Afrika Ulusal Kongresi Ve Güney Afrika’nın Özgürleşme Mücadelesi

Afrika Ulusal Kongresi (ANC) sömürgecilik ve emperyalizme karşı mücadeleler arasında en tanınmış olan örgütlenmedir. Bu makalede ANC’nin 1912 yılındaki kuruluşundan Güney Afrika’nın ilk siyahi başkanı Nelson Mandela’nın seçildiği yıla kadarki gelişimi ele alınacaktır. ANC, ulusal kurtuluş mücadelesi veren en uzun ve en bilinen örgüt olmakla birlikte, aynı zamanda en çok dönüşüme uğrayan örgüttür de. Afrika Ulusal Kongresi taktik ve stratejisini, örgütlenme modelini ve eylem biçimlerini Güney Afrika’nın toplumsal ve politik değişimlerine sürekli uyumlu hale getiren bir örgüt olarak tarihte yerini almıştır.

Hollandalılar (İng.: Boer, Alm.: Buren) ve İngilizler tarafından başlatılan kolonyal saldırıdan ve Afrikalı kimliğin yadsınmasından itibaren, 1652 yılında işgalcilere karşı silahlı direniş de başlamıştı. Güney Afrika stratejik konumundan ötürü fazlasıyla önemli bir coğrafya üzerindeydi ve bu yüzden rekabet içinde olan kolonyal güçler arasındaki savaşların sahnesi olmuştu. 1600’lerin ortalarından itibaren süren 250 yıllık direniş, Bambatha ayaklanmasına kadar cılızdı. Bambatha ayaklanması sömürgeci güçler ve onların askerleri tarafından kanlı bir şekilde bastırıldı. Ama bu yenilgi, sömürgeciliğe karşı 250 yıldır suskun kalan silahlı direnişin de fitilini ateşledi.

Birleşik Krallık, 1910 yılında İngiliz emperyalizmi işgali altında olan Güney Afrika’nın bazı bölgelerinin idaresini bölgedeki beyaz yerleşimcilere teslim etti. Böylece, İngiliz İmparatorluğu’na bağlı Güney Afrika Birliği kuruldu. Söz konusu tarihlerde Güney Afrika’da 27 milyon siyah (toplam nüfusun yüzde 73’ü) ve 4,5 milyon beyaz (toplam nüfusun yüzde 17’si) yaşıyordu. Beyazlar, nüfus oranı daha az olmasına rağmen, toplam toplumsal servetin, arsa ve araziler de dahil olmak üzere, yüzde 70’ine sahipti.

ANC’nin Kuruluşu Ve İlk Yılları

Kaybedilmiş önceki direniş ve ayaklanmalardan edinilen tecrübeler doğrultusunda yeni eylem ve örgütlenme biçimleri oluşturmak elzemdi. Özellikle Afrikalıların farklı kökenlerinden dolayı parçalı durumlarının aşılması gerekiyordu. Önceki deneyimler göz önünde bulundurulduğunda, kolonyalistlere karşı mücadelede siyahların birlik olması, mücadelenin başarısı için olmazsa olmazlardandı.

Bu koşullarda, 8 Ocak 1912’de ANC kuruldu. ANC daha baştan, sömürgecilere ve emperyalistlere karşı başarılı olmak ve Afrika halklarını birleştirmek için bir halk hareketi olarak kendini yapılandırdı. Bütün bu derin etnik ve dinsel ayrışmalara rağmen, emperyalizme ve sömürgeciliğe karşı mücadele, amaç olarak ortak aklın ürünüydü. Mücadelenin sınıfsal karakteri de geri plana itilip, faşist polis devleti aygıtına karşı ulusal kurtuluş mücadelesi etrafında birleşilmişti.

1913’te yürürlüğe giren başka bir toprak kanunu ile siyahların aleyhine ve beyazların lehine olan toplumsal eşitsizlik çoğaldı. Yasa siyah yurttaşların toprak üstünde mülk edinme hakkını yüzde 13 ile sınırlandırıyordu. Aynı zamanda “anayurt” tanımlamasının temelleri de böylece atılıyordu. Anayurt kavramı ile siyah topluma ayrılan kara parçası ve siyahların sahip olabileceği coğrafi alan tanımlanıyordu. Uygulamanın ardından, sadece siyahlar ve sadece beyazlar olmak üzere bölgeler ayrıldı ve apartheid rejimi ortaya çıkmış oldu. Bu saldırı siyahların kendi içinde birleşmelerini hızlandırdı, çünkü saldırı siyah toplumun her kesimine yapılan bir hamle olarak kolonyal güçler tarafından kurgulanmıştı. Aynı yıl kurulan ANC de bu saldırılar sonucunda güç kazanmıştı.

ANC, kuruluşunda ilan ettiği amaçlarından biri olan farklı etnik kökenler arasındaki hasımlığı ortadan kaldırmak için, kurulduğu tarihten itibaren aşiretleri kattığı toplantılar düzenledi. Toplantılarda aşiretlerin ileri gelenleri bir araya gelerek birlikte ve koordineli biçimde Güney Afrika’nın özgürleştirilmesi için emperyalizme karşı mücadelenin biçimlerini tartıştılar. Böylece ANC’nin yönetimi büyük oranda aşiretlerin ileri gelenlerinden ve siyah entelektüellerden oluşturuldu. ANC’nin gelişim seyrinde daha sonra, siyahlar dışında renkli derilileri, Hintlileri ve demokrat beyazları da örgütleme yönelimleri ortaya çıktı.

ANC’nin kitleleri mücadelenin içine çekmek için başlattığı ilk mücadele toprak kanuna karşı kampanya oldu. Böylece Afrikalı bilinci yaratmayı amaçladılar.

Başlangıçta kadınların ANC üyesi olması reddedilirken, bu durum kadınların Güney Afrika ulusal kurtuluş mücadelesinde büyük payı olmadığı anlamına gelmiyordu.

ANC ilkin orta sınıf siyahlar arasında başarı sağladı. Zira ANC politik faaliyetlerini yasal zemin ile sınırlıyor, fiili meşru mücadele araçlarını çok sınırlı kullanıyordu. Bu durumun değişimi için 1940’lı yıllara kadar beklenmesi gerekiyordu.

Baskı Ve Radikalleşme

Beyaz apartheid rejiminin siyahlara yönelik günden güne artan saldırıları, ANC’yi reformist değil radikal eylemlere doğru yöneltirken, hedefini sömürücü düzeni yıkmak olarak büyütmesini koşulladı. Bu yönelimin pratikte uygulamalarını görmek için fazla zaman geçmesi gerekmedi. Bu yeni paradigma değişimi ile birlikte ANC gerçek bir halk hareketi haline gelmişti. Şimdiye kadar güçlerini merkezi kongre ve konferanslara kanalize ederken, artık kitle hareketinin inşa edilmesi için güçlerini seferber etmişti. Her bölge ve yerelde ANC’nin örgütleri ve birlikleri belirmeye başlamıştı.

Bunlar sürerken, ANC artan şekilde militan eylem biçimlerini devreye sokuyor ve bunların örgütlenmesinde öncü oluyordu. Birçok grev örgütlenmesinde ve ücret artışı için yapılan eylemlerde yer alırken, siyahların da sempati ve güvenini kazanıyordu. 1943 yılında kadın ve gençlik kitlelerini ANC’ye kazanabilmek için yeni örgütler kurdu. Böylece ANC-Kadın ve ANC-Gençlik birlikleri oluşturuldu.

Yaklaşık 5 sene sonra, 1948 yılında beyaz milliyetçi parti Güney Afrika’da iktidara geldi ve ırkçı-beyaz iktidarı daha da katılaştırmaya başladı. 1949 yılında, ANC bir eylem planıyla barışçıl eylemler örgütleyeceğini ilan etti. Bu eylem planı, aktif boykot, grev, “sivil itaatsizlik”, işbirliğini reddetme ve benzeri eylem biçimlerini kapsıyordu. Aynı zamanda Güney Afrika ulusal basınını yaratma hedefi de bu planda yer almaktaydı. Bu bildirgede silahlı mücadele ya da militan eylemlerin adı dahi geçmiyordu. 1946’daki gibi büyük kitlesel katliamların tekrar edebileceği endişesi hakimdi. 1946 yılında 100 bin maden işçisi greve gitmiş ve yüzlercesi katledilmişti. Sağ kalanlar ise maden ocaklarının diplerine sürülmüştü. Sayısız ANC üyesi, komünist ve sendikacı gözaltına alınmış, komplolarla uzun süreli hapis cezalarına çarptırılmıştı.

Ezilen Kitlelerin Örgütlenme Hamlesi

1952 yılında ANC geniş çaplı “sivil itaatsizlik kampanyası”na başladı. Kampanya boyunca adil olmayan bütün yasalar boykot edilecek ve yasalara uyulmayacaktı. Bunlar arasında apartheid sisteminin koyduğu bilhassa ayrımcı yasalar yer alıyordu. Özel olarak da ırkçı okul sistemine dikkat çekiliyordu.

Bu kampanya ANC’nin kuruluşundan bu yana yürüttüğü en büyük politik kampanya oldu. Kampanya boyunca büyük siyah kitleler harekete geçti ve ANC’nin mücadelesi ile bütünleşti. Böylece ANC, ezilenler arasında yaygın güven sağlamakla beraber, ezilenlerin çıkarı için mücadele verdiğini de bir kez daha ispatlamış oldu. Meşruiyetini ve tanınırlığını bir kat daha artırdı. Birkaç bin olan üye sayısını yüz binlere çıkararak muazzam bir örgütsel atılım gerçekleştirdi.

Sonuç olarak bu kampanya, ANC liderliği içindeki anlaşmazlıklara rağmen, başarısı ve kapsayıcılığı ile siyah Afrikalı kitle hareketi için politik bilinçlenme ve aydınlanmayı beraberinde getirdi. Sonal olarak ciddi bir iyileştirmeye yol açmasa da, ANC’nin mücadelesini bir adım öteye taşıdı.

Apartheid devleti kampanyaya bütün gücüyle saldırdı ve 8 bin ANC üyesini gözaltına aldı ve hapse attı. Bu saldırı, ANC önderliğinin barışçıl eylemleri sürdürme kararını tartışmaya açmasına neden oldu. ANC’nin en tanınan liderlerinden Mandela, “Pasif direniş zamanı sona ermiştir, şiddeti reddetmek amaçsız bir stratejidir, şiddeti yok sayarak beyaz azınlık rejimini asla ve asla yıkamayız. Şiddet apartheid rejimini yok etmek için tek yoldur ve bizler yakın gelecekte bu silahı kullanmak için hazır olmalıyız” diyecekti. 

O yıllarda Mandela, “Özgürlük için kolay yol yoktur” adlı konuşmasında, Eylül 1953 Mandela Planı’nı (Plan-M) ANC konferansına sunmuştu. Plan-M’ye göre, ANC’nin ademi merkeziyetçileştirilmesi ve aşağıdan yukarıya doğru hücre yapısının oluşturulması öngörülüyordu. Bununla amaçlanan, artan baskı koşullarında, açık kitle toplantıları yapmadan dahi ANC’nin çalışmalarına devam edebilmesiydi. ANC’nin yasaklanması ihtimalinde yeraltına inme koşullarını yaratma ve “yeni üyeler kazanarak, yerel ve ulusal sorunlara karşı zamanında müdahale etme ile birlikte yerel üyelerle önderlik arasındaki iletişimi sağlama” hedefleniyordu. Böylece örgütsel yapı yeniden şekillendirilmeye başlandı ve açık kitle partisinden merkezi kuvvetli gizli kadro yapılanmasına doğru bir dönüşüm gerçekleşti. Kendi başlarına örgütün politik çizgisini takip edebilecek yerel ve bölgesel organların en geniş kitlelerle iletişimini sürdürebileceği bir çerçeve düşünülmüştü.

1950’lerden beri “komünizme karşı yasa” nedeniyle Güney Afrika Komünist Partisi yasaklıydı. Bu parti kendisini gizlilik koşullarında yeniden inşa etti. 1953 ve ‘58’den 1960’a kadarki aralıkta büyük şehirlerde Afrikalıların polise ve hükümete karşı militan eylemleri olmuştu. Ancak bunlar ANC tarafından örgütlenmedi ve desteklenmedi. Bu kalkışmalar aslında kitleler içindeki öfkenin bir göstergesiydi ve sonraları ANC’nin de kitle potansiyelini oluşturacaktı.

1955 yılında ANC çok büyük bir kitlesel kampanya yürütme kararı aldı. BM’nin ulusal demokratik hakları destekleyen programı çerçevesinde 50 bin gönüllü, halkın taleplerini belgeledi. Böylece Güney Afrika’nın özgürleşmesi ile ilgili herkesi kapsayan bir program hazırlanmaya başlandı. Kampanya büyük bir başarı ile sonuçlandı. Ülkenin birçok bölgesinden siyahlar, Hintliler, beyaz olmayan diğer uluslardan insanlar ve demokrat beyazlar sayısız talep sıraladılar. 26 Haziran günü Halk Kongresi’nde Güney Afrika’nın bütün halklarından 3 bin delege orada hazır bulundu ve Özgürlük Sözleşmesi’ni oyladı. Böylece birleşik özgürlük mücadelesinin hatları oluşturuldu. Demokrasi, eşitlik ve insan haklarına saygı yanında, sözleşmede yer alan bazı maddeler tekellerin, bankaların, büyük sanayicilerin mülksüzleştirilmesi ve kolektifleştirilmesinin, aynı zamanda ekonomide devletçi bir hat izlenmesinin çağrısını yapıyordu.

Kökleşen ve yaygınlaşan ANC ve onunla çalışan diğer örgütler siyasi polisin gözetimi altındaydı. 1956 yılında apartheid devletinin yaptığı tutuklama saldırısı ile “hükumeti zorla devirip yerine komünist düzen kurma” suçlamasıyla, ANC ve ona bağlı örgütlerin 156 önder kadrosu tutuklandı. Mahkeme süreci 1961 yılında kadar sürdü. Suçlamalarla ilgili herhangi bir delil bulunmadığından tutuklananlar peyderpey serbest bırakıldı. 

Yasaklama Ve Silahlı Mücadelenin Başlaması

1960 yılında birçok Afrika ülkesi bağımsızlık mücadelelerini kazanmıştı. Böylece ANC de önemli bir dayanışma ağı kazanmış oldu. Aynı yıl ANC’ye yönelik baskılar daha da arttı. 6 Nisan 1960 yılında ise hükümet ANC’yi yasakladı. Yasakla birlikte açık kitle örgütünden sürgün ve yeraltı örgütlenmesine doğru bir değişim başlamış oldu.

Yasak, ANC tarafından ve bir sene önce ANC’den ayrılan ve daha radikal bir çizgi izleyen Panafrika Kongresi (PAC) tarafından onlarca yürüyüş ile protesto edildi. Özellikle apartheid devletinin pasaportunun yakıldığı eylemler dikkat çekiciydi. Beyaz olmayan halktan olan herkes pasaportlarını yanlarında bulundurmak zorundaydı. Dolaşım hakları kısıtlandığından ülke içinde diledikleri gibi seyahat edemiyorlardı. 21 Mart 1960’ta yapılan ve PAC tarafından örgütlenen eylem katliamla sonuçlandı. Beyaz olmayanlara yönelik bu ayrımcı yasayı protesto etmek için Sharpville’de polis merkezi önünde toplanan siyah kitle kendini ihbar etmeye gelmişti. Bu sırada Güney Afrika rejiminin savaş uçakları alçak uçuş yaparak kitleye gözdağı veriyordu. Polis kitlenin üzerine otomatik silahlarla ateş açarak 69 kişiyi katletti ve yüzlerce kişiyi yaraladı. Göstericilerin birçoğu sırtlarından vurulmuştu. Katliamı izleyen günlerde ülke genelinde grevler ve ayaklanmalar örgütlendi. 30 Mart günü olağanüstü hal ilan edilerek 18 bin grevci gözaltına alındı. Bütün demokratik eylem ve örgütler yasaklandı. Yasaklanan ANC ve PAC da mücadeleye yeraltında ve yasadışı olarak devam etme kararı aldı. 

1961 yılında ANC, Güney Afrika Komünist Partisi (SACP) ile birlikte Halkın Mızrağı (Umkhonto we Sizwe, kısaca MK) adlı halk ordusunu kurma kararı aldılar. Askeri eğitim için ANC kadroları yurtdışına gönderildi. İlkin ANC kadroları farklı Afrika ülkelerinde askeri eğitimlerini tamamladılar. Bu ülkeler MK’nın askeri kamplarının da yapılandırıldığı bölgeler oldular. Daha sonraları Sovyetler Birliği, Doğu Almanya ve diğer Avrupa ülkelerinde askeri eğitimler devam etti. Nelson Mandela MK’nın ilk başkomutanı oldu. PAC da Azanya Halk Özgürlük Ordusu adı altında kendi askeri birliğini kurdu.

16 Aralık 1961’de MK ülkenin tümünde devlet dairelerine ve altyapıya yönelik sabotaj eylemleri ile ismini duyurdu. Bu saldırı ile amaçlanan hükümeti yönetemez duruma getirmek ve apartheid sistemini felç etmekti. Bu kapsamda 18 aylık süre içinde, hükümet ve ordu noktalarına, enerji santrallerine, telefon ve yüksek gerilim hatlarına ve ulaşım yollarına sabotaj eylemleri düzenlendi. 

Başkomutan konumunda olan Mandela MK’yı şu sözlerle tarif ediyordu: En tepede “Ulusal Yüksek Komutanlık”, onun altında her bölgede olmak üzere “Bölgesel Kumandanlık”, onun altında da “Yerel Komutanlıklar”, hücre biçiminde örgütlenmeleri ile yer alırlar. MK’da Jow Slovo, Percy Hodgons ya da Lionel Bernstein gibi beyaz komünistler de yer aldı. Bunlar SACP’nin önemli kadrolarıydılar ve MK’nın oluşumu ve gelişiminde belirleyici oldular.

ANC’nin hedefi, askeri eylemlerle birlikte silahlı gücünü geliştirmek, apartheid rejimine karşı diğer direniş hareketleri ile eşgüdüm sağlamak ve militan propagandayı yaymaktı. ANC için askeri eylemler “politikanın başka araçlarla yapılması” demekti. Askeri direnişi örgütlemek için genç erkekler eğitim kamplarında geçirdikleri 6 aylık eğitimden sonra Güney Afrika’ya askeri eylemlere katılmak için dönüyorlardı.

Güney Afrika rejimi bu gelişmelere karşı, sadece olağanüstü hali uzatmakla yetinmedi (1960-62 yılları arasında dört kez uzatıldı), 90 günlük gözaltı süresi ile mahkemeye dahi çıkarılmadan rejim karşıtlarını hapse atmayı olanaklı kılan yasayı da çıkardı. Bu gözaltı süresince işkence ile ANC’nin yeraltı örgütlenmesi hakkında bilgi edinmeye çalıştı.

Baskı, Geriye Düşüş Ve Halk Savaşı

Polis işkence ile edindiği bilgilerle 12 Temmuz 1963 yılında, MK’nın kuruluşundan 18 ay sonra, MK’nın neredeyse bütün önderliğini esir aldı. Mandela bundan bir sene önce CIA’nın verdiği istihbarat sonucu hapse atılmıştı bile. On bir tutukludan sekizi aylar süren mahkeme sürecinden sonra müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Mandela dört saatlik savunmasında silahlı mücadelenin meşruiyetini savundu. Mandela’nın savunması “Ölmeye hazırım” başlığı altında yayınlandı.

ANC ve MK’nın önemli kadrolarının tutuklanması ve hapis cezasına çarptırılması ulusal kurtuluş hareketinin geriye düşmesine neden oldu. MK bu süreci değerlendirip, askeri altyapısını ülke sınırları dışında yeniden yapılandırma yolunu seçti. 

Morogoro’da Mayıs 1969’da yapılan konferansla birlikte ANC Güney Afrika’daki mücadele ve illegal politik ve askeri yeniden yapılandırma üzerine yeniden yoğunlaşabilecekti. Konferans, Güney Afrika’daki devrimci halk savaşının stratejik hattını çiziyordu. Bunlar dört ana maddede özetlenebilir: 1) ANC politik, ideolojik ve örgütsel öncüdür. 2) Apartheida karşı halkın kitlesel birleşik savaşımı. 3) MK liderliğinde silahlı mücadele. 4) Apartheid rejimini yalıtmak için enternasyonal kampanya.

MK, oluşturulan stratejiye göre kendine çıkardığı görevi, kitle eylemlerinin boyutunu yükseltmek olarak tespit etti. Halk ordusu, kitle eylemlerini askeri eylemlerle destekleyecek, böylece kitleler içindeki köklerini çok daha derinlere ilerletebilecekti. Irkçı ve ayrımcı Güney Afrika devletini özellikle korkutan, hala insanların ANC’ye üye olduğu gerçeğiydi. Afrika halklarının farklı kesimlerinden ve diğer politik ve toplumsal örgütlenmelerden insanlar ANC’ye katılıyorlardı.

Burada lise ve üniversite öğrencilerinin oynadığı rolü bir kez daha hatırlatmakta fayda var. ‘70’li yıllarda Güney Afrika hükümeti okullarda Afrikancayı (beyazların dili) müfredat dili olarak kabul etti. Bir hükümet yetkilisi “Afrika halkıyla dil sorununu konuşmadım ve konuşmayacağım” açıklamasında bulunmuştu. ANC ve diğer örgütler bu yasaya karşı lise ve üniversite öğrencilerinin eylemlerine örgütlü katılmışlardı. Derslerin boykot edilmesi ve okul grevleri ile yasa geri çektirildi. Beyaz hükümet burada da devlet terörünü devreye soktu. Soweto’da yapılan okul grevlerinde beyaz polis 200 öğrenciyi katletti. Öldürülen öğrencilerden bazıları daha 12 yaşındaydı.

Bu acımasız baskı ve siyah topluma ve azınlıklara yönelik beyaz diktatörlüğün uyguladığı terör, onların demokrasi ve özgürlük mücadelesini daha da yakınlaştırdı. Omuz omuza mücadelenin gerekliliğine inanan ve buna hazır olan kitleler birleşik cephe oluşturdular. Apartheid rejiminin katliamcı baskı düzeni bu birlikteliği aslında daha da pekiştirdi.

Silahlı Mücadele Ve Milyonların Örgütlenmesi Arasındaki Paralellik

1983 yılında Birleşik Demokratik Cephe (UDF) kuruldu. Kendisini yüzlerce farklı toplumsal grup ve örgütün çatı örgütü olarak tanımlıyordu. Resmen ANC ile organik bağı olmamakla birlikte, UDF içinde ANC üyeleri etkin biçimde faaliyet gösteriyorlardı. UDF, ANC’nin açık ajitasyonunu yapan bir çizgi izlemekten ziyade, apartheid rejimine karşı kitle hareketi gibi çalışıyordu. ANC’nin lider kadroları UDF içinde belirleyici pozisyonlarda yer alıyordu. UDF ve ANC arasındaki siyasal yakınlık 1986 yılında doruğa çıktı. Bunda UDF’nin Özgürlük Sözleşmesi’ni kendi politik programı olarak kabul etmesinin payı büyük oldu. Birkaç yıl gibi kısa bir süre zarfında UDF’ye üye olan örgütlerin sayısı yedi yüzü aştı. UDF yürüyüş, grev, işgal, boykot gibi barışçıl metotlarla politik mücadelesini sürdürdü.

ANC, 16-23 Haziran 1985’te Zambia’da gerçekleşen 2. Danışma Konferansı’nda, Morogoro Konferansı’nda alınan kararı onaylayarak silahlı mücadele stratejini büyütme görevini önüne koydu. Ayrıca halk savaşı kavramını programına ekledi. Bu yeni karar, apartheida karşı mücadelenin hem siyasal zeminde, hem de askeri düzlemde ilerlemesi gerektiğine ve toplum içinde de meşruluk kazanmasının zorunluluğuna işaret ediyordu.

İlerleyen zamanda ANC, eylemselliklerini her düzlemde güçlendirdi. Bu arada beyaz terör rejimi diğer burjuva devletlerden şiddetlenerek gelen baskılarla karşı karşıya kalıyordu. 1977 yılında BM özellikle silah satışı alanında Güney Afrika’ya ambargo kararı aldı.

ANC, propaganda ve örgütsel çalışmalarını hem Güney Afrika içinde, hem de sürgünde yaşayan Güney Afrikalılarla eşgüdüm içinde Radyo Özgürlük aracılığıyla yaygınlaştırıyordu. Siyah sendikal örgütlenme olan COSATU (Güney Afrika Sendikalar Birliği) 1985 yılında kuruldu ve kurulur kurulmaz bir milyon kişi sendikaya üye oldu.

Bu süre zarfında, kitlesel yürüyüşler, genel grevler, beyazlara karşı siyahların boykot çağrısı ve enternasyonal çapta buna gelen destek, beyaz azınlığın iktidarını iyiden iyiye zayıflatıyordu. Tonwshipsler (siyah yoksulların kaldığı kenar mahalleler) rejim tarafından kontrol edilemeyen bölgeler ve kurtuluş hareketinin kaleleri olmuştu.

1985 yılından itibaren rejim gücünü yitirmeye başlamıştı ve birçok defa ANC’nin silahlı mücadeleyi bırakması şartıyla Mandela’nın salıverileceğini taahhüt etmişti. Mandela bunu kesinkes reddederken, ANC Mandela’nın özgürlüğü için enternasyonal kampanyasına devam etti. Bu sırada hükümet ile sürgündeki ANC’liler arasında gizli görüşmeler devam etmekteydi.

Yasallık Ve Apartheidın Sona Ermesi

Sonuç olarak, yeni kurulan Güney Afrika hükümeti 1990’da ANC’yi yasal bir örgüt olarak tanımak ve Nelson Mandela’yı hapisten çıkarmak zorunda kaldı. Hükümet bu kararla siyahların ayaklanmasını ve iç savaşı önlemiş oldu. Yasallaştıktan sonra ANC de MK’nın eylemlerini durdurdu. 1991 Temmuz’unda Mandela oybirliği ile ANC’nin yeni başkanı seçildi.

Mandela Güney Afrika hükümeti ile birlikte yeni anayasa yapımı için çalıştı. 1994 yılında ilk defa siyahlar ve beyazların birlikte katıldığı seçimlerde, ANC yüzde 63’lük oy oranı ile birinci parti olurken, Mandela da Güney Afrika’nın ilk siyah başkanı seçildi.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi