiştir. Hükümet olmadan önce kontrgerillaya karşı yüksek perdeden söylenmiş bir kaç sözün ötesine geçmemiştir.

Devlet içindeki faşist kurumların varlığı ve faaliyetlerinden kısmen rahatsız olmuş en fazlasından generallerden etkisiz hale getirilmeleri için ricada bulunmuştur. Nihayetinde CHP, ordu vesayetini kabul edip, generallere tabi olmuştur. Halkta, orduya karşı hayali iyimser beklentilerin oluşmasına hizmet ederek, antimilitarist ve antifaşist reflekslerin körelmesine yol açmıştır.

MHP’nin taraftarı olduğu sıkıyönetim uygulanmış, devrimci faaliyeti sınırlandırmaya çalışmıştır. CHP hükümeti son aylarında özgürlükleri kısıtlayıcı bir dizi yasal düzenleme hazırlamış, meclisten geçirmek 3. MC hükümetine nasip olmuştur. CHP yönetimi ve Ecevit ne söylerlerse söylesinler Kemalist milliyetçi damar, devleti ve düzeni koruma refleksi onları faşizme yedeklemeye sürükler. Nitekim SHP’nin ‘91- 95’de faşizme koltuk değnekliği yapması bunu başka türlü olamayacağının ayrı bir kanıtıdır.

Yöneldiği işçi, emekçi, öğrenci ve eğitimli orta sınıfların tabandan gelen baskısı altındaki  CHP  sol söylemi artırır. Devletin ve düzenin koruyuculuğu ile milliyetçi ve karşı devrimci köklerinden kopamaz. Ufku burjuva demokrasisi ve sosyal demokrasinin gerisinde kalır. Muhalefetteyken reformcu söylemi tutturmuş olmasına rağmen kritik hemen her süreçte milliyetçi, karşı devrimci reaksiyonlarla iktidarın yardımına koşar, devletin ve düzenin bekasına sahip çıkar. Hükümetteyken ise egemenlerin çıkarlarının icracısı olur, halktan yana vaatlerini yerine getirmez/getiremez.

12 Eylül ve Teslimiyetçi Tutum (1980- 1982)

CHP GYK, Ekim 1980’de yaptığı toplantıda orduya güven duyma ve destek verme fikrinde ortaklaşarak, 12 Eylül cuntası karşısında teslimiyetçi bir tutum sergiler. Ecevit, yabancı konuklarla görüşmelerinde devletten bir gözlemcinin bulundurulması talebinde bulunarak ve kamuoyuna dönük “askere karşı tavır anlamına gelebilecek” davranışlardan kaçınma çağrısı yaparak teslimiyetçi tutumunu daha da derinleştirir. CHP’nin kapatılmasına tepki verdiği bildiride, “sol görüntülü bölücü akımlar”la aralarına koyduğu mesafeye değinerek, darbecileri devletin ve düzenin hizmetinde olduklarına ikna etmeye çalışır. Esasta savunmacı ve teslimiyetçi içerikteki bu bildiriye CHP yönetim kurulundan hiç kimse imza atmaya cesaret edemeyerek Ecevit’i yalnız bırakmak zorunda kalır. Bu olay Ecevit ile aralarındaki kopuşun başlangıcı olur.

Darbe yılları boyunca Ecevit’in kamuoyuna dönük sınırlı politik içerikli bir kaç açıklaması, yaklaşık bir yıl yayın yapan “Arayış Dergisi” dışında CHP cephesinden hemen hiçbir şey yapılmaz. Darbecilerin çizdiği sınırların dışına çıkılmaz, onlar izin verene kadar yöneticileri ölü taklidi yaparlar.

Darbeciler siyasi partilerin kurulmasına izin verince Ecevit reddi mirasını açıklayarak “demokratik sol bir parti” için kollarını sıvar. Reddi mirası doğru bulmayan GYK ise “CHP misyonunu bitirmemiştir” diyerek, CHP’yi yeniden kurmak yasaklandığından “sosyal demokrat ilkelere dayalı” yeni bir parti kurma girişimlerini başlatır.

CHP mirasına sahip çıkan Halkçı Parti (HP) ve Sosyal Demokrasi Partisi (SODEP) kurulur. Bu iki parti 1985’de SHP çatısı altında birleşir. Bir yıl sonra ise ulusalcı çizgide DSP kurulur. Bundan böyle düzen “sol”unun ulusalcı ve reformcu fraksiyonları ayrı partiler olarak yollarına devam edecektir.

Ecevit ve DSP: Ulusalcı Yönelim (1986- 2002)

Ecevit, 12 Eylül öncesi, CHP’ye burjuvazi içinde bir dayanak bulmaya çalışırken ve devrimci yükselişin basıncı altında ırkçı milliyetçiliği geri plana çekerek sosyal demokrat bir yönelim sergiledi. Düzeni reformizmle ayakta tutabileceğine inanıyordu. 12 Eylül’le birlikte politik irade kırılması yaşar. Devrimci yükseliş kırılıp, CHP kapatıldığında yüklerinden kurtularak ulusalcılığa yönelir.

Kurup başına geçtiği DSP ile reformcu söylemi terk eder. Yükselişteki Kürt Ulusal demokratik hareketi (KUDH) karşısında milliyetçi ve sömürgeci söylemi ön plana çıkarır. Gazi Ayaklanması'nı sönümlendirmeye, yatıştırmaya çalışarak itfaiyeciliğe soyunur. MHP ile koalisyon kurar. Güney Kürdistan’ı işgal etmeyi önerir. Kürt ulusal varlığını inkar eder. Kürt sorununu ağalığa, ekonomik ve sosyal geriliğe bağlar. MGK’nın hazırladığı inkarcı, asimilasyoncu, sömürgeci “ez ve çöz”cü plana sahip çıkar. 19 Aralık Katliamı ve F tipi hapishane sistemine geçişte DSP hükümetin büyük ortağı, kendisi başbakan ve partisinden Hikmet Sami Türk Adalet Bakanı olarak sorumluluğu üstlenir.

SHP Reformizmi’nin Çıkmazı (1985- 1993)

SHP, sınırlı politik reformlar ve işçi-emekçilerin ekonomik durumlarının iyileştirilmesini ajitasyonunda en ön plana çıkarır. 80’lerin ikinci yarısında işçi direniş ve eylemlerine destek verir. Kazandığı belediyelerde işçilerin ekonomik ve demokratik haklarını kısmen de olsa kabul eder. Başkaca temel faktörlerin yanı sıra kendiliğinden işçi hareketinin düzen sınırları içinde kalmasında rolü olur. 91’de koalisyon ortağı olmasıyla işçi ve emekçileri beklenti içine sokup, iki yıl oyalayarak hareketin kırılmasını sağlar. SHP’li belediyeler işçilerin ücret ve ikramiyelerinin ödenmemesi, işten atmalar, işçi direnişleri, işçilerin “Ankara Ölüm Yürüyüşü” ve İSKİ rüşvet skandalıyla da gündeme gelir.

DYP- SHP koalisyonun kuruluşu, birinci topyekun saldırı dalgasının işaret fişeği olur. Kürdistan’da kirli savaş, Batı’da iç savaş taktikleriyle Kürt devrimini ve devrimci hareketi ezmeye çalışan MGK güdümündeki iktidara SHP koltuk değnekliği yapar. SHP halkı oyalayarak antifaşist mücadeleyi sınırlandırmada rol üstlenir. Nesnel olarak tırmanışa geçen faşist saldırganlığın meşrulaştırılmasından başka bir şeye hizmet etmez.

Nasıl ki Maraş Katliamı'nda Aleviler ve antifaşist kitleler CHP hükümetine güvenip günlerce sokağa inmedilerse; 1993 yılının 2 Temmuz’unda da SHP’li bakan ve milletvekilleri gün boyu sorunu çözecekleri beklentisi yaratarak katliamı engelleme başarısı gösteremedikleri gibi, memleketin dört bir yanında halkın sokağa inip caydırıcı tepki vermesinin önüne geçtiler. Keza Sivas’ta etkili bir pratik sergilemeyen SHP, yöneticileri Gazi Ayaklanması'nın direniş ateşini söndürmeye koşa koşa gittiler. SHP’li kimi bakan ve milletvekilinin sınırlı antifaşist demokratik söylemleri veya kimi çabaları herhangi bir olumlu sonuç doğurmadığı gibi, örgütlü bir antifaşist halk hareketinin gelişimini sınırlandırmak dışında bir işe yaramadı. Bu yolla faşist iktidarı perdelemeye hizmet etti.

Kürt Sorununda Sosyal Şovenizmle Ulusalcılık Arasında Yalpalama (1989- 1993)

Gözaltında kayıplar, faili devlet cinayetler, katliamlar, köy yakma ve boşatmaların ayyuka çıktığı Kürdistan’da; kontrgerillanın cirit attığı OHAL düzeninin uygulandığı kirli savaşta SHP savaş hükümetinde kalmayı sürdürerek faşizme büyük hizmette bulunur. SHP ulusal kurtuluşçu devrimi bastırmak ve Kürdistan’da Kürtleri düzen içine çekmek için kimi reformlar dillendirir. Bunlardan biri, bugün de CHP’nin zaman zaman dilinin ucuna getirdiği ama ulusalcı Kemalist damarı depreştiğinden sahiplenmediği ‘89 “Kürt Raporu”dur.

Rapora “Doğu ve Güneydoğu Sorunu” başlığı atarak, Kürt ulusal gerçekliğini inkar etmiş, meseleyi bölgesel bir sorun olarak gördüğünü en başından ilan etmiştir. Rapor, Türkçe resmi dil kalma koşuluyla, anadilde özel eğitim, koruculuğun ve OHAL’in kaldırılması, kültürel haklar gibi demokratik bireysel haklar ve iktisadi kalkınmanın ötesinde bir ‘çözüm’ önermiyor. 91’de HEP kökenli milletvekillerinin katkı verdiği benzer içerikli bir rapor daha hazırlanır. Sonraki yıllarda ise SHP, CHP ve DSP tarafında toplamda onu aşkın “Kürt raporu” hazırlanmış olmasına rağmen hiçbiri ilk ikisini aşan içerik taşımaz. Özellikle DSP’nin hazırladığı, demokratik bireysel ve kültürel hakları bile kapsamaz.

Başka türlüsü de mümkün değildir. SHP programındaki “Devletimiz tektir, ulusumuz tümdür, yurdumuz bölünmez bir bütündür (...) Türkiye’yi Türkiye yapan iki temel değer var: Üniter yapı ve Laik Cumhuriyet...” ifadeleri CHP zihniyetinin 1920’lerden bu yana hiç de değişmediğinin ilanı gibidir.

SHP’nin Kürt sorunuyla ilişkisi, sınırlı reformcu söylem ile ulusalcı kökleri arasında gelgitlidir. ‘89 “Kürt Raporu”ndan bir yıl sonra Paris’teki Kürt Konferansı'na katıldığı için 5 SHP’li milletvekili Baykal ve ekibinin çabalarıyla ihraç edilir. Seçime girmesi engellenen HEP adaylarının SHP çatısı altında seçime katılmasında sakınca görülmez. DEP’li milletvekillerinin meclisten atılmasına etkili bir tepki koymaktan imtina eder.

Ulusalcı Yönelim ve Cuntacı Generallerin Çizgisine Bağlanma

DYP- SHP dönemindeki baskı politikalarını önleme gücü ve olanağını partisinde ve kendinde görmeyen, gerçekleri açıklama cesareti olmayan Erdal İnönü, 1993’de kaçar gibi parti yönetiminden ayrılarak yerini Murat Karayalçın’a bırakır. SHP, üç yıl önce yeniden kurulan CHP’ye 1995’de katılır. Kısa süreli Hikmet Çetin’in genel başkanlığından sonra CHP genel başkanlığı tekrar Deniz Baykal’a geçer.

SHP’nin, işçi-emekçi ve demokratik Kürt hareketiyle bağı azalarak da olsa koalisyonun ilk iki yılında sürer. Murat Karayalçın’ın başa geçmesiyle bu bağ kopmaya başlar. 2007 Cumhuriyet mitinglerine kadar herhangi bir sokak hareketiyle bağ kurmaz.

Politik İslam'ın yükselişi, türban eylemleri, Kemalist aydınların katledilmesi, Sivas Katliamı gibi gelişmeler ve kontrgerillanın yönlendirici faaliyetleri; SHP/CHP’de Kemalist laikliği önde gelen ilkelerinden biri, politikasının baş gündemleri arasına alır. Kürt ulusal devriminin stratejik dengeye ulaşmış olması, politik İslam'ın hükümet ortağı olacak kadar güçlenmesi ve 28 Şubat müdahalesi, Murat Karayalçın yönetimindeki SHP’yi ve Deniz Baykal yönetimindeki CHP’yi orduya yakınlaştırır ve ulusalcı damarı ön plana çıkar.

Halktan iyice kopan CHP, 1999’da hezimet yaşayıp meclis dışında kalınca, Baykal genel başkanlıktan istifa eder. Yaklaşık bir buçuk yıl genel başkanlık yapan Altan Öymen “demokratikleşme” ve "Kürtlerin bireysel ve kültürel haklarını" gündem yapınca Genelkurmay’ın tepkisini çeker. MGK’ya sunulan Genelkurmay istihbarat raporu, Kürt sorununu ele almada SHP dönemini eleştiren, Baykal ve ekibini olumlayan, son dönem faaliyetlerinden dolayı Fikri Sağlar’ı hedef gösteren ve adeta Baykal’ı göreve çağıran bir içeriktedir.

Baykal 2000 sonunda tekrar genel başkan olduğunda generallerin uyarıları doğrultusunda hareket eder. CHP’de, 90’ların ikinci yarısında başlattığı reformu ve yüzü demokrasiye dönük kadroların tasfiyesini tamamlar. Kürt sorununda daha önceki SHP/CHP söyleminin gerisine düşmekle kalmaz, kendi söylediklerinin de aksini söylemeye başlar. 2005’de Erdoğan “Kürt Sorunu”nundan bahsedince, Baykal karşı çıkarak “Kürt sorunu dün vardı bugün yok” diyecektir. Baykal yönetimindeki CHP, özellikle 2002 seçimlerinden sonra sadece Kürt sorununda değil, diğer temel politikalarında da generallerin “Ergenekoncu”- cuntacı kanadının güdümünde hareket edecektir.

“90’lı yılların ikinci yarısından başlayarak, sosyal şovenizmden aşırı şovenist milliyetçi çizgiye çekilen CHP, askeri bürokrasinin çizgisine bağlandı. Geçmiş tek parti döneminin mirasına sarılarak, şovenist gericiliğin esnemez aktörlerinden biri oldu. DSP örneğinde yaşandığı gibi sosyal demokrasi, esasen uluslar arası tekellerin, ABD ve emperyalist stratejilerin dayattıklarıyla işbirliği yapıyor. Dünyada olduğu gibi Türkiye'de de bu bakımdan burjuvazinin muhafazakar partileriyle sosyal demokrat partileri arasındaki fark ortadan kalkmıştır. Ancak silahlı bürokrasinin iktidar aracılığını korumak için atağa geçmesinden sonra, CHP de onunla aynı çizgide saf tuttu, Kıbrıs sorunu, Güney Kürdistan sorunu ve rejimin askeri güdümünün korunması sorununda, şovenist milliyetçi çizginin kararlı temsilcisi oldu. MHP ve BBP’yle aynı çizgiye geldi.”1

Sermaye oligarşisinin “değişim” projesini uygulayan AKP’yi sınırlandırarak projesini akamete uğratmaya çalışır. Bu doğrultuda yasal ve anayasal değişiklikleri engelleyerek, özel harp dairesinin örgütlediği cumhuriyet mitinglerine kitle seferberliği yaparak, cuntacı generallerin ve kontracı katillerin avukatlığına soyunarak, Gül’ün cumhurbaşkanlığını engellemeye çalışarak, 27 Nisan müdahalesine destek vererek rolünü oynadı. Bunları yaparken ulusal meselede “ez ve çöz” çizgisini derinleştirerek faşizmin yedeğine düştü. Yükseltilen linç girişimlerine yer yer CHP’lilerin de katılmasının yolunu açtı.

2007’de Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığa getirilmesiyle, aynı yıl yapılan seçimlerle ve “Ergenekon” tutuklamalarıyla sermaye oligarşisi, AKP ve Gülen Cemaati inisiyatifi ele geçirdi. Ordu ve bürokrasinin yönetim ayrıcalıklarını adım adım tasfiye edip, 12 Eylül 2010 referandumuyla önemli oranda tamamlayarak “statükocu” kanat yenilgiye uğrayınca CHP krize yuvarlandı. Katı bürokratik merkeziyetçi yapısından iç dinamikleriyle bunu kısa sürede aşması olanaklı olmayınca kaset olayıyla dış müdahale devreye girdi.

Ulusalcı- Liberal Sentez (2010)

Baykal-Sav ekibinin tasfiyesiyle CHP sermaye oligarşisinin çıkarları doğrultusunda yeniden dizayn edildi. Bu dizayn, Kemal Derviş tarafından 2002’de başlatılan ve kısa sürede yenilgiye uğrayan “sosyal-liberal sentez” doğrultusunda dönüşüm girişiminin yeni koşullar ve aktörler tarafından ulusalcılık eklenerek başlatılmasından başka bir şey değildir. Bu proje egemen sınıfların merkezde bir sol alternatif ihtiyacının ürünüdür. Kemal Kılıçtaroğlu ile simgeleşen yönetim değişikliği, iç işleyiş ve söylem farklılaşmasıyla egemen sınıfların ve emperyalist stratejinin dümen suyuna girmiştir.

CHP, sermaye oligarşisinin iktidar alternatiflerinden biri olarak sırasını beklerken AKP’nin politik İslamcı taşkınlıklarını frenleme görevini yerine getirir. Politik İslamcı şeflik rejimi kurulunca bu görevin kapsamı genişler. Kapsamına şeflik rejimini gerileterek, mümkünse yenilgiye uğratarak, rejimin sermaye oligarşisi, ABD ve AB ile yaşadığı sürtünmeyi aşmak eklenmiştir.

Son on yılda, Kürt sorununda şizofrenik bölünme CHP’nin karakteristik özelliğidir. Baykal döneminin milliyetçiliği ile SHP’nin sınırlı reformcu söylemi arasında yalpalamaktadır. Burjuva rekabetli ve iki yüzlü siyaset anlayışı da buna eşlik eder. Çözüm sürecindeki tutarsızlıkları buradan kaynaklanır. Ulusalcılık en belirgin olarak bu konuda kendini gösterir. Hemen her kritik anda iktidarla birlikte hareket etmekte tereddüt etmez.

Kılıçdaroğlu’nun Aleviliği  yer yer öne çıkartılarak siyasi prime dönüştürülmeye çalışılır. Aynı CHP, Dersim Katliamı'nı yüksek perdeden savunmakta bir sakınca görmez. Alevilerin, cemevlerinin ibadethane olarak kabul edilmesi, imam hatip okulları dayatmasına son verilmesi taleplerine yer yer sahip çıksa da, dini asimilasyonun en önemli dayanağı olan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kapatılması, zorunlu din dersi uygulamasının kaldırılması konusunda sessizliğini koruyarak sınırlarını da açığa vurmuş oluyor.

CHP bir süredir Ecevit-Baykal milliyetçiliği ile SHP liberalizmini sentezlemeye çalışıyor. Egemenlerin ihtiyaçları doğrultusunda birini öne çıkarıyor. Herhangi bir muhafazakar partiden farklı bir program ortaya koyamadığından işçi ve emekçilerin geniş kesimini etkilemesinin nesnel olanakları sınırlıdır. Şeflik rejiminin geriletilmesi “cumhuriyetin kazanımlarının korunması” ve restorasyonu dışında bir program önermemektedir.

CHP şeflik rejimine karşı mücadelede tutarlı değildir. 7 Haziran’dan sonra aldığı tutumla, AKP’nin HDP'li vekillerin  tasfiyesini  kolaylaştırarak, Gülencilerin darbe girişiminden sonra “Yeni Kapı”ya koşa koşa giderek, Kürt sorunda ve işgal tezkerelerinde iktidarı destekleyerek faşizmin yedeğinde saf tutar. 

CHP, son yıllarda daha fazla ilgi odağı olmasını politik İslamcı şeflik rejiminin baskılarına duyulan tepkilere, modern yaşam tarzı ve alışkanlıklarının tehdit altında olmasına borçludur. Bunlara emekçi solun bir bölümünün CHP’nin yedeğine düşmesi ile demokratik halkçı cephenin bağımsız politik odak olmada yer yer yalpalamasını ve yaptığı taktik hataları ekleyebiliriz.

Sonuç

CHP’nin sol ve reformcu söylemi ne olursa olsun, her kritik eşikte, 30’lu ve 40’lı yılların geleneği  üzerine çöker. Pratiğinde etkili olur. Yanı sıra bugün burjuva reformizmin nesnel temeli alabildiğine daralmıştır. Artık 70’ler ve 80’lerdeki gibi bir program tekelci burjuvaziye daha fazla angaje olmuş orta burjuvazinin de çıkarlarına hizmet etmez. Faşist diktatörlükle yönetilen yeni sömürge bir ülkede burjuva reformcu bir programı hayata geçirmek ne kadar imkansız idiyse, politik İslamcı şeflik rejiminin hüküm sürdüğü mali-ekonomik sömürgede bunu başarmak çok daha olanaksızdır. Bugün en fazlasından öncekine doğru restorasyon yapılabilir.

CHP, gerici burjuva bir parti olarak doğdu. Faşizme doğru bir dönüşüm geçirdikten sonra sosyal demokrasiye yöneldi. Ayırt edici özelliği budur. Hiçbir zaman devrimci ve işçi partisi geleneğine sahip olmadı. Emekçi sol reformcu gelenekten de gelmedi. Türkiye’de sosyal demokrasi doğrudan burjuva bir akımdı. Gerçek bu olmasına rağmen 70’lerden bu yana geniş yığınlar nezdinde CHP ilerici ve sol bir parti olarak algılanmaya devam ediyor. Reformcu beklentiler yayıyor. CHP’nin en büyük başarısı bu algıyı yaratmasında ve yaymaya devam etmesindedir. Çözüm de bu algının tersine çevrilmesinde yatmaktadır.

Notlar 

1 Teoride Doğrultu, Sayı 26, sayfa 33

 

 

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi